21 Aralık 2024 Cumartesi / 20 CemaziyelAhir 1446

Midemiz doyuyor, hücrelerimiz aç!

Neziha Çakıroğlu22 Mayıs 2014 Perşembe 07:00 - Güncelleme:
Midemiz doyuyor, hücrelerimiz aç!

Sağlıklı başladığımız hayatı neden sağlıklı devam ettiremiyoruz. Beslenme alışkanlıklarımız bunda ne kadar etkili? Hastalıklar kader mi? Yoksa bir ömür boyu hastalanmadan yaşayabilmek mümkün mü? Onlarca diyet içinden hangisini seçmeli, hasta olmamak için nasıl beslenmeliyiz? Uzun zamandır sorduğumuz bu sorulara verilen cevaplara çoğu zaman ikna olmamışken gündemimize 'alkali diyet' girdi. .. Akademisyen bir biyokimya uzmanı olan Ayşegül Çoruhlu ise Türkiye'de konuyla ilgili akla gelen ilk isim. Önce Alkali Diyet daha sonra Tokuz Ama Açız isimli kitapları yayınlayan Dr. Çoruhlu çeşitli platformlarda alkali beslenmeyi anlatıyor...İşte konuya ilişkin ayrıntılı sorulara Dr Ayşegül Çoruhlu'nun verdiği cevaplar...

Biyokimya uzmanı bir hekimsiniz ne anlamalıyız bundan?

Biyokimya uzmanlığı tıp fakültesinden sonra alınan üst ihtisaslardan biri. 4, 5 yıllık bir eğitimi var. Biyokimya uzmanlarının normalde yaptığı şey sizin herhangi bir test için gittiğiniz laboratuarı kontrol etmektir. Biyokimyacılar, buralarda görev yapan teknisyenlerin direktörleridir. Biyokimya eğitimi esasında işin mutfağını anlatan bir eğitimdir. Her hekim bunun eğitimini alır ama ben onu ihtisas olarak ayrıca yaptım. Vücut dokularının ve sıvılarının içindeki kimya, biyokimya demek. Şeker de kolesterol de vitamin de hormonlar da bir kimya. Yapılabilen bütün testler biyokimya oluyor. Testler en önemli şey. Test olmadan bir sonuca varamıyoruz. Dolayısıyla biyokimyanın yaptığı şey hücre düzeyindeki bütün metabolik sistemleri ölçmek. Biz olmadan klinisyenler teşhis koyamaz; çünkü biz verileri veriyoruz ona göre hastalık belirleniyor. Biyokimya hücre düzeyinde işin mutfağı...

Alkali beslenme için bir hücre koruma programı diyebilir miyiz?

Diyebiliriz. Bir önceki açıklamaya bağlarsak ben hücre biyokimyasını diğer hekimlere göre daha çok biliyorsam, zaten durum da şuraya geldi ki, aslında organlardan ve hastalıklardan önce hücreler var. O hücreler bozulmadığı sürece ne bir dokuda ne bir organda hastalık olmuyor. Hastalıkların ortaya çıkması beş on yıl alan bir şey. Bu durumda işin en başına dönüyor olduğumuz zaman bir bakıyorsun ki tek hücreyi koruyarak işe başlamam gerekiyor. Bu alkali beslenme hali. Tersi olan asit hali de zaten hücre düzeyindeki bir durumu anlatıyor. Bunu benim branşımdaki birinin anlatmasının sebebi de alkali ve asit olma halinin vücut sıvıları ve dokularıyla ilgili bir ayarlamadan geçiyor olması. Buradaki alkali lafını şu anlamda kullanıyoruz vücudun içi; hücreler, kan, dokular, aslında tamamı ideal alkali bir değerdeki zeminde daha iyi çalışıyor. Bu da Ph metre dediğimiz skalada 7 ve üstü anlamına geliyor. Yani 7 ve üstü alkali, 7 ve altı asitli değer oluyor, herhangi bir sıvının değeri için. Sonuç olarak hücreler aslında alkali olmak istiyorlar ve hücrelerde işlemler sonucunda metabolik artıklar olduğu zaman onlar da aslında asit artıkları oluyor. İdrarla, terle, dışkıyla, attığımız şeyler... Yani alkali- asit hücrenin ideal dengesini anlatıyor. Alkali olmak istediği hal, asit atmak istediği durum.

Organlarımızı biliyoruz hastalıklarımızı biliyoruz fakat hücrelerimiz olduğunun farkında değiliz. Tokuz Ama Açız derken buna işaret ediyorsunuz sanırım.

