Trump geri çekilme kararını neden aldı? Bu bir mecburiyet miydi onun açısından yoksa hakikaten seçim vaatlerinde olduğu gibi bir tercih mi?
Trump'ın kararında kendisinin Suriye’ye bakışının ve daha önce seçimlerde verdiği sözlerin etkisi olduğu kanaatindeyim. Ancak Türkiye’nin izlediği kararlı politikanın etkisinin hiç de küçümsenemeyecek önemde olduğu görüşündeyim. Başkan Erdoğan’ın ısrarı olmasaydı Trump hala Amerikan güvenlik bürokrasisinin oyalamalarıyla meşgul olabilirdi. Trump, Obama döneminde kalan müflis Türkiye politikasının çalışmadığını gördü. Tabii son dönemde yaşanan gelişmeler de buna katkı sağladı. Özellikle Kaşıkçı cinayetinin ortaya koyduğu üzere Suudi Arabistan ve Körfez ile yeni bir Ortadoğu dizaynı, denklemi kurulamaz. Türkiye olmadan da hiç bir türlü denge sağlanamaz.
Hatırlarsanız Trump ilk geldiğinde Ortadoğu ile ilgili temelde iki ana hedef belirlemişti. Bunlardan birincisi ABD askerlerinin bölgedeki angajmanlarından geri çekilmesi. ABD’nin küresel sorumluluklarını terk etme fikrine paralel olarak Trump, Afganistan’dan da Suriye’den de çekilmeyi başından beri düşünüyordu. Ama bu arada Ortadoğu’nun nasıl şekillenmesi gerektiği konusunda da bir tercihte bulundu. Obama’dan farklı olarak İran’ın sınırlandırılmasını önceledi. Buna uygun isimleri yönetime aldı.
İlk gezisini Suudi Arabistan’a yaparken Ortadoğu’da şöyle bir denklem kurdu. Riyad’daki kürenin başında Kral Selman, Sisi ve Trump buluştuğunda manzara şu şekildeydi. Türkiye kenarda tutulacak, İran sınırlandırılacak ve Suudi Arabistan-BAE- İsrail-Mısır hattı oluşturulacak. Bu şekilde hem İran’ın hem Türkiye’nin dengelenebileceği öngörülmüştü.
Birisi radikal İslamcılığın diğeri de demokratik İslamcılığın temsilcisi olarak görülüyordu.
Ama “küre ittifakı”nın öngörüleri ve planları tutmadı?
Çünkü hırslı veliahtların bölgede tepki çeken gizli operasyonları ve Kaşıkçı cinayeti şunu gösterdi: Körfez ne İran’ı sınırlandıracak bir liderliğe sahip, ne de Türkiye’yi dengeleyebilecek bir siyaset üretebilir. Trump, damadı Kushner üzerinden güçlü destek vermesine rağmen bu hırslı veliahtlar beklenenden daha hızlı şekilde patladılar. Önce Katar ablukası ile ABD’nin desteğinin mahiyetini anlamadıklarını gösterdiler. Sonra da Veliaht bin Selman, Kaşıkçı cinayetindeki şüpheli konumuyla bir reformcudan ve istikrar getirebilecek liderden ziyade sıkıntı getiren bir müttefik olduğunu gösterdi. Riyad’ın bölgesel meşruiyeti büyük bir yara aldı. Veliaht bin Selman bu şüphenin yükünden hiç kurtulamayacak. Tabii Kaşıkçı cinayetini Trump’ın muhalifleri de çok iyi kullandılar. Kaşıkçı’nın Washington Post yazarı olması sebebiyle ABD kamuoyunu oluşturdular. Türkiye de bu konuda ABD iç siyasetine maharetli bir şekilde müdahale etti aslında.
Kaşıkçı cinayetinin üstünün örtülmesini engelleyerek mi?
Öyle. Görünen o ki artık ABD, Ortadoğu’daki stratejik denklemde Türkiye’yi yeniden değerlendirmek zorunda. Suriye’den çekilme kararı sadece Suriye’deki ABD askeri varlığı ile alakalı değil.
