Yarın, 2002’den bu yana -2007 Cumhurbaşkanlığı dâhil- 11. seçime gidiyoruz. Üç genel, üç yerel, iki referandum ve iki cumhurbaşkanlığı seçiminin ardından dördüncü genel seçime gitmiş olacağız.
2002’de Meclisi tamamen tasfiye eden millet, sadece iki partiyi Meclise göndermişti. Millet, 2007 Cumhurbaşkanlığı Seçimlerine vesayet rejiminin müdahalesi sonrasında krizi çözmek üzere üçüncü partiyi de Meclise taşımıştı. Aynı dönemde millet, Kürt Meselesi’ne dair -iktidara geldikten 18 gün sonra OHAL’i kaldırarak- ilk kez bir iktidarın inisiyatif alacağının ortaya çıkmasıyla birlikte, paydaş olmaları umuduyla ‘bağımsızların da’ temsiline imkân vermişti. Geçtiğimiz sekiz yıl boyunca, mezkûr partilerden oluşan temsilde büyük bir değişim yaşanması için yapısal gelişmeler olmuş değil. 7 Haziran’a dair yapılan tartışma da böylesi bir değişim beklentisine yaslanmıyor. Zira ne açık ara birinci olması beklenen AK Parti’ye ne de muhalefetteki aktörlerin ahvaline dair yapısal bir kırılma söz konusu değil.
Olan tek şey, HDP’nin daha önce bir kez bile denemediği, kendisi olarak sırtındaki Kandil yüküyle imkânsız görünen barajı atlama girişiminin ilk seferde başarılı olup olamayacağına dair derin merak. Zaten HDP adına bütün seçim kampanyası da, sırtındaki Kandil yükünü gönüllü bir şekilde almak için sıraya giren eski Türkiye aktörleriyle yeni Türkiye perspektifi arasında geçmiş oldu. HDP ilk denemesinde başarılı olursa, ‘madalyasını vereceklerin tamamı’ yeni Türkiye perspektifiyle de, Kürtlerle de, memleket vasatıyla da fena halde kavgalı durumda.
HDP dışındaki iki parti ise AK Parti ile seçim yarışı konusunda en tecrübeli aktörler durumundalar. 11. kez bir seçimde karşı karşıya geldikleri AK Parti’nin seçimlerde ne yapacağına dair bir kafa karışıklıkları bulunmuyor. AK Parti 11. kez kazanacak, onlar da kaybedecek. Tablo bu kadar vahimken, 7 Haziran’da ortaya çıkacak yenilgiden, şapkadan tavşan çıkarma seanslarını andırır şekilde zafer çıkarma eğilimi olduğu görünüyor.
Olur da Meclis aritmetiği üzerinden millet, kampanya boyunca ‘hata payında’ tuttuğu HDP’ye barajı aşma olanağı verirse, AK Parti açık ara seçimi kazansa bile, sandalye teknolojisi üzerinden ‘bizlere’ bir kapı açılır mı? Başı sonu müthiş soru bu. 11. yenilgiden çıkarmayı hayal ettikleri zafer de bundan ibaret. Lakin bu güzelim teoriyi mahveden ise hangi sonuç ortaya çıkarsa çıksın, hiçbirisi AK Parti’nin seçimlerden açık ara birinci parti olarak zaferle çıkma gerçeğinden daha sahici olamaz.
Ezcümle AK Parti’siz hiçbir senaryo hipotetik tartışmadan öte bir anlam taşımıyor. Son tahlilde, seçim sonuçlarına göre ne olacağına AK Parti karar verecek. Kaldı ki bu durumun böyle olacağını, muhalefette olduğu halde koalisyon tartışmalarını başlatanlar da gayet iyi biliyorlar. Muhalefet partilerinin birine yüzde 15-20, diğerine 25-30 puan civarında fark atması beklenen AK Parti’den bağımsız herhangi bir siyasal hesap yapılması mümkün değildir. Sonuç olarak, seçimlerden nasıl bir iktidar çıkacağının cevabı AK Parti’dedir.
Asıl üzerinde konuşulması gereken 11. yenilginin ardından, muhalefet partilerinin ne yapacağıdır. Yüklerini alarak ‘baraj atlatma’ antrenmanlarında ciddi destek attıkları HDP gibi Mecliste var olmayı nihai zafer olarak mı adlandıracaklardır, yoksa bir yapısal dönüşümün ve kendileriyle yüzleşmenin önü açılacak mıdır?
7 Haziran’ı AK Parti’nin müstakil bir okumaya tâbî tutması için kendisinden kaynaklanan fazlaca bir sebep bulunmuyor. Tartışmanın merkezinde muhalefet bulunacak. Muhalefete dair tartışmanın da yapısal bir yönü bulunmuyor. Zira 11. kez tekrarlanacak bir neticenin orijinal bir tarafı bulunmuyor. Meclise dört partinin girme ihtimalinin sebep olduğu konjonktürel Meclis aritmetiği üzerinden hükümet egzersizi yaparak rahatlayanlar olacağı muhakkak. Lakin bütün bunlar AK Parti’nin açık ara birinci parti olacağı, muhalefetin de 11. kez seçim kaybedeceği gerçeğini değiştirmeyecek.
7 Haziran akşamı, muhalefet yenilgiden zafer çıkarma hazırlığına devam ettikçe, yeni Türkiye yüzleşmesinden de uzaklaşmaya devam edecek. Nasıl etmesin? Seçim kaybederek kazanmaya çalışan bir muhalefetin normalleşmesini kısa vadede beklemek beyhude hale geliyor. Hâl bu olunca, 7 Haziran seçim aritmetiğinden bağımsız olarak, AK Parti Türkiye’nin normalleşmesinin ana taşıyıcısı olmaya devam edecek.