Evet, midemiz doyuyor hücrelerimiz aç diye... Bu yaklaşım artık tıbbın bütün alanlarında aslında kendini gösteriyor. Esasında bu alakayı yani vücuduna koyduğun yakıt olan hammaddelerle aldığın performans arasındaki bağlantıyı bu kadar geç fark ediyor olmak ve bununla yüzleşmiyor olmak aslında tıbbi olarak da hekimler adın bir ayıp. Şimdi fark edildi ki her yediğin her yaptığın her düşündüğün bile sistemin içinde bir efekte sahip. Burada sadece yeme- içmeden bahsediyorsak eğer, nefessiz yaşayamamak, susuz yaşayamamanın karşılığı canlı olma halini sürdürmek. Ama bir canlı olarak bir de biyoloji var. Biz biyolojik kuralları unuttuk. İnsan biyolojisine uygun beslenmenin; topraktan çıkan sebzeler, meyveler, işlenmemiş yiyecekler, olduğu konusundaki bilgiyi unuttuk. Modern hayat, hazır yiyecekler, ticari kaygılar vs bizi hazır, işlenmiş yiyeceklere götürdü. Ama hastalıklar arttı. Demek ki biyolojimize bunlar uygun değil. Bu bağlantının çok daha önce kurulmuş olması gerekirdi. Sigaranın ne kadar zararlı olduğu 30 yıl , şekerin sigara kadar zararlı olduğu yeni çıktı, derken unun zararlı olduğu derken, geleceğimiz nokta şudur: Bir şey topraktan çıkmış işlenmemişse yararlıdır ama işlemden geçmişse problemdir! Yani orada konu hücreyi ve biyolojiyi unutmak oldu. Ben veteriner olsam hayvanların biyolojisine uygun besinleri vereceğim. Biz de canlı olduğumuz için biyolojimize uygun beslenmeliyiz. Hazır gıdaların hiçbiri biyolojik olarak bize fayda sağlamıyor. O yüzden de zaten tıbbın ilerlemesine rağmen yeni nesilde daha çok hastalıklar görülüyor.Modern hayat yüzünden hücre biyolojisine uygun besinler alınamıyor.

Alkali beslenme sağlıkla ilgili nihai nokta mı yoksa bir üstü gelir mi?

Haklısın. İsim koyduğun zaman o bir trendmiş gibi oluyor. Ama burada isim belki daha sonra biraz demode olacak ama kavram demode olmayacak. Çünkü hangi beslenme önerisinden bahsedilirse bahsedilsin şimdiye kadar; bir takım eksikler ve yanlışlar hep oldu ama hiçbir zaman sebze meyve ağırlıklı baharat tohum gibi bitkisel ağırlıklı beslenmenin kötü olduğuna dair hiçbir cümle kurulmadı. Dünyanın hiçbir yerinde ne ayurveda da ne de tıpta böyle bir cümle kurulmadı. Sadece bunların önemi atlandı. Yeşillik yiyor olmanın önemi masaya konulan bir konu olmadı. Et, süt, un yemeyelim gibi konular oldu ama ne yemeyelimden çok ne yiyelim konusu aslında o kadar çok konu olmadı. Hiç kimsenin laf etmediği bitkilerden oluşan bu grup tek sonuç. Şimdi ben bunu hücre düzeyinde alkali olma hali olarak anlattıysam bir başka hekim diyebilir ki bu antioksidan beslenme öbürü diyebilir ki bu antienflamatuvar beslenme. Yani bir takım sağlık faydalarından bahsederek yine dön dolaş aslında yine bitkisel beslenmedir bunun cevabı. Bunun bir ilerisi ne olur? Diyelim ki baklagilleri yemek iyi diye konuşuyoruz, bir sonraki adımda aslında o baklagillerin filizlendirilip fasulye filizi ve mercimek filizi yemenin daha iyi olduğu olacak. Gene iş ota ve bitkiye doğru gidecek. Bunu bir sonrası sebze, sebze suları, filizlendirme, pişirmeden beslenme olarak devam edecek... İlk basamak, hayvansal işlenmiş gıdaları azaltıp bitkiye ağırlık vermek...

Bazı insanlar asidik beslendiği halde zayıflar.Asidik beslenmenin en ucuz maliyeti kilo almak diyorsunuz. Asidik beslenip de fit olanları nereye koyacağız?