Bu konunun çok katmanlı anlaşılması lazım: Birinci katmanı Trump’ın Amerika’yı bir takım sıkıntılı bölgelerden geri çekme stratejisidir. Bunu net bir şekilde kendisi açıkladı zaten. Ama ikinci mesele de müttefiklerine nasıl davrandığıdır. En başta “ben devlet dışı yapıları değil devletleri muhatap alacağım” diyerek yaklaşımını göstermişti. Fakat Obama’dan kalan bürokratlar, hatta savunma bakanı J. Mattis de dahil olmak üzere Trump’ın atadıkları da Suriye’de YPG ile çalışmayı bir şekilde sürdürdüler. NATO müttefiki Türkiye’nin uyarılarını kulak ardı ettiler.
Trump’ın geldiği noktada bu denklemi değiştirecek bir adım attı. Tabii kararından vazgeçirilmezse. Trump, bölgedeki angajmanlarını azaltırken dolaylı şekilde Ortadoğudaki stratejik dengelenmede Türkiye’yi öne çıkarmış oldu. Çünkü önemli bir aktör olarak görüyor Erdoğan’ı. Erdoğan, söylediğini yapan bir lider ve Trump buna çok önem veriyor. Ve dolayısıyla bu çerçevede İran da, İsrail de, Körfez de hesaplarını güncellemek zorunda. Tekrar edeyim, Trump bu kararıyla bölgede yeni bir stratejik dengelenme yarattı ve bu alan da Türkiye için bir fırsat alanı oldu.
Türkiye’nin yeni manevra alanları nelerdir, konuşacağız ama izninizle ben bu çekilme kararını biraz daha sorgulamak isterim. Şöyle ki; bölgeden çıkmak Trump’ın seçim vaatleri arasında zaten vardı. Amerika’yı yeniden güçlü yapmak için eve dönmeyi vaat ediyordu. Ama üzerinden iki sene geçti ve bunu yapamadığını gördük. Sorum şu, iki senedir yapamadığını şimdi nasıl yapacak Trump? Yapabilecek mi gerçekten? Müesses nizam izin verecek mi? Kararın ne kadarı yansıyacak sahaya?
Bunu yapamamasının sebebi yeni bir Suriye politikasının oluşturulması ihtiyacıydı. DEAŞ ile mücadele büyük ölçüde tamamladığında ABD, yeni bir Suriye politikası oluşturmak zorundaydı. Amerikan bürokrasisi yeni bir Suriye politikası oluşturmak çok çabaladı. Fakat bir türlü ortaya tutarlı bir politika koyulamadı.
Açıklanan yeni Suriye politikasının hedefi bir üçlemeydi. Biri DEAŞ’ın geri dönmesini engelleyecek şekilde yenilmesi. İkincisi Suriye’nin siyasi geçi sürecinin sağlanması. Üçüncüsü de İran’ın sınırlandırılması.
Halbuki Trump bir Deaş zaferi ilan etmek istiyordu. ABD güvenlik bürokrasisi ise DEAŞ’ı kullanarak bir süre daha Trump’ı oyaladı. Erdoğan’ın Deaş ile mücadeleyi biz tamamlarız sözü Trump’ı çekilme kararına itti. Anlaşılan Trump, A takımındakilerin istediği kadar Suriye’nin siyasi geçiş sürecinde olmak istemiyor. Yani meseleyi Rusya’nın çözmesinden memnun görünüyor. Bunu, tabii ki, deklare edemiyor. Çünkü Washington’da Rusya ile ilgili çok aleyhte bir gündem var. Ama sanki Putin ile Trump dolaylı olarak birbirleriyle konuşuyorlar ve aralarında örtük bir Suriye uzlaşması var. Ancak Trump’a karşı müthiş bir kamuoyu oluştu.
Neden böyle bir kamuoyu oluştu? Sonuçta bu politikayla oy aldı ve Başkan seçildi Trump?
Burada muğlak olan şey Trump’ın İran’ı sınırlandırma hedefini nereye koyduğu. Şimdi anlaşılan o ki YPG’nin kaderi ve Suriye’de siyasi geçiş süreci çok öncelikli değil ABD için. Ama İran’ın sınırlandırılması hususu hala çok önemli. Bundan henüz vazgeçmiş değiller. Yani Pompeo da, Bolton da bunda çok kararlı. Suriye Özel Temsilcisi Jeffrey de bu şekilde düşünüyor. Trump da bu şekilde düşünüyor bence. Fakat muğlak olan yer şurası; bunun için ne yapacak Amerika? Kapsamlı bir askeri operasyon mu, ekonomik yaptırımlarla yetinmek m?
Sizin cevabınız nedir?
