23 Kasım 2024 Cumartesi / 22 CemaziyelEvvel 1446

Yusuf Alabarda: Rusya’nın Suriye’deki tek gerekçesi Esed

Alabarda: Rusya “güvenli bölge” meselesini Rejim ile Türkiye arasında “sınır güvenliği” noktasına indirgemek istiyor. Hal bu ki Esed’in sınırlarımızın dibine gelmesi demek hem rejim üniforması giymiş YPG demek, hem de Türkiye’de ikamet eden 3 buçuk milyon Suriyelinin geri dönmemesi demek.

FADİME ÖZKAN28 Ocak 2019 Pazartesi 07:00 - Güncelleme:
Yusuf Alabarda: Rusya’nın Suriye’deki tek gerekçesi Esed

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in Moskova'da gerçekleşen ikili görüşmesi Suriye’nin geleceği açısından sizce nasıl geçti?

Rusya, İran ve Türkiye; Suriye coğrafyasına elle tutulur anlamda katkı sunan yegâne oluşumun paydaşı olan üç ülke. Bu hiç kuşkusuz üç ülkenin Suriye siyasetinde kusursuz bir fikir birliği içerisinde olduğu anlamına gelmiyor, fakat farklılıklar korunurken Türkiye hem Zeytin Dalı Harekatı’nda, hem Fırat Kalkanı Harekatı’nda, hem de İdlib’deki çatışmasızlığı önleme ve gözlem misyonunun ihdas edilmesinde Astana sürecinin ana öznesi olan bu iki ülke ile sürekli diplomatik ilişkisini sürdürdü.

Bu perspektiften baktığımızda yaşanan uçak krizine rağmen Putin ve Erdoğan geliştirdikleri diplomasi yoluyla önce bu uçak krizini aşmayı başardılar, sonrasında da stratejik diyebileceğimiz iş birliğini her alanda sahada somut kazanımlara tahvil edebildiler. Bir taraftan Türkiye – Rusya ticaret hacminin 2018 yılında 20 milyar doların üzerine çıkması, diğer taraftan küresel ölçekte geliştirilen projeler iki ülkeyi Suriye siyasetinde birlikte hareket etmeye zorluyor dersek yanlış söylemiş olmayız.

 

RUSYA’NIN SURİYE’DEKİ TEK GEREKÇESİ ESED

En son Moskova’da Sayın Erdoğan ve Putin’in Suriye’deki çözüm sürecine yönelik baş başa yapmış oldukları görüşmede yapılan açıklamalar dikkate alınırsa, Putin’in bir taraftan PYD kartını elinden bırakmamaya niyetli olduğu, diğer taraftan da Türkiye ile geliştirdiği ikili stratejik ilişkilerin önemini bilen bir ikilemde siyaset geliştirmeye çalıştığı aşikardır. Ayrıca Suriye’de meşru bir şekilde bulunabilmesinin yegâne mihenk noktasının Esed’in iktidarını koruması yoluyla mümkün olduğunu bildiği için, sürekli Esed adına da siyaset üretmeye çalışan bir ruh hali ile basına açıklamalarını yaptı Putin.

Ben en son Moskova zirvesini, Fırat’ın doğusunda oluşturulacak güvenli bölgenin ihdas edilmesi için Rusya ile diplomatik anlamda yapılması zaruri olan bir zirve olarak görüyorum çünkü Fırat’ın doğusuna yönelik yapılacak bir harekatta Rusya tek başına siyaset üreten ülke pozisyonunda değil, bu diplomasinin bir diğer önemli ayağı da ABD malumunuz. Bu açıdan bölgenin bu iki en önemli aktörü ile bir diplomasi geliştirmeden bir askeri harekat icra edilmesi zaten çok akıllıca olmazdı.

 

TÜRKİYE’NİN HER HAL İÇİN PLANI VAR

Ankara duymak istemediği şeyler mi duydu Moskova’da?