Genç olunca pek anlaşılmıyor. Bir süre sonra hücreler onlara istemediği türde besini vermeye devam ettiğin sürece kendileri o besini almamaya başlıyorlar. Hücreye sürekli unlu şekerli hayvansal gıda veriyor olduğunda 20'ler, 30'lar 35'ler idare eder gibi görülüyor ama öyle bir şey oluyor ki hepimizin bir anda belimizin kalınlaştığı bir yaş oluyor. Hücre kendi duvarını kalınlaştırıyor ki biz ona insülin rezistansı diyoruz. Hücre istemediği yiyecekleri içeriye almakta direniyor. O zaman şöyle oluyor:Sen az yiyorsun az yediğin halde sürekli açsın az yediğin halde sürekli kilo alıyorsun. Anlamı şu onun : Hücrenin içi aç ve sana sürekli açlık sinyali veriyor! Enerji hücrenin içine giremiyor çünkü hücre onu istemiyor. O zaman kilo problemiyle diğer sorunlar başlıyor. Yapılan hiçbir yanlış havaya gitmiyor ileriki yaşlarda vücut onlar için bir beden ödüyor.

Hastayız ve öğrendik ki alkali beslenme diye bir beslenme var. Alkali beslenmeye geçtiğimizde nasıl bir kazanç sağlarız?

Bir teşhis aldıysan eğer o teşhis bir organın hücrelerinin paslanmasıdır. Ne yaptı hücreler? İstediği enerji türünü alamadılar, istediği fonksiyonu gösteremediler, fonksiyonlar yavaşlayınca orada bir hastalık oldu. Bu hastalığın adı küçücük bir cilt kırışıklığından saç beyazlaması gibi çok hafif bir şey de olsa, osteoporoz da olsa, gerçekten kanser de olsa, buradaki sistem hep aynı çalışıyor. Bu şekilde besleniyor olmanın en hafifinden en ağırına fayda sağlamaması kabul edilemez. Her zaman için sebze ağırlıklı besleniyor olan bütün hastalıklarda artıya yazar. Çünkü o zaman sen ne yapıyorsun? Fonksiyonları yavaşlamış yahut kendisi bozulmuş ya da başkalaşmış veya bağışıklığın düştüğü vücutta bütün hücrelere doğru yakıtı veriyorsun. En iyi performansı göstereceği yakıtı hücreler verdiğinizde onlardan da en iyi performansı bekleyebilirsin. Bu iyileşmek, hastalığın şikayetlerini azaltmak, yavaş yaşlanmak performansı olabilir. Bir tek hücrenin araba gibi en iyi benzin motorunu koyuyor en yüksek performans alıyorsun. Yakıtı kötü koyduğun sürece egzosu da performansı da kötü oluyor çabuk da yıpranıyor.

Hücremizin kalınlaşan duvarı eski haline dönüyor mu?

Evet dönüyor. Sadece beslenerek dönüyor. Çünkü zaten diyelim ki metabolik sendromun var, karaciğerim var, belim kalın, diyabet öncesiyi, hipotoidiyim diyen kişilerde sebze ağırlıklı beslenmeye geçtikleri zaman zaten sistem kendi içinde yenilemeye başlıyor. Hemoglobin a1c diye bir test var üç aylık şekerinizi gösteren. Üç ay alkali beslenirseniz onun çok düştüğünü görüyorsunuz.Yıpranmaları azalıyor. Açlık insülini, açlık şekeri, düşüyor. Ürik asit mesela hayvansal gıdan, o düşüyor. Bir sürü kan parametresinden işlerin yolunda gittiğine dair bir sürü parametre alıyorsunuz, hissiyatın dışında...

Alkali gıdalara intoleransımız olabilir mi?

Buradaki ayırım şu aslında intorelans konusunda çok kafa karıştıramamak lazım. Maydonoza intorelans diye bir şeyin kabul edilmesi gereksiz. Böyle bir şey çıksa bile dikkate almak zorunda değiliz, bitkiyse konumuz. Bir şey bitkiyse testte öyle çıksa bile ben dikkate almıyorum. Dikkate aldığım tek şey herkes ama herkes önünde sonunda az veya çok olarak üç grup yiyeceğe duyarlı olacaktır. Gene bu, insan biyolojisine uygun olmadığı için. Unlar! Buğday, arpa, çavdar, gluten içeren unlar, hiçbir insan türü için uygun değil. Testlerde negatif çıksa bile ileride bir gün pozitif olacak demektir çünkü en zayıf noktamız o. İkincisi inek sütü ve ürünleri, lor ve kefir hariç. Birde maya var ki o da ekmeklerle geliyor. Ekmek ve inek sütü grubunu devreden çıkardığımız zaman gıda duyarlılığı konusunu da çözmüş oluyoruz. Onlar zaten asitlendiren gıdalar oluyorlar, alkali olmuyorlar.