Bence ABD, Irak’ta kalmaya devam edecek. Suriye ve Afganistan’dan çekilebilir ama Irak’taki varlığını güçlendirecek. İran’ı sınırlandırmak, İran’ı birçok ülkede birden karşıya almak şeklinde düşünülmüyor. Dolayısıyla Suriye’den bir ölçüde vazgeçilebileceği, Yemen’den de -şimdi Senato üzerinden orada ilginç bir ortam oluştu- Senato sebebiyle desteğini kestiğinde dört ülkeden ikisinde İran’ı sınırlandırmaktan vazgeçmiş gibi görünüyor.
Aslında bir anlamda İran’ın önünü de açmış oluyor?
Bunun İran için bir fırsat oluşturduğu açık. Bundan dolayı İsrail kendisi denkleme girmek istiyor ve girecek, öyle görünüyor. Aynı şekilde Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri hattı da kendilerini yalnızlaşmış hissediyor. Bunun için de zaten Trump’a müttefiklerine sahip çıkmama eleştirisi yapılıyor. Fransa da bunlardan rahatsız. Fakat Trump, kurumlara ve müttefiklerine karşı yaklaşımını ilan edeli çok oldu. Hem NATO’ya hem de diğer ittifaklara farklı bakıyor. İkili ilişkileri ve konu bazlı müzakereleri önemsiyor. Bu yaklaşım “önce ABD” stratejisi bakımından anlamlı ama bunun ciddi bir boşluk doğuracağı da net. Bu boşluğu bölgesel güçler nasıl dolduracaklar ve Türkiye burada nasıl bir yer alacak. Türkiye, Rusya, İran nasıl konum alacaklar, önümüzdeki dönem bunu konuşacağız.
Boşluğun nasıl doldurulacağı mühim ancak şu da mühim. Amerika Suriye’de YPG’yi desteklerken ve Suriye’de bir siyasi çözüme varılamazken ve eş zamanlı olarak Türkiye’ye sofistike saldırılar planlanırken Türkiye büyük bir karara vardı, harekete geçti. 15 Temmuz sonrası Rusya ve İran ile birlikte Astana sürecini başlattı ve ateşkesler, çatışmasızlık bölgeleri ve nihayet anayasa yapımı aşamasına varana dek netice de alıyor. Şimdi Suriye’de tam da çözüme yaklaşılmışken ABD aniden denklemden çıkıyor, arkasında devasa bir boşluk bırakacak, dengeler yeniden bozulacak. Birlikte süreç yürüttüğünüz partnerleriniz bir anlamda rakibe dönüşecek. Rusya ve İran’ın yeni dönemdeki pozisyonları, PKK-YPG’nin yeni olası sahipleri sahayı yeniden karıştırmayacak mı? Üstelik tam da Türkiye yeni bir harekatın eşiğindeyken?
Bu çok önemli bir konu. ABD bizimle YPG ve Suriye meselesinde gittikçe ayrışırken şöyle bir şey öngörüyordu; Türkiye İran ve Rusya ile karşı karşıya kalıyor, zaten ters taraftalar ve bu bir süre sonra Türkiye’nin ABD tarafına yanaşması ve YPG meselesi de dahil olmak üzere taviz vermesiyle sonuçlanır. Ama ne oldu? Türkiye Astana süreciyle hem Rusya hem İran ile Suriye’de birlikte çalışma imkanı elde etti. Fırat Kalkanı ve Zeytin dalı operasyonlarını yapabildi ve İdlib’te de bir çatışmasızlık bölgesi oluşturulabildi.
Geçiş için ise Anayasa Komisyonu kuruldu. Bütün bunlar şu anlama geliyor: Türkiye sadece Suriye denkleminde Rusya ve İran ile ilişki kurmuyor. Türk Akımı ve S-400 alımı üzerinden Rusya ile çok stratejik bir yakınlaşmaya gidiyor. Dolayısıyla hem enerji hem savunma sanayinde işbirliği ve nitelikli bir yakınlaşma ABD’yi rahatsız ediyor. Washington’un beklediği olmadı. Yani Türkiye teslim olmadı. Aksine bu aktörlerle nitelikli iş üretti. Bunun üzerine ABD’nin Türkiye üzerindeki etkisi azaldı. Ve gerginlikler çoğalmaya başladı. Sorun olmayan şeyler kriz üretmeye başladı: Rahip Brunson olayı ve Halkbank gibi.
