Kamuda başörtüsünün önünü açan Bakanlar Kurulu kararı, demokrasimizin örnek hamlelerinden birisi olarak tarihe geçecektir. Her açıdan örnek, her açıdan gerekli ve her açıdan demokratik bir hamle...
Düzenlemenin, AK Parti’nin iktidarı kazandığı 3 Kasım 2002’den bugüne geçen 10 yıl, 11 ay ve 4 gün sonra gelmesi de bir başka demokrasi örneği olarak tarihe kayıt düşülecektir.
4 Kasım 2002’de değil, veya AK Parti’nin ikinci genel seçimini kazandığı
22 Temmuz 2007’nin hemen ertesinde değil, referandum zaferinin ardından 13 Eylül 2010 sabahı değil, yüzde 50’yi bulduğu 11 Haziran 2011’de de değil... Tam, 10 yıl, 11 ay ve 4 gün sonra...
Takvimin böyle işlemesi, Erdoğan’ın görece kendi tabanına yönelik bir demokratik adım için sabırla ve soğukkanlılıkla bugüne beklemesi demokratik tavrın eseridir. O zamanlar şartlar uygundu veya değildi tartışması da anlamsızdır. Malum, bazıları için şartlar bugün de uygun değildir.
Öteden beri başörtüsünü bir tehdit, tehlike görenler kadınların örtünmesini irtica alameti görenler bugün de seslerini yükseltiyor. İtirazcılar için şartlar hiçbir zaman uygun olmayacak.
Ama şekli ve gerekçesi ne olursa olsun hiçbir itiraz, ülkenin en önemli sosyal meselesi ve aynı zamanda en güçlü sosyal tabanını ifade eden başörtüsünün özgürleşme ihtiyacını engelleyecek demokratik ve ahlaki gücü temsil etmiyor. Türk, Kürt ya da AK Parti’li, CHP’li, MHP’li, BDP’li kadınlar başörtüsü takıyor. Sebebi ne olursa olsun; ister dini, ister siyasi, ister de geleneksel saiklerle başını örtmek ve bu kıyafetle hayatta var olmak isteyenlere karşı direnç kabul edilemez. Direnmek ve hele hele engellemek bariz bir hukuksuzluk, demokratik açıdan ise yasakçılıktır. Ayrıca, benzersiz bir kadın hakları ihlalidir de...
Türkiye, Pazartesi günü işte bu hukuksuzluktan ve yasaktan kurtulmuştur.
Erdoğan, ülkeyi bu yasaktan kurtarırken ancak kaliteli demokrasilerde mümkün olabilecek bir yöntem izlemiştir. 11 yıla yakın süre boyunca bu anormal durumdan her gün rahatsız olmasına rağmen soğukkanlılığını kaybetmemesi, benzer sorunların yaşandığı ülkeler için de model olacaktır. Nitekim Başbakan, bu modeli sadece başörtüsü için değil; askeri vesayet, bürokratik oligarşi, azınlık meseleleri, Kürt sorunu ve sosyal adaletsizlik gibi temel sorunların çözümünde de ustalıkla kullanmıştır.
3 Kasım 2002 Türkiyesi’nde aşılamaz, üstesinden gelinemez gibi görünen birçok sorunun yıllar içerisinde toplumsal katılımla üstesinden gelinebilmesi bu sayede mümkün olabilmiştir.
Önce özgür tartışma, sonra empati ve tolerans, ardından da sahiplenme...
Ülke askeri vesayetten böyle kurtuldu, Kürt sorununda, azınlık haklarında tabuları böyle aştı ve nihayet başörtüsüne özgürlüğü de böyle benimsedi.
Başbakan bunu yaparken sadece “laikçi” muhalefeti dengede tutmakla kalmadı aynı zamanda kendi tabanının hassasiyetini yönetmeyi de başardı. Zaman zaman ciddi eleştiriler aldı, zaman zaman bu sorunu ailesinde yaşıyor olmasına rağmen yeterince duyarlı olmamakla bile kritik edildi ama yöntemine sadakatten vazgeçmedi. Aynı anda birçok temel sorunu yöneten lider olmanın sorumluluğuyla bir çözümün diğerinin kalitesini düşürmesine müsaade etmedi.
Bu tutarlılık sayesindedir ki, Cumhuriyet tarihi boyunca rejimin en temel ötekileştirme simgesi haline getirilen başörtüsünün kamu kurumlarında serbest bırakılması, ülkenin en yüksek katılımlı demokratik hamlesi olabildi.
Geçtiğimiz haftaya kadar başörtüsüzlük üzerinden tanımlanan rejimin bu yasakçı ve çağdışı niteliği ortak bir kabulle tarihten silindi. Sadece yasak kalkmış olmadı aynı zamanda başörtüsü hakkına itiraz, sistemden kaynaklanan meşruiyetini kaybeden marjinal bir fikir olarak sınırlanmış oldu.
Evet... Özgürlük 10 yıl, 11 ay ve 4 gün sonra geldi ama hem bir demokratikleşme modeli olarak, hem de toplumsal normalleşme aracı olarak geldi.