Açıkçası Ankara’nın diplomasi geliştirirken bir diğer ülkeden lütuf bekler konumda bir ülke olmadığını zikretmekte fayda var. Bu zaviyeden baktığımızda; Türkiye, Suriye’de ABD’nin boşaltacağını duyurduğu alana yönelik öngördüğü modeli Rusya ile paylaştı. Bu paylaşım değişmez bir plan değil elbette, planlar değişebilir, gelişebilir ya da direkt mutabık da kalınabilir. Bu anlamda Rusya’nın pozisyonu kuşkusuz çok önemli lakin Ankara’nın Rusya ile hayati gördüğü noktalarda mutabık olmadığı takdirde gücünün limitlerinin de farkında olarak tek başına da olsa göğüsleyebileceği alternatif plan ya da planları var. Zaten çok uzun bir zamandan bu yana Türkiye’ye yönelik olarak devam ettirilen hibrit harbin de en önemli gerekçesi, şartlar gerektirdiğinde Türkiye’nin bağımsız kararlar alabilen ve aldığı kararları da hiçbir tereddüde mahal bırakmaksızın uygulayabilen bir ülke oluşudur.

 

TÜRKİYE’NİN ŞANSI: REKABET-İ DÜVELİYE

Rusya ile ilişkiler işin aslı başka bir boyut da taşıyor. Çekilme kararıyla kısmen-tedbirli bir olumlu havaya geçen Ankara-Washington diyalogu Moskova’yı sizce nasıl etkiliyor?

Türkiye’yi Rusya nezdinde değerli kılan birçok parametre sayabiliriz. Bunlar Türkiye’nin coğrafi konumu, askeri gücü, G20 içerisinde olan güçlü bir ekonomi oluşu, NATO üyeliği, karşılıklı geliştirilen ticaret hacmi ve burada uzun uzun sayamayacağımız birçok parametre. Ama en önemlisi Türkiye’nin; başlangıçların, bitişlerin ve geçişlerin sembolü olan ve dualitenin günümüzdeki en önemli ikonası olan eski Roma tanrısı Janus gibi, Batı ile de Rusya dahil Doğu ile de etkileşim kurabilen ve siyaset üretebilen bir ülke oluşu. Bu eskilerin rekabet-i düveliye dediği ülkeler arasındaki rekabetten istifade eden bir ülke siyasetinin çok dışında bir nitelik ve sanırım yeteri kadar analiz edilmeden bir köprü benzetmesiyle haksızca geçiştirilen bir durum.

 

HEM MOSKOVA HEM WASHİNGTON

Türkiye bir taraftan yıllardır uyguladığı yoğun diplomasi ve sahaya sürdüğü sert gücü ile ABD’nin askerlerini bu bölgeden çekmesinde en önemli rolü oynayan ülke olurken, diğer taraftan Rusya ile geliştirdiği ikili ilişkilerinin bir tezahürü olarak da, Suriye coğrafyasının en etkin aktörlerinden birisi konumuna gelmiştir. Belki bu sualin şu şekilde sorulması da bizi hiç şaşırtmayacaktır: Ankara – Moskova diyaloğu Washington yönetimini acaba nasıl etkiliyordur?

Dolayısı ile Türkiye’nin bu coğrafyada üretebileceği siyasetin çok boyutlu olduğunu ve Türkiye’nin Rusya nezdinde de, Washington nezdinde de üreteceği bu etkinin sindirilmesinin kolay bir etki olmayacağını, özellikle 15 Temmuz sonrasında her iki başkent de farkında diye düşünüyorum.

 

RUSYA SURİYE’DE NE İSTİYOR?

Rusya Suriye’de ne istiyor?

Çok klişe bir cevap olacak belki ama Rusya, Suriye’de önce Akdeniz’i istiyor, sonra buradaki varlığını teminat altında tutacak bir yönetimi istiyor, daha sonra da ona tüm bu iki hedefini sağlayacak aktörler ile sürdürülebilir bir ilişki istiyor. Tüm bu hususlar sağlanırsa Rusya bu malzeme ile Ortadoğu ve Doğu Akdeniz coğrafyasında güzel bir menü hazırlayabileceğini çok iyi biliyor. Tartus deniz üssünü, Hımeymim hava üssünü, Esed ile olan ilişkisini, PYD ile kopartıp atmak istemediği ilişkisini de, işte tüm bu amaçları gerçekleştirebilmek adına istiyor.

Ayrıca Rusya’nın Libya’da Khalife Haftar üzerinden, Mısır ve Cezayir’de yine iş başındaki yönetimler üzerinden geliştirdiği siyaset de, açıkçası Suriye’de elde etmiş olduğu bu alanın da bir tezahürüdür dersek çok da mübalağa etmiş olmalıyız. O yüzden Rusya Suriye’de şartlar ne olursa olsun tüm bu kazanımlarını sağlama alabileceği ana unsurun Suriye coğrafyası olduğunun da pekala farkında.