Kan grubuna göre beslenmeyi nereye koyuyorsunuz?

Biz gıda duyarlılığı diye bir kan testi yapabiliyorsak bu ileri bir teknolojidir. Ama kan grubuna göre beslenme daha eski; teste göre değil, istatistiksel bilgiye dayanıyor. Dört kan grubu var ve gözlemler ve deneyler sonucunda gruplar oluşturulmuş. Tek kanda test edilmiş bir şey anlamında değil. Kanda ölçebildikten sonra, kan grubu testi eski ve demode kalıyor. Ama gene o da bağışıklık üstünde çalışır. Şuna uyumu-uyumsuzluğu var diye bazı yerleri doğru olabilir...

Bağışıklık sitemi ve otoümmin hastalıklar konusunda ne diyeceksiniz?

Bağışıklık hücreleri de beslenmek ve doğru düzgün enerji almak istiyorlar. Tıpkı cildimizdeki böbreğimizdeki hücreler gibi bağışıklık hücrelerinin de doğru hammaddeyle çalışmaları lazım. Doğru beslenmezsen onlar da yorulur. Bağışıklığın yorulmasının karşılığı şu: Cilt yorulunca kırışır, leke yapar böbrek yorulunca böbrek taşı olabilir. Bağışıklık yorulduğunda tespit etme güçleri azalır. Nedir tespit etme gücü? Bağışıklığın işi dışarıdan gelen zararlıyla içerideki eskimişi yok edecek. Gençken yaralar çabuk iyileşiyor çünkü bağışıklık güçlü ve görebiliyor. Yaşlılıkta seçim hatası yapıyor. En çok trotitle başlayan, kendi dokularını yabancı zannediyor ve oraya saldırıyor. Romatizmada alzheimerde de öyle...

Peki bu saldırı sadece yaşlılarda mı oluyor?

Gençken de olur, genetik olarak ona bir tandansı da olabilir. Yani bağışıklık gücü daha zayıf olabilir çok alerjik reaksiyonlarda aslında bağışıklığın gereksiz reaksiyonu anlamına gelebilir. Ama bunların hepsinin mantığı gene bağışıklığı rahatsız edecek yiyecekler ki; gıda duyarlılığı buna girer. İnek sütü ürünleri ve ungilleri yememek gerek. İkincisi de sebze ağırlıklı beslenerek bağışıklık hücrelerine gereken hammaddeyi vermek. Otoümmin hastalıkların başlaması genelde bir stresle birlikte görülüyor. Stres yani düşünce halinin yarattığı durum nerdeyse alkali beslenmenin bile düzeltemeyeceği bir şey. En büyük mesele aslında düşünce ve hayat tarzı olarak stresten uzak durmak. Vücutta stres olduğunda çıkan hormon bütün sistemi çöktürüyor.

İstediğiniz kadar alkali beslenin...

Gene faydası var ama alkali beslenmeden daha üstün ne var derseniz 'çok yüksek bir olumlu ruh hali' diyebiliriz.

Otomümmin hastalılarla ilgili tamamen iyileşmesi mümkün değil, tedavisi yok şeklindeki yaklaşım modern tıbbın aczi değil mi?

Bir kişinin toidi var ve kan testlerinde troit antikorlarına bakıyorsunuz. Diyelimli 10'a kadar olması gereken test 600. İşte bu insan da troit hapları alıyor falan...Sen alkali beslendiğin zaman o antikorlar 600'den daha düşük bir değere iniyor senin ilaç dozun azalıyor aslında. Ya da romatizman var, ağrıların azalıyor. Balık yağı içeren ürünler yediğinde. Şikayetlerinin azaldığını görüyorsun çünkü zaten otoümmin hastalığın hızını öngörmek imkansız. Normalde sessiz giden bir otoümmin hastalık yaşanan bir stres yüzünden kendini arttırabilir. Onlar hep sessiz ve bekliyor durumdaysalar eğer onları minimumda tutmanın yolu da yine bu şekilde besleniyor olmak. Ona tedavisi yok demeyelim de sessiz tutup ortaya çıkarmamak mümkün diyelim.

Hastalıkların genetikle ilişkisi konusunda ne düşünüyorsunuz?

