Bugün TBMM’nin açılışının 100. Yıldönümü.
Yönetimde egemenliğin kayıtsız şartsız millette olduğunun kabulünden bahsediyoruz.
Böyle olmuş mu?
Şu geçen 100 yıla bakalım. Tek parti dönemi, arada Demokrat Parti’ye milletin teveccühü, vesayet rejiminin bunu hazmedemeyişi ve darbeler döneminin başlaması. Sonuncusu da 15 Temmuz FETÖ darbe girişimi…
Uzun hikâye. Ama özeti, “halk kimi seçerse seçsin, bu ülkeyi Batı’nın, bilhassa da ABD’nin güdümünde vesayetin ağaları yönetecek” denmiş.
Yüksek yargı, sivil toplum örgütleri ve medya, bu uzun hikâyede vesayetin dayanakları olmuş. Siyasette de CHP’nin zihniyeti geçerli kılınmış.
15 Temmuz FETÖ hain darbe girişimi farklı görüntü verse de, o da özü itibariyle ABD/vesayet tezgâhından başka bir şey değil.
CHP işin içinde yine var. Ne ilginç, bir din sahtekârının darbe yolunda, kaset komplosu ile Kılıçdaroğlu CHP’ye genel başkan oluyor. Sonra bütün FETÖ hamlelerinde CHP ile FETÖ kol kola giriyor…
2014 yerel seçimlerinden itibaren bu ilişki aleniyete dökülüyor.
Öncesinde, 7 Şubat 202 MİT krizinde, Kılıçdaroğlu’nun FETÖ’cü savcılara sahip çıkış var. Gezi olaylarında destek var. 17/25 Aralık’tan önce Kılıçdaroğlu’nun ABD’ye FETÖ daveti ile gidişi var. CHP milletvekillerini, Bankasya’nın önüne göndermesi var. Kendisinin Zaman gazetesini ziyareti var. Fetullah Gülen sorulunca, “mazlumdan yana olmayacağız da kimden yana olacağız” meydan okuması var…
Devreye Cumhuriyet gazetesinin girişini de unutmayalım. Şimdi Avrupa’da ajanlık yapan Can Dündar, gazetenin başına geçirilince tam anlamıyla FETÖ’cü bir Cumhuriyet var.
Egemenliğin, bugün Cumhur İttifakı ile millette olmasının hazımsızlığı sürüyor.
Muhalefet bu hazımsızlığı bir cephe savaşına dönüştürdü. Her gün Türkiye’yi geriyorlar. Etki ajanları; gazete, televizyon, sivil toplum marifetiyle her gün yalanlar uyduruyor.
FOX TV’de Portakal, Sözcü ve Cumhuriyet gazeteleri yabancılara karşı değil Türkiye’ye karşı savaş veriyorlar.
Virüsle mücadelede bile Türkiye’nin değil Uganda’nın yanında duruyorlar.
Tam bir psikolojik savaş sürdürülüyor.
Lafı son örneğe getireceğim.
3 gün önce CHP Üsküdar İlçe Başkanı Suat Özçağdaş, yanına iki CHP’li yöneticiyi de alarak, Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Prof. Dr. Fahrettin Altun'un Kuzguncuk'taki evini fotoğraflamak isterken polislere yakalandı.
CHP İstanbul İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu, ilçe başkanının görevini yaparak ve partisinin talimatıyla gittiğini belirtti.
CHP teşkilatlarının böyle bir görevi asla yok. Yasada görevliler belli.
Bu yapılan, parti devleti zihniyetinin hortlamasıdır ki, tek parti döneminden kalma genlere işlemiş bir alışkanlıktır.
İstanbul Anadolu Cumhuriyet Başsavcılığı'nca olayla ilgili soruşturma başlatıldı.
Bu olayda provokasyon var.
Bir devlet görevlisinin ailesinin açıkça hedef gösterilmesi var. Bir ailenin, çoluk çocuğunun can güvenliği tehdit etme, tehlikeye atma var. Bir annenin, “Çocuklarımın en temel güven duygusunu paramparça ederek ne elde edeceksiniz?” feryadına bir cani gibi kayıtsız kalmak var.
Bu yapılanda insanlık yok. Eşkıyalık, pervasızlık, ahlaksızlık ve vicdansızlık var.
Bu siyaset değil.
Hedef elbette Fahrettin Altun değil. Hedefte 18 yıldan beri Erdoğan var. Erdoğan başarılı oldukça dengeleri bozuluyor ve onun görevlerini yapan mesai arkadaşlarını yıpratmak için her şeyi mubah görüyorlar.
Rüzgâr eken fırtına biçer.