 

PKK’DAN RUSYA DA FAYDALANMAK İSTER

Putin, “Rusya olarak Suriye hükümeti ile Kürt gruplar arasındaki görüşmelerin başlamasını istediklerini” ifade etti. Bu ifade Türkiye’nin arzu edebileceği bir gelişme değil. PKK-PYD’ye “Kürtler” denmesi ve meşruiyet tanınması konusunda ABD ile Rusya aynı yerde mi duruyor?

Hegemon güç olma konumlarını dünyanın birçok noktasında sürdüren iki ülkeden bahsediyoruz. Rusya ve ABD.

Bu iki ülkede şartlar ne olursa olsun belirli bir coğrafya üzerinde kullanmak isteyecekleri aktörleri hakikat ne olursa olsun buruşturup bir köşeye atmak ve sonra da unutmak istemezler. Bu konu PYD ve YPG için de geçerlidir. ABD ve Rusya bu terör ile hemhal olmuş örgütlerin Kürtlerin temsilcisi olamayacaklarını elbette biliyorlar. Ama, hem bu coğrafyada taşeron bir gücü elde tutmak, hem de sınırsız kullanabilecekleri bu güç ile her türden kanı akıtarak hegemonyalarını sürdürmek bu işin doğasında var ve iki ülkenin de sicilleri bu anlamda epeyce kirli.

 

TÜRKİYE SERT GÜCÜNÜ GÖSTERMELİ

Türkiye’nin bu konuda diplomasinin bir uzantısı olarak sert gücünü her daim masada göstermekten başka her iki ülkeyi de ikna edecek argümanları elbette mevcuttur. Lakin hegemon güç romantik anlayıştan ziyade, hedeflerini gerçekleştirecek realist hedeflerin peşinde olacaktır ve açıktır ki iki ülke ile kazan-kazan anlayışı kapsamında elde edilebilecek birçok kazanım potansiyeli mevcut olduğu gibi, çıkarlarımızın çatıştığı birçok hususun varlığı da bir hakikattir

 

PUTİN’İN GÜVENLİ BÖLGE HESABI

ABD’nin güvenli bölgeden ne anladığı henüz anlaşılamadı ama biz Rusya bağlamında devam edelim. Rusya güvenli bölgeden ne anlıyor?

Rusya güvenli bölgeyi Türkiye’nin sınır güvenliği gibi dar bir kapsama hapsederek biraz evvel zikrettiğim Suriye coğrafyasında elde etmek istediği hedefleri gerçekleştirmek ve bu konuda kendi siyaseti için engel olma potansiyeli olan Türkiye’yi de belirli bir pozisyonda sınırlamak istiyor. Bu sebepten, bir taraftan Türkiye’nin güvenlik kaygılarını anlıyoruz derken, diğer taraftan da Adana Mutabakatını gündeme getirerek olayı Rejim ile Türkiye arasında bir sınır güvenliği noktasına indirgemek istiyor. Oysa Türkiye, Esed tarafından korunan Suriye sınırında kendisini terörden arındırılmış ve rahat hissedemez. Ayrıca, Esed’in sınırlarımızın hemen dibine gelmesi demek hem rejim üniforması giymiş YPG demek, hem de Türkiye’de ikamet eden 3 buçuk milyon Suriyeliden hiç birisinin ilanihaye Suriye’ye dönmemesinin garantisi demek.

 

RUSYA DA BİLİYOR Kİ PKK TERÖR ÖRGÜTÜDÜR

PKK Trump’ın çekilme açıklamasından sonra hemen kendine yeni sahip arayışına girmiş ve Şam yönetimiyle de görüşmüştü. Rusya PKK hakkında nasıl bir siyaset ve gelecek öngörüyor?

Rusya da ABD de PKK’nın nasıl taşeronlaşmış bir örgüt olduğunun son derece farkında. Trump açıkça PKK için “bir taraftan bizim ile DEAŞ’a karşı mücadele ediyorlar lakin diğer taraftan da bizim mücadele içerisinde olduğumuz İranlı milislere silah satıyorlar” dediği husus aslında işte tam bu husus.

