Bu yıl I. Dünya Savaşı’nın çıkışının 100’üncü yıldönümü dünyanın pek çok yerinde törenlerle kutlanacak, hamasi nutuklar atılacak, kahramanlık destanları anlatılacak. Madalyalı torunlar dedeleri yerine resmi geçitlere katılacak. Kimisi imparatorluğunun bekasını, kimisi ulus devletinin kuruluşunu kutsayacak. Ama çok azı hayatını kaybeden 9 milyon askerin neler çektiğini anlatacak.
Oysa birileri çıkıp da teker teker insanların ne acılar çektiğini anlatsa, mesela bu büyük savaşa taraf olmuş İngiltere, Rusya, Almanya, Avusturya, Türkiye gibi birkaç ülkeden araştırmacılar bir araya gelip sözlü tarih tutanaklarını, romanları, anıları, hastane ve ölüm kayıtlarını inceleyip savaşın birey için ne demek olduğunu belgelese, hayal bu ya böylesi bir projenin öncülüğünü Türkiye sağlayacağı bir fonla yapsa, sizce de iyi olmaz mı?
***
O zaman insanlar savaşların kahramanlık demek olmadığını, büyük bir kıyım anlamına geldiğini, sorunların barışçıl yöntemlerle çözülmesinin gerekli olduğunu biraz olsun anlamazlar mı? Savaşın sadece siyaset, strateji, liderlik ya da jeo-politika olmadığını görmezler mi? Siperdeki askerin hislerini, korkularını, mayına basan birinin ayağının kopmasının ne demek olduğunu, kurşun ya da süngü yarasının insanda nasıl bir his doğurduğunu, ne büyük acılar verdiğini idrak etmezler mi?
Böylesi bir proje diyelim ki Türkiye’nin savaşa girdiği Kasım ayına yetiştirilse ve bir “sivil” anma töreniyle sunuşu yapılsa, aynı anda savaş içinde yaşanmış tüm vahşetler konuşulsa, Tehcir hukuki sıfatı üstündeki tartışmaya bakılmadan masaya yatırılsa, yani sadece insanların acıları anlatılsa, siyaset hiç konuşulmasa, kıyımlara kulp takılmasa, geçmişi anlamamıza, geleceğe daha güvenle bakmamıza yardımcı olmaz mı?
Böylesi bir töreni “devlet” sahiplense, savaşı kahramanlık destanı olmaktan çıkartıp bir insanlık trajedisi olarak sunsa, hatta bir yerlere insanlık anıtı dikse, kürsüye çıkacak siyasiler imparatorluk çöküşünden, parçalanmadan, emperyalist tuzaklardan bahsetmeden, sadece ve sadece insandan, Türkiye insanının yaşadığı trajediden söz etse, Türkiye kendini aşsa, kimliğini ve aidiyetini insani değerler etrafında belirlese, hoş olmaz mı?
O zamana kadar da mesela Heybeliada Ruhban Okulu açılsa, bundan sonra hiçbir bakan mütekabiliyet demese, mütekabiliyetin insani konular için geçerli olamayacağını birileri çıkıp da söylese, Türkiye’nin kendi Rum vatandaşlarının haklarını yıllardır Kıbrıs ve/veya Yunanistan yüzünden gasp etmesinin anlamsız olduğunu anladığımızı, geç kaldığımızı ama doğruyu nihayet bulduğumuzu belirtse, kısacası Türkiye azınlıklarıyla barışsa, I. Dünya Savaşı’nın yükünü 100 yıl sonra üstünden atsa, ondan tamamen kurtulsa daha iyi olmaz mı?
***
Siz ne düşünürsünüz bilmem ama bence böylesi bir Türkiye hem Kürt sorununu daha kolay çözebilen, hem de dünyadaki imajı güçlenen bir Türkiye olur. Unutmayalım ki son yaşadığımız kriz ve krizi yönetmek için bulunmaya çalışılan çareler dünyadaki Türkiye algısını olumsuz etkiledi. Gelecek yıl soykırım anmaları başladığında bu imajın daha da olumsuzlaşacağına, Türkiye’nin soykırım sözcüğünü her kullanan devlete karşı vereceği her tepkiyle daha da yalnızlaşacağına emin olabilirsiniz.
Cumhurbaşkanı Gül’ün geçtiğimiz günlerde söylediği gibi Türkiye’nin pozitif gündeme ihtiyacı var. Belli ki bu gündem daha uzunca bir süre içeride yaratılamayacak. Umarım dışarıda bir nebze yaratılır, Türkiye eski çatışma çözümcü siyasetine geri döner. İsrail, Ermenistan, Kıbrıs gibi klasik sorunlarını çözer. Ama bizim asıl insani olanı yakalamamız, kendimizi aşmamız, aştığımızı dünyaya göstermemiz gerekiyor...