Gelinen noktada Trump, Türkiye politikasını değiştirerek sadece Türkiye ile yeni bir sayfa açmadı, aslında Ortadoğu’daki kendi pozisyonunu da güçlendirdi, burayı görmek lazım.
Görelim, burayı biraz daha açalım?
Trump kendisine öğüt veren, eleştiri yapan stratejistlerden daha akıllıca bir hareket yaptı
Obama dönemi Türkiye politikasını devam ettirdi bir süre ama bu iflas etmiş bir şeydi. Erdoğan ile yürüttüğü lider diplomasisiyle bunun çözülebilecek bir yere geldiğini düşündü. Bu açılım Ortadoğu denklemini de değiştiriyor. Peki, buradan Türkiye etkilenir mi, ne olur diye baktığınızda öyle zannedildiği gibi İran ve Rusya’nın bizi baskılamaya yöneleceğini düşünmüyorum. Çünkü İran’a yönelik yaptırımlar söz konusu. Petrol fiyatları düşüyor, hem Rusya’nın hem İran’ın gelirleri düşüyor. Bu, İran için daha da hayati bir konu ve ABD bu konuda çok sert görünüyor. Trump Yönetiminin İran politikasının nereye gideceği hakkında soru işareti olmakla beraber bahsedildiği gibi sınırlandırma devam ederse İran’ın Türkiye ile çalışmaktan başka şansı yok. Çünkü Türkiye otonom bir dış politikası olduğunu son iki yılda ispatladı. Hem ABD hem de AB ile gerilmeyi göğüsleyebildi. Kaldı ki, Ankara, İran’ı sınırlandırma meselesinde Washington ile bir müzakere içerisine girmiş ve bir yere gelmiş değil.
Esed’in arkasında Rusya’nın olduğunun biliyoruz ve Amerika çekileceğini açıklar açıklamaz PYD yeni bir sahip arayışına girdi ve Fransa ile de görüşse de Esed ile kolaylıkla bir bağlantı kurabildi. PYD ve rejim anlaşırsa Rusya tavrını nasıl koyar?
Tabii Rusya tüm müzakerelerde elini hep yüksekten açıyor. “Esed’e devredilmeli” açıklamasını da böyle görüyorum. Ama sahada işler yürürken, pazarlıklar yapılırken, üst perdeden açıldığı gibi yürümüyor. Rusya açısından bakıldığında bir kere Türkiye ile yakınlaşmasını önemsiyor. Çünkü NATO’nun Karadeniz’de de bir etkinlik alanı var ve Türkiye’nin NATO ile birlikte Rusya’yı Karadeniz’de sınırlandırıyor olmasından, Rusya pek hazzetmez. Keza S-400 meselesi çok önemli. Türkiye’ye aynı zamanda Patriot de öneriliyor malum. E böyle bir ortamda Rusya açısından S-400’leri satmak çok önemli çünkü müşteri alanını açacaksınız. Pek çok ülke sırada. Bu alıma NATO üyesi Türkiye’nin cesaret ediyor olmasını Rusya değerli bir şey olarak görüyor.
Bu açıdan baktığımızda Suriye sahasında Rusya’nın menfaatleri askeri anlamda yayılmayı gerektirmiyor. Üsler ve Doğu Akdeniz bağlamını güvene almak yeterli. Bu yüzden Rusya sahadaki askerini artırmayı istemez. Esed rejiminin savaşacak çok fazla adamı yok. İran’ın da Şii Milislerini o kadar hızlıca bizim karşımıza geçirmesi kendisine çok büyük sıkıntı verir.
YPG’yi korumaktan vazgeçen ABD’nin Türkiye ile büyük bir pazarlık yapmasını istemez.
Türkiye’nin elinin güçlü olduğunu görmemiz lazım.
Türkiye’nin eli nasıl güçlü? Ne kadar güçlü?
Rusya, Suriye’de İran’ı da dengelemek ister. ABD’nin çekilmesiyle Suriye üzerindeki ağırlığını daha da artıracak olan Rusya, Türkiye ile beraber çalışmanın kendisine daha çok katkı sağlayacağını görüyor. Enerji, S-400, Karadeniz ve Türk-ABD ilişkilerinin toparlanması bağlamlarını gördüğümüzde, Rusya da Türkiye ile dengeli bir ilişki yürütmek zorunda kalacak.