Ne zamana kadar bu hegemon güçler bu tür örgütler için gelecek biçerler? Bence Ortadoğu’daki işletme hesap defteri açık olduğu sürece devam ettirirler. Çok büyük bir baskı ile karşı karşıya kalırlar ise, ya da kullandıkları maşa Türkiye’de olduğu gibi ters çevrilerek örgütün kafasına geçirilir ise, o ülkeye yakın bir bölgede farklı bir isim ile tekrar bu örgütleri dizayn ederler. El Kaide’den Taliban, Saddam’ın eski askerlerinden ve paralı askeri firma personellerinden DEAŞ çıkarttıkları gibi, bugün PKK’dan YPG’yi, yarın YPG’den başka bir örgütü türetebilirler.

Sanırım soğuk savaşın bitimiyle bu türden vesayet savaşlarında maşa olacak örgütlere bolca ihtiyaç var. Bu yüzden sürekli dile getiririm, Allah bu coğrafyadaki Kürtleri Türkiye’den değil, bu coğrafyanın tüm halklarını, Kürt’ü, Türk’ü, Arab’ı, Farsi’yi emperyal ve hegomon kan dökücülerden korusun.

 

PKK-PYD’NİN RUSYA’YA SUNDUĞU 11 MADDELİK ÇÖP

PKK-PYD’nin Moskova’ya 11 maddelik sözde yol haritası sunduğu yansıdı basına. Olumsuz cevap aldıklarını okuduk ama yine de satranç tahtası üzerindeki olasılıklar nedeniyle sormak isterim: Karşılık bulur mu bir biçimde?

Türkiye ve Rusya arasındaki stratejik diyebileceğimiz birçok noktada ve alanda yoğun işbirliği varken, Rusya’nın sadece taşeron olarak sahada kullanmak ile iktifa etmek zorunda kalacağı bir terör unsuruna karşı Türkiye’yi karşısına almak istemeyecektir. Lakin, hegemon bir güç olarak PYD’yi elinin tersi ile bir köşeye de itmeyecektir. Şartlara ve ortama bağlı olarak her daim kullanışlı bir kan dökücünün emperyal için anlamı adeta bir İsviçre çakısı gibidir.

PYD’nin Rusya’ya 11 maddelik bir plan sunabilecek boyuta gelmesinin yegane sebebi, ABD ile Suriye coğrafyasında yaptığı ortaklıktır. PYD’ye bir terör unsuru olarak hem ABD’nin, hem Batı’nın, hem de Rusya’nın ortaklaşa sağlayabilecekleri siyasi alan, Türkiye’nin sahada bırakacağı boşluk ile direkt orantılıdır. Türkiye bu anlamda bir vakumu ne kendi sınırları içinde bıraktı, ne de Afrin’deki sözde ilan ettikleri kantonda. Şimdi de Türkiye, hem Menbiç’te hem de Fırat’ın doğusunda kendisi açısından son derece tehlike arz edebilecek bu terör örgütüne alan bırakmama konusunda son derece kararlıdır.

 

İDLİB’E KARŞILIK MÜNBİÇ VE DOĞU FIRAT MI?

Putin ile Erdoğan'ın Moskova'daki zirvesine ilişkin bir analiz hazırlayan Kommersant Gazetesi, Ankara'nın Menbiç ve Fırat'ın doğusundaki çıkarlarının gözetilmesi karşılığında İdlib'in Suriye ordusunun kontrolüne girmesi konusunda tavizler verebileceğini yazdı. Katılır mısınız?

Diplomasi masasında bu türden al-ver’lerin olamayacağını söylemek kuşkusuz naif bir yaklaşım olur. Ama burada Türkiye açısından en önemli husus, adeta Türkiye’nin emanetine bırakılmış milyonlarca masum insanın hayat garantisinin sağlanması, Türkiye sınırına doğru düzensiz bir göç hareketinin önüne geçilmesi ve İdlib’teki radikal unsurların Türkiye sınırından uzak tutulması gibi garantilerin sağlanmasıdır. Takdir edersiniz ki tüm bu unsurların sağlanması ve sorunun çözülmesi o kadar da kolay bir husus değildir.

 

SURİYE’DE TERÖR İÇİN VAHA YARATILDI

İdlib mutabakatında sorun mu var?

