Geçtiğimiz hafta Fransa'da 100. yılı idrak edildi 1. Dünya Savaşı'nın bitişinin... Lakin 1. Dünya Savaşı'nın en ağır bedelini ödemiş Osmanlı Devleti yoktu katılımcılar arasında. Toprakları işgal edilmiş, paylaşılmış, yağmalanmış, ağır yükümlülüklerle çökertilmiş, tarihe karışmış bir Osmanlı'nın yıldönümüydü bu aslında... Ve açılan büyük bir girdabın, derin güvensizliklerin, belirsizliklerin, dağılmaların, ağır hüzünlerin, işgallerin, yurtsuzlukların, yoksulluğun ve yitikliğin yıldönümüydü...
1815'teki Viyana Kongresinde açılan ‘Şark Meselesi’ dosyasının, Osmanlı'yı Avrupa'dan atmak şeklinde özetlenebilecek içeriği, Birinci Dünya Savaşı’nın sonunda kısmen de olsa başarılmıştı. 1815'te ‘Osmanlı hakimiyetindeki topraklarda yaşayan Hıristiyan halkların hakları’ başlığı ile Rusya tarafından ortaya konan büyük siyasi ideal, aslında Haçlı İttifakı'nın 20. yy'daki yenilenmiş muhtevasını kotarıyordu.
Osmanlı'nın Avrupa'dan çıkartılma gayesi, aslında ‘Haç/Hilal’ karşılaşmasıydı...
1. Dünya Savaşı'nın ardından Hilal, Avrupa'dan atılmakla kalmamış neredeyse Anadolu'nun içlerine hapsedilmişti. Tüm Orta Doğu ve Hicaz'da, Kuzey Afrika memleketlerinde, Türkistan illerinde hilal mahpustu ve ağlıyordu artık... Anadolu'daki hilal'in hakkı için İstiklal Harbi verildi, dağılan Osmanlı'nın ardından yeni Türkiye Cumhuriyeti kuruldu...
***
İnsanlığın geleceğine dair iki hayati mevzuyu çözümlememiz gerekiyor; ‘adalet’ ve ‘barışa dair denge’... Adaleti yani Uluslararası hukuku ihdas edecek, sözleşmelere uygunluğu denetleyecek bir muhakeme yapısının kurulması gerekiyor. Birleşmiş Milletler ne yazık ki bunu sağlayamıyor. 5'li veto ülkesi, hukukunun işlemesi önünde en büyük engel... Türkiye'nin ‘Dünya 5'ten büyüktür’ itirazı, yaşanmış nice ağır haksızlıklar ve zulümlerden sonra yükselen haklı bir avazdır. Yeni hukuk arayışlarının sembolü olan bu itiraz, kurulmakta olan ‘yeni dünya’nın ilk işaret fişeğidir.
Yeni Dünya'da ‘barışa dair denge’ kavramı da hayatidir. Duvarların ve blokların çöküşünden sonra, geleceği zannedilen barış bir türlü gelmemiştir. Küreselleşme siyaseti bir dünya evi oluşturacağı yerde, ‘farklı olandan rahatsızlık’ ve ‘farklı olanın reddi’ şeklinde genelleştirebileceğimiz bir başka dayatmayı üretmiştir. Bunun neticesinde dünya, radikal anlamda bir geriye atak yaşamış, bittiği zannedilen dinler savaşı yeniden gündeme gelmiştir.
Yabancı düşmanlığı ve ırkçılık olarak içerik kazanmış İslamofobia dalgasına baktığımızda, Avrupa'da yükselen aşırı sağ eğilime göz attığımızda veya ABD'de Trump ile birlikte yeniden hız kazanan evanjelist ideacılık akımını izlediğimizde, globalizmin histerik çöküşünü görüyoruz. Neredeyse 1492 Endülüs'ünde yaşanan reconquista'lı günler kadar karanlık, geriye sarmış, geriye sararken katmerlenmiş bir bloklaşma!
Ahengin çok sert anlamda bozulduğu şu sıralarda, ‘Türkiye'nin ruhu’nu fark ederek yeni bir çıkış yapmak zorundayız...