Genel olarak Türkiye, ABD ve Rusya ile arasının iyi olmasını ancak bu iki ülkenin kendi arasında iyi olmamasını tercih eder. Bizim bir tanesiyle, ister ABD ister Rusya ile aramızın çok kötü olduğu durumda işimiz zorlaşır. Yeni ortamda gidişat Türkiye’nin lehine. Washington ve Moskova arasında dengeleme yapabileceğimiz manevra alanı genişledi.
Yine bir şüphe sorusu soracağım. Suriye meselesinde Astana süreci yürürken, Türkiye bölgeye operasyonlar yaparken şöyle bir korku hep vardı: “Ya ABD ile Rusya anlaşırsa?!” Zira biz operasyonları Rusya’nın Türkiye’ye desteği, en azından hava sahasını açması sayesinde yapabildik. Trump’ın Rusya’nın desteğiyle seçildiği iddialarını, tezlerini masaya koyarak soruyorum. Türkiye yeni bir operasyonun eşiğindeyken Amerika’nın aldığı çekilme kararı, sahada hızlı oluşan boşluk, sahanın içerdiği olası risklerin çeşitlenmesi, değişkenlerin neye evrileceğinin bilinmemesi… ABD ve Rusya’nın aralarında anlaştığı, Türkiye’yi dibe çekmeyi, zayıflatmayı amaçlayan bir tür “tuzak” olabilir mi?
Türkiye eğer Obama döneminde “büyük ordusuyla Suriye’ye girsin” denildiğinde Suriye’ye girmiş olsaydı, hele de FETÖ’cülerle dolu olduğunu sonradan öğrendiğimiz bir orduyla girseydi böyle bir durumdan bahsedebilirdik. Ama bugün açısından baktığımızda Türkiye kendi güvenliğini önceleyerek Suriye’de bulunuyor. Ve yaklaşık dört milyon mülteciyle Suriye zaten Türkiye’nin içerisinde, birçok boyutuyla… Dolayısıyla böyle bir ortamda Türkiye’nin Suriye’de aktif olması kaçınılmaz bir şey ve bunu parça parça yaptı. Aktörlerle bölüşerek yaptı. Üç operasyon yaptık, şimdi dördüncüsünün kapısındayız. Dolayısıyla Türkiye bu boşluğu doldurmazsa daha büyük bir sorunun geleceğini görüyor. Şimdi yeni bir fırsat alanı oluştu, elbette riskler var ama bu alanı doldurmaktan başka çare de görünmüyor. Ben ABD ve Rusya’nın zımnen anlaştığı konuyu aslında “Suriye’ye çok fazla eğilmek istememeleri” olarak görüyorum.
İkisi de artık çekilmek mi istiyor?
Tam anlamıyla çekilmek değil. Suriye’de çatışmanın son safhasına geçildiğini görüyorlar, artık bu ülkenin imar edilmesi gerekiyor. Bu bir yük aslında. ABD çekilme kararıyla Suriye’nin önemini de azaltmış oldu bir şekilde. İran’ı bile sınırlandırmayı düşünmeyecekse Suriye de, o zaman Rusya neden daha fazla içine girsin. Rusya neden kendisine daha fazla yük yüklesin Suriye meselesinde? Bizim için durum farklı. YPG’yi tasfiye etmek istiyoruz. Ülkemizdeki mültecilerin geri dönebileceği bir Suriye arzuluyoruz. O yüzden Türkiye’nin yük almasının Türkiye’ye getirisinin fazla olacağı bir yerdeyiz diye düşünüyorum.
DEAŞ’ın hortlatılma ihtimali var mı?
DEAŞ önemli ölçüde tasfiye edildi, bu saatten sonra DEAŞ ile mücadele Türkiye için kaldırılamayacak bir yük değildir. Burada geriye YPG kalıyor. YPG, ABD desteklediği güçlendirdiği bir yapı olarak ortada ama Türkiye ordusuyla kıyaslanamayacak bir yerde. Önemli olan onun üzerinde bir ABD veya bir Rus hava korumasının olmaması. Eğer DEAŞ meselesinde Türkiye ile beraber bir koordinasyon olacaksa ve ABD lojistik destek sağlayacaksa çekilme bizim lehimize çalışacak demektir.