İdlib mutabakatı icrası kolayca sahaya yansıtılamayacak bir mutabakat oldu. Neden zor bir mutabakat? Çünkü Suriye’de iç savaşın başlaması sonrasında rejimin hiçbir uluslararası hukuk kuralına uymayacak şekilde kendi vatandaşlarını dünyanın gözü önünde katletmesi ve topraklarından sürmesi, Suriye coğrafyasında radikalleşme süreçlerine adeta motor gücü oluşturdu. Özellikle 2013 yılından sonra Suriye her türden radikal örgütler için adeta emniyetli bir vaha haline getirildi. Getirildi diyorum, zira bu istenilen sonuçları almanın da bir yoluydu. Nedir bu? Bir taraftan YPG gibi bir terör örgütü Batı kamuoyuna bu radikal terör örgütleri sayesinde pazarlandı ve DEAŞ’a karşı kanıyla ve canıyla mücadele eden ve Batı’yı DEAŞ ve NUSRA’nın şerrinden koruyan yegane seküler güç algısı yaratıldı. Diğer taraftan İslamafobik ve ırkçı dalganın her köşeyi esir aldığı Batı’da yaratılan bu algı, şu anda İdlib kırsalında yaşanılanlar ile tahkim ediliyor.

 

İDLİP’DEKİ RADİKALLER BATI İSTİHBARATIYLA İÇİÇE

Evet, İdlib bölgesinde kontrolü epey güç olan radikal örgütler mevcut ve açıkçası bu örgütlerin lider kadrolarının da Batı istihbarat örgütleri ile içli dışlı olduklarını biliyorum. Şimdi bu yapılar ve ilişkiler yumağı kullanılarak İdlib’te mutabakat metninin şartlarının yerine getirilmediği ileri sürülüyor. Böylece muhalifler açısından çok değerli bu son noktanın da rejime devredilmesi ve Türkiye’nin Zeytin Dalı ve Fırat Kalkanı Harekatlarında kendi sınırlarının güvenliği açısından elde ettiği kazanımları zor durumda bırakma yönünde olaylar köpürtülüyor. Bir diğer önemli sebep de, İdlib’e yönelik hedef gözetmeksizin yapılacak bir askeri harekat Türkiye’ye yönelik bir düzensiz göç hareketini de tetikleyeceği için başta Menbiç ve Fırat’ın doğusundaki alanda yoğunlaşmış Türkiye’nin dikkati başka bir noktaya çekilmek ve enerjisi sömürülmek isteniyor.

 

ASTANA SÜRECİ ÜÇ ÜLKE İÇİN KAZAN KAZAN

ABD’nin Türkiye-Rusya arasındaki yakınlaşmayı kontrol etmek, Türkiye’yi kaybetmemek ve Suriye’deki çözüm için çalışan tek mekanizma olan Astana sürecini akamet uğratmak istediğini anlıyoruz. Fakat Rusya nasıl değerlendiriyor bunu? Türkiye’nin bunu kendisine karşı “fırsat”a çevirmesi ihtimalini/iddiasını (-ki bunu iddia edenler var) ciddiye alıyor mu?

Suriye’de Astana’nın fişini çekme konusunda son derece azimli bir ABD ve Batı ayağı olduğunu Rusya pekala iyi biliyor, zaten bu husus açıkça da zikrediliyor. Astana süreci ve bölgenin en dinamik üç ülkesinin ortaya koyduğu vizyon çökertilir ise, sanırım bu husustan en fazla zararı en başta Rusya görür. Zira Astana sürecinin fişinin çekildiği bir yerde Türkiye ve İran olmaksızın Rusya’nın Suriye coğrafyasındaki kazanımlarını sadece Esed ile sürdürebilmesi de pek mümkün gözükmemektedir.

Kuşkusuz her ülke bu türden dışarıdan yapılan açıklamaları kendi çıkar perspektifinden değerlendiriyor. Mesela Rusya’ya ait bir savaş uçağının Türkiye tarafından düşürülmesi sadece Türkiye’yi Suriye coğrafyasında güçten düşürmedi, Rusya’yı da Türkiye olmaksızın bir siyaset geliştirmeye zorladı. Dolayısıyla Astana süreci, Rusya’nın İran ve Türkiye’ye sunduğu bir lütuf değil karşılıklı kazan-kazan ilişkisine dayanan bir modeldir. Fiş çekilir ise her üç ülkenin de bu kazan-kazan noktasından siyaset üretemeyecekleri anlamı da çıkar.