Bir hastalıkla ilgili sadece genetiktir demek birkaç özel durum hariç doktorların aczidir. Genetik olarak hastalığa birden ona kadar olan dilimde beş yatkınım. Bu beşi hayat şartlarım belirliyor. Eğer ben antioksidan temizlik yapabilme gücü zayıf bir genetiğe sahipsem sigara içmezsem şanslıyım. Ama sigara içersem diğerlerinden daha hızlı bir problem yaşayabilirim . Meme kanserinde eğer ailede yatkınlık varsa o zaman fibrokistlerimi daha sık kontrol ettirirsem, brokoli gibi meme sağlığımı koruyacak bitkisel beslenmeye dikkat edersem kabız olmamaya çalışırsam, iyi yağları alırsam, demek ki onu biraz daha aşağıya çekebilirim. Yani genetik bir yere kadar... Mesela diyabet hastaları kendilerine önerilen beslenme şekliyle beslendiklerinde diyabet ömrü uzatmış oluyor. Aslında diyabet olma hali en ideal beslenme hali... Diyabete eğilimlilik tersine uzun ömür vermiş oluyor.

Siz vitamin mineral destek seminerleri de veriyorsunuz. Eczanelerde vitamin, mineral ve gıda destek takviyelerini ilaçlarla yarışır halde görüyoruz. Türkiye'deki bu maddeler ihtiyaca cevap verir nitelikte mi?

Bence fiyatları fazla. Daha kolay ulaşılabilir, fiyatlarda olması gerekiyor. Türkiye olarak bu kadar sebze ve meyve bolluğuna rağmen kendim yazdığım halde; insanların vitamine ve minerale yaslanmış olmalarından hoşlanmıyorum. Sadece insanlar disipline olamıyorsa, onları eklemeye çalışıyorum. Bir bardak sebze suyunu bir sürü antioksidana tercih ederim. Onu yapmadıkları için aslında o destekleri veriyorum. Fakat gene de ilaçlarla kıyaslarsak vitaminler elimizdeki en büyük güç.

Tuz konusunda da farklı görüşler var...

Tuzun esasında zararı yok. Tuz neden zararlı olarak algılanıyor? Çünkü zaten bozulmuş damarların; daralmış, tansiyona müsait olmuş, asitlenmiş damarlar, tuz yiyor olduğunda vücudun içinde su biriktiğinde kalbi zorluyorsun. Tansiyonu zorluyorsun. Tuz yiyor olmak aslında damarın kötülüğünü gözle görünür yapıyor. Senin tuzu ve suyu azaltarak yani vücuttan su atarak az kanla o işi çaktırmadan yapıyor olman durumu değiştirmiyor. Sadece belirtileri azaltıyor. Damar gene sert oluyor. Damarın sertliğine dönük baktığında tuzdan olmuyor. Niye oluyor şekerli, hayvan ürünlü, asitli besleniyor olmandan, oluyor. Damarı sertleştiren şey tuz değil. Tuz damarın sertliğini ele veriyor. En başta tansiyonu yapan şey tuz değil.

Eklemek istediğiniz başka bir şey var mı?

Şu konum bence çok mühim. Dediğim gibi bu bir diyet ve zayıflama değil. Hiçbir zaman birkaç kilonun bir önemi yok. Ama ilk etapta o önemliymiş gibi geliyor. Halbuki genel iyilik halinde hisler bile değişiyor. Şöyle bakılmalı: Ben bu yiyecekleri gövdeme sokarsam kendimi daha iyi hissedeceğim. Otomatik olarak daha pozitif bir insan olacağım . Çünkü vücudun kimyası, hormonlarla aslında gene hücrelerle ilgili bir şey. Bizim karakterimiz çok zannettiğimiz gibi değil. Nasıl öğlen makarna yediğimizde öğleden sonra ağzımızı açacak halimiz kalmıyor o bir karakter haline geliyor.. Onu yapmayarak daha enerjik, daha yüksek beceriklilikte daha yüksek kapasitede olabiliriz. Alkali besleniyor olmak da bireylerin bence duygusal beyin ve fiziksel kapasitelerini de arttıran bir şey. Öyle beslenerek kendimizin birkaç katı oluyoruz. Karar kapasitemiz, stresle baş etme kapasitemiz artıyor. Bunun gövdemizin içine ne koyduğumuzla bu kadar manipüle ediliyorsak bu avantajı kullanmak lazım. Onun için bu iyi hisler için bile şart! Kimya değiştirilebiliyor en çok da yiyeceklerle...