Başarılı ideolojiler, kendi inançlarını doğal ve apaçık kılmayı ve onu hiç kimsenin daha farklı olabileceğini aklına bile getiremeyeceği bir şekilde, toplumun "sağduyusu" ile özdeşleştirip, mutlak hakikat olarak herkese kabul ettirme gücüyle bilinirler. İdeoloji, kendi ile toplumsal gerçeklik arasında mümkün olan en sıkı örtüşmeyi yaratarak, ikna çıtasını öyle yüksek bir yerde konumlandırır ki, artık her türlü eleştirinin can sıkıcı saldırılarından kendini rahatlıkla koruma altına alır.
Batı Demokrasisinin ideolojik ekseni de kendini "evrensellik" ve "doğallık" kavramlarıyla adeta sarmalaması ve bu kavramsal sargı ile kendini "değişmez ve sarsılmaz" sayan bir algı içindedir.
Oysa durum hiç de öyle değildir. Bir kez demokrasi ne kadar mükemmelleştirilirse mükemmelleştirilsin, kendi başına "doğru veya yanlış" ya da "iyi ya da kötü" olamaz. İyi ya da kötünün veya yanlış ya da doğrunun demokrasi ile bir bağlantısı hiç kuşkusuz var ama bu ikisi eş anlamlı değildir. Evrensel olduğu savlanan ya da hissedilen şeyin çoğu kez "doğal olduğu" düşünülüp buradan bir "iyilik", "doğruluk" haline sıçrandığı biliniyor. Her evrensel ve doğal olan şey iyi şey demek değildir; söz gelimi insanoğlundaki saldırganlık dürtüsü hem evrenseldir hem de insan doğasına uygundur ama asla iyi ve doğru bir hal değildir.
Demokrasi, demokratiklik ya da demokrat olma durumu iyi ya da kötüyü tasnif etmez. İyi ya da kötü somut pratik karakter taşıdıkları için ancak kendi somut koşullarında ve oradan doğan bilgi ile değerlendirilirler. Çünkü her bilgi sadece kendi nesnesinin bilgisidir. Somut pratik içindeki karşılıklı konumlanmamız ve bunun bir rızaya, bir iknaya dayalı olması durumu demokrasi ya da demokratiklikle izah edilir.
Demokrasi ya da demokratiklik, hayat içinde birbirimizin karşılıklı konumlarımızı belirleyen usuli bir kavramdır; esasen demokrasi usule dairdir, iyi veya kötünün, doğru ya da yanlışın özüne dair değildir. "Rıza" ve "ikna" bu durumda iki somut koşuldur. Ama bu durum, yani rıza ve ikna ile yanyana gelişimiz bizi otomatik olarak iyi şeyler yapacağımız sonucuna götürmez. Bu durum sadece doğru veya yanlış, iyi ya da kötü şeyler yapmak üzere rıza ve ikna ile yan yana geldiğimizi anlatır. Demokrat olmanız iyi ve doğruyu temsil ediyor olmanız anlamına gelmez. Tersi de doğrudur. Doğru ve iyiyi temsil etmek için illa da demokrat olmak gerekmez. Burada Galileo'yu anmakta fayda var; Galileo bir demokrat değildi ama doğruyu temsil ediyordu. Geniş bir rızaya dayalı yanlış bir kavrayışa karşı doğruyu temsil etmek Galileo'yu demokrat yapamazdı. Çünkü bu doğru, birlikte üretilmiş, kollektif bir bilgi değildi, o nedenle demokratik olamazdı, ama eşyanın tabiatına uygun olduğu için de doğruydu. Doğru, sadece demokrat olanların tekelindeki bir araçsallık değil, irade dışında şekillenen hakikatlerin verili bilgisidir. Hepsi bu. Gerisi gereksiz yüceltmeler ve içi boş parlak laflardan ibaret.
İnsanlık tarihi düşünüldüğünde uygarlaşma manasında doğru işler yapma ihtimalini potansiyel olarak en fazla taşıyan usul, hiç şüphesiz yine demokrasidir ve yine demokratik davranış yöntemleridir. Bu saf iyilik hali düşünüldüğünde sadece bir hak teslimi olur ve bu hakkı da teslim etmek lazım gelir.
Seçilmiş bir iradenin darbe yoluyla işbaşından uzaklaştırılması kötüyü temsil eder ve yanlıştır. Aynı şekilde ne pahasına olursa olsun seçilmiş bir iradeyi darbecilerden korumak da iyi olma halini temsil eder ve doğrudur. 15 Temmuz eylemi, seçilmiş iradeyi sahiplenip onu koruma arzusuna dayandığı için de “özgür irade” ile “özgür insanların” demokrasiyi doğrudan temsil etmiş olmaları, bu eylemi "doğrudan demokrasinin nadir olgularından" biri haline getirir. Bunun gerçek anlamı budur. Çünkü darbeciler halkın temsilcilerini bir bakıma kuşatmayı başarmış, aralarındaki rutin ilişkiye kısa süreliğine son verme başarısı göstermişlerdi. Halk seçilmiş temsilcilerinin direniş çağrısından çok önce meydanlara inerek, hayatını dolayısıyla kendi usullerini koruma altına almak için darbecilerin karşısına dikildi.
En gelişmiş demokrasinin bile nihayet “temsili” bir demokrasi olduğu düşünüldüğünde, 15 Temmuz, gerçek bir doğrudan demokrasi deneyimidir. 15 Temmuz’un Türkiye modernleşmesine, Türkiye demokrasisine ve Türkiye siyasal yaşamına, eylemli olarak, dahil ettiği olgu işte budur. Bu durumu idrak etmeden artık Türkiye'de siyaset yapılamaz. Çünkü Türkiye, 15 Temmuz’da gerçek dışsal bir düşmana karşı değil, TSK üniforması giymiş gerçek bir iç düşmana karşı demokrasiyi korudu ve içselleştirdi. Ölümü göze almaktan daha büyük bir içselleştirme olamaz. Nokta!