 

TRUMP’IN AÇIKLAMASI CİDDİYE ALINMALI MI?

Dış politik gelişmelerin ABD ayağına geçelim isterim. ABD Başkanı Trump Suriye’den çekileceklerini açıklayalı bir aydan fazla oldu ama bu çekilmenin ne takvimi, ne yöntemi netleşmedi. Ne de “güvenli bölge”den ne anladıkları anlaşılabildi. Trump’ın kararlılık açıklamalarına ve yaşanan istifalara rağmen çok sayıda çatlak ses ve çelişkili ifade var hala. Ne oluyor sizce?

Suriye’den çekilme kararı konusunda ABD Başkanı’nın kararına rağmen Amerikan savunma sanayisinin başını çektiği savaş lordları, özel askeri firmalar ve bunlar ile iç içe geçmiş Pentagon’un generalleri ile Ortadoğu’da İsrail merkezli yeni yapılanmaları hayata geçirmeye yeminli NeoCon tayfanın Trump’a karşı son derece sert bir direnç gösterdiğini söylemek asla mübalağa sayılmaz.

Aslında Trump hala muktedir olamamış bir iktidarın başı olarak, Suriye’den çekilmeyi uzun süredir düşünmesine rağmen bunu hayata geçirme gücüne sahip değildi. Şimdi Trump’ın aldığı geri çekilme kararı, bu grupları epey zora sokmuş olmalı ki, hem Savunma Bakanı Mattis hem de çağdaş Lawrence olarak gördüğüm Brett McGurk istifa etmek zorunda kaldı. Özellikle McGurk’ün o günden bu yana Amerikan medyasında Türkiye’ye karşı kinini kusacak açıklamalar yapması Trump’ın aldığı kararı ciddiye almamızın bir gerekçesi sayılabilir.

 

NEOCONLARIN ÇEVRELEME PLANI İFLAS ETTİ

Bir de şu husus unutulmamalıdır ki, bölgedeki 2000 Amerikan askerinin Irak coğrafyasına çekilmesi, ABD’nin Suriye’den çekilmesi anlamına gelmez. Suriye’ye yönelik istediği anda kapsamlı bir hava harekâtı icra etme yeteneği varken ve bölgede her an dengeleri değiştirecek askeri üstlenmesi varken, ABD Suriye’den çekiliyor demek çok akıllıca bir tespit değil. Peki o zaman neden bu kadar gürültü kopuyor ABD içerisinde? Çünkü PYD ve YPG denilen terör yapılanmasının mızraklarının ucuna takabileceği ABD bayrağı bölgeden çekiliyor. Bu ABD’nin uzun bir zamanda bu yana Suriye’de Türkiye’yi çevrelemeye çalışan siyasetinin de çöktüğünün tescili olacak. İşte bu husus derin ABD aklını ve İsrail lobisini son derece rahatsız eden ana unsur.

 

“DEAŞ PATLATIR, PKK-PYD BAKAR” TİYATROSU

Başkan Trump ile Cumhurbaşkanı Erdoğan ne zaman konuşsa tuhaf şekilde bir saldırı oluyor Suriye’de. 14’ündeki telefon görüşmesinin ardından Münbiç saldırısı oldu, 20’sindeki görüşmeden sonra da Haseke’de. Elbette manidar ama siz ne anladınız bundan? Mesaj kimden kime gidiyor? Etkisi şiddeti sonucu ne olur?

Aslında Trump’ın çekilme kararının hemen sonrasında uzun bir süreden beri patlama olmayan bölgelerde birden patlamaların olması, bu işin ne kadar kontrolde götürüldüğünün de bir ispatı. Ama doğrusunu söylemek de gerekirse çok iptidai bir yöntem. Bu şekildeki patlamalar ile DEAŞ’ın hala diri olduğu ve PYD’ye ne kadar ihtiyaç duyulduğu algısı oluşturulmaya çalışılıyor. Ama şu unutulmamalıdır ki bu patlamalar aynı zamanda PYD’nin bir terör örgütü olarak diğer terör örgütleri ile mücadelede ne kadar yetersiz olduğunun da ispatıdır. Erdoğan’ın Moskova ziyaretinde bu patlamaların ipinin kimin elinde olduğuna yönelik zikrettiği cümleler bizim dillendirdiğimiz görüşleri de desteklemektedir.

