Türkiye, 1 Kasım Seçimleriyle birlikte takriben 20 ayda dördüncü kez sandık başına gitmiş olacak. Mart 2014’te yasal olarak başlayan bu seçimler silsilesi, siyasi atmosfer anlamında Taksim olaylarıyla start almıştı. Bu nedenle 1 Kasım tarihi, 2013’ten bu yana oluşan siyasi atmosfere ‘seçmenin son bir nokta koyması imkânı sunacak’ önemli bir dönüm noktası olacaktır.
Mevcut durumda, 1 Kasım Seçimlerini ‘siyasal ve toplumsal’ anlamda çerçeveleyecek güçlü ve somut dinamikler mevcut. Bu dinamiklerin başında, ‘7 Haziran neticesi’ geliyor. 7 Haziran’ın aslında tek başına 1 Kasım’ın kaderini belirleme ve ihata etme gücü bulunuyor. Zira 7 Haziran, 2013’te başlayan sürecin siyaseti ifsat edişinin Meclis aritmetiğine yansıma tarihi oldu.
7 Haziran ile hâlâ Türkiye siyasetinde yapısal ve kalıcı değişimler ortaya çıkmış değil. Büyük ölçüde Meclis aritmetiğine yaslanan ‘hükûmet krizi’, siyasetin kimyasında yapısal kırılmalar neticesinde hayata geçmedi. Tam aksine, ittifak haritasında yaşanan değişimler ve reorganizasyonlar neticesinde, 13 yılın sonunda hükûmet kurmayı imkânsız hale getiren bir sonuç ortaya çıktı. İttifak haritası, tabiatı itibarıyla çok dinamik bir alana tekabül etmektedir. Dolayısıyla, kalıcı siyasi yatırımlar açısından riski yüksek bir zemin durumundadır. Mesela 1 Kasım’da, benzer şekilde ittifak haritasının kendisini koruması mümkün görünmemektedir.
Zaten bu durumun en somut göstergesi, 7 Haziran sonrası yaşanan Meclis başkanlığı seçimlerinde sıkça ortaya çıktı. Bu noktada, 7 Haziran’a parti-içi ittifaklarla giren siyasi partiler de, Meclis başkanlığı krizinin bir benzeriyle yüzleşmek durumunda kalacaklardır. Zira bütün siyasal varlığını ittifak teknolojisini korumak üzere şartlandıran siyasi partiler, bir süre sonra ana siyasi temayı nesheden bir noktaya ulaşıyorlar. Bu partilerin başında ise HDP ve CHP geliyor.
1 Kasım’ın siyasi partiler açısından en sancılı kısmı, kullanacakları siyasi dil ve argümanlar olacak. AK Parti pozitif siyasi gündemini korumak zorunda. Çünkü siyasi coğrafya haritasında görüldüğü ve Mecliste 7 Haziran sonrası ortaya çıktığı üzere, AK Parti’siz denklemlerin imkânsızlığı ortada. AK Parti, 1 Kasım’da ‘vazgeçilmezliğini siyasete tercüme etme başarısı’ oranında kendi imtihanını verecektir. Muhalefet partilerinin ise 7 Haziran öncesi ve sonrasında benzer bir hat üzerinde yürümeleri -kendi elleriyle- imkânsız değilse de, bu durumu ciddi anlamda zorlaştırmış durumdalar.
Zira CHP, 7 Haziran’a 2014 yenilgilerini telafi etmek üzere girdi. Baştan aşağı AK Parti karşıtlığına odaklanmanın avantajını psikolojik olarak yaşa da, bu durumun siyaseten oylarına yansımaması nedeniyle, CHP’ye pozitif bir katkı sağlamamış oldu. CHP 1 Kasım’da hem 7 Haziran yenilgisine odaklanmak zorunda hem de AK Parti’den çok kendisine dair ‘kâr-zarar’ hesabı yapmak durumunda. Bunun anlamı ise CHP’nin ittifak haritasını yeniden gözden geçirmek durumunda kalmasıdır. CHP’nin seçmeniyle HDP’nin, hem AK Parti’ye hem de terör marifetiyle Türkiye’ye kılıç sallaması 1 Kasım’da somut sorun haline gelecektir.
HDP de, 7 Haziran öncesi ve sonrasında aynı eksende durmakta zorlanacaktır. Hem 7 Haziran’da seçmenin sağladığı %13’lük siyasal ve toplumsal güvenceye rağmen hem de terörün yükselmesinden dolayı, HDP’nin yapısal olarak da 1 Kasım’a aynı dinamiklerle girmesi mümkün değildir.
Dolayısıyla, seçmenin 7 Haziran sonrası yaşanan tablodan da yola çıkarak, kalıcı siyasi yatırımlar açısından riski yüksek bir zemin olan ittifak teknolojisinde mi, yoksa ekonomik ve siyasi istikrar açısından münbit bir zemin sunan tek parti iktidarında mı karar kılacağı, asıl soruyu oluşturacaktır.