 

AVRUPA PKK’YI DESTEKLEMENİN BEDELİNİ ÖDER

Doğrusunu söylemek gerekirse kısa bir zaman dilimi içerisinde Avrupa’da tekrardan bu türden saldırıların olma ihtimali çok yüksektir. Çünkü sadece bu yöntemler ile Suriye dahil Ortadoğu’da varlıklarını meşru hale getirebileceklerini iyi biliyorlar ve öteki olmadan yaşama şansı bulunmayan Batı medeniyetinin 11 Eylül sonrası sahaya sürdüğü İslamafobik öteki algısının güçlenmesi için buna ihtiyaçları var.

 

FIRAT’IN DOĞUSU ÖNCEKİLER GİBİ

Türkiye’nin Fırat’ın doğusuna yapacağını ilan ettiği ve tahkimatını da yaptığı askeri harekat etkileniyor mu bu süreçlerden? Harekatın gecikmesi felaket olur diyenler var?

Hem Fırat Kalkanı Harekatı hem de Zeytin Dalı Harekatı diplomasinin tüm olanakları sonuna kadar kullanılmadan sahaya yansıtılmadı. Sanırım burada da aynı vizyon ve felsefe ile hareket ediliyor. Aslında çok da doğru hamleler, zira bugüne kadar ne ABD’nin bölgeden çekilmesi gerçekleşti, ne de sahada oluşabilecek boşluğu doldurabilecek halihazırda bir güç var ortada. Bu şartlarda belirli bir optimum sürenin beklenmesinde diplomasi anlamında bir beis yok. Lakin sahada şartlar değişmeye, farklı güçlerin sahadaki pozisyonlarını bizim aleyhimize değiştirmeye başlandığı istihbarat raporlarına yansımaya başlarsa daha fazla gecikmenin telafisi zor şartlar ortaya çıkarabileceğini düşünüyorum.

 

MAVİ VATAN TATBİKATI TÜRKİYE’NİN KUDRETİ

TSK aynı zamanda ilk kez Türkiye etrafındaki tüm denizleri kaplayan dev bir tatbikata hazırlanıyor. 462 bin kilometre alanda yapılacak “Mavi Vatan” tatbikatına kara ve hava birlikleri de katılacak. Bu hazırlık ve elbette meydan okuma kime karşı ve ne amaçlı?

Bir tarafta Fırat’ın doğusu, diğer tarafta Menbiç, bir diğer tarafta İdlib ile ilgili gündem güvenlik perspektifinden olanca sıcaklığı ile ortada dururken, öbür yandan Doğu Akdeniz’de artık uluslararası donanmaların pruvalarının bir diğerine temas edecek kadar kesafet arz etmesi Türkiye’nin dikkatini dağıtmadan izlediği bir başka konu.

Kuşkusuz Doğu Akdeniz söz konusu olunca Ege de dahil tüm Türk karasularının yakın periferini irdelemek ve analiz etmek gerekir. Karadeniz de bugün uluslararası güç mücadelesine tanıklık eden bir başka bölge. İşte “Mavi Vatan Tatbikatı” Türkiye Cumhuriyeti tarihinde tüm denizlerimizi kapsayacak şekilde Suriye’de ve terör ile mücadelede yoğun bir gayret verirken aynı zamanda denizlerimiz üzerinde de ne kadar dikkatimizin yoğun olduğunun tüm bölge ülkelerine gösterilmesi anlamına geliyor.

Ayrıca bu tatbikat esnasında yenilenen Türk Donanması, milli gemilerimiz ve bu donanma üzerindeki platformlara monte edilen yeni silah sistemleri ile teknik kapasitemizin de test edilmesi sağlanacaktır. Hatırlayacak olursak tam Afrin Harekatı devam ederken Yunanlıların yine en ufak bir boşluğu değerlendirecek tarzda Ege’de gerginliği arttırmaları üzerine eş zamanlı olarak Genelkurmay Başkanı’nın Ege’de savaş gemileri eşliğinde verdiği mesajlar vardı. Bu Türkiye’nin eş zamanlı olarak birden fazla hatta savunma faaliyetini en etkin bir şekilde icra edebileceğinin de ispatı aslında.