Fırat’ın doğusunda hava sahasının Rusya’ya terk edilmemesi lazım. Türkiye’nin ABD’nin bazı askeri üslerini de devralarak saha hakimiyetini ele alması lazım. DEAŞ ile mücadele sadece bölgeye müdahaleyle sürdürülemez. Türkiye’nin bölgede bir karşılığının olması lazım. Bu aynı zamanda YPG ile mücadelenin zeminini hazırlamak demektir. Bu ikisini bir araya getirmekten başka çare yok. ABD’nin buna ikna olması gerekiyor. Rusya biraz bizi baskılar gibi görünür ama neticede Suriye masasını Türkiye ile beraber toplayabileceğini gördüğü için, başka stratejik kaygıları olduğu için zannedildiği gibi bize fazla risk oluşturabilecek bir yola gideceğini beklemiyorum.
Türkiye ve Amerika arasında yakın bir koordinasyondan bahsediliyor ama bu nasıl bir anlaşma? Türkiye’ye mi bırakıyor ABD kapladığı alanı, YPG’ye verdikleri silahlar ne olacak? Hangi konuda anlaştı Türkiye ve Amerika? Ve ne karşılığında?
Bu anlaşma bence henüz müzakere aşamasında, heyetler gelecek biliyorsunuz, Türkiye’den heyetler gidecek. Amerikan üsleri ne olacak? YPG’ye verilen silahların kaderi ne olacak, belli değil. Amerikalıların dağıttıkları binlerce tır silahı toplama niyetinin olduğunu sanmıyorum. Türkiye’nin silahların toplanması ve bazı askeri üslerin devri konusunda ısrarcı olması lazım
Kararın sahaya yansımama ihtimali var mı?
Amerikan bürokrasisi direnç gösterebilir, yol kazaları olmasını sağlayabilir. Ama daha çok burada konu Türkiye’de gibi görünüyor. Türkiye eğer gerçekten DEAŞ ile mücadeleyi önemli bir misyon olarak yüklenirse Trump bu karardan vazgeçmez. Ama DEAŞ ile mücadele bir kenara bırakılır sadece YPG tasfiyesi öne çıkarılırsa Trump ABD kamuoyunun baskısı altında kalabilir. Bu durumda Trump’ın kararını değiştirmeye yönelebilme ihtimali var.
Türkiye’nin ince bir siyaset gütmesi gerek o halde. Nasıl bir DEAŞ’dan bahsediyoruz peki? Harita üzerinde şu an bir iki küçük leke gibi olsa da üç vakte kadar Suriye’nin ciddi yekununa hakimdi. Nasıl buharlaştığı ayrı konu ama sahada halen nasıl bir DEAŞ var? PKK-PYD’nin “DEAŞ’lı tutukluları tutamayız” tehdidi neye tekabül ediyor?
DEAŞ gerçeği bir daha hatırlayalım. Sünni Arapların entegre edilememesi, onların dışlanmış olması DEAŞ’ın en önemli sermayesiydi. Türkiye’nin sahaya giriyor olması kritik. Türkiye’nin SDG içerisindeki Arap unsurları yanına alacağı ve kendisine müzahir Kürt unsurları dahil edeceği bir denklemde yürümesi halinde DEAŞ’ın toplumsal tabanı zayıflayacaktır. Mesele sadece DEAŞ terörü ile mücadele değil, DEAŞ’ın sosyolojik temelini ortadan kaldırmak lazım. Türkiye’nin Suriye’de siyasi geçiş sürecini ılımlı muhalefeti dahil ederek yapma ısrarı da bununla alakalı.
Türkiye’nin denklemde olduğu bir durumda DEAŞ kendi kendini imha ediyor ya da sebebini yitiriyor, öyle mi?
Bu ciddi bir mücadele gerektirecek. DEAŞ’ın bir anda ortadan kalkmasını beklememek lazım ama Müslüman bir ülkenin oradaki halkların, Arapların ve Kürtlerin iyiliği için DEAŞ ile mücadele etmesi, ABD’nin mücadelesinden daha güçlü bir meşruiyet sağlar, hele hele bunu Erdoğan’ın liderliğindeki bir Türkiye’nin yapması ayrı bir etki üretir. Erdoğan’ın Müslüman halklar nezdinde ciddi bir karşılığı var. Ve Türkiye sadece teröristlerle mücadele etmiyor aynı zamanda güvenli bölgeler kurarak, insanların dönüşlerini sağlıyor. Böyle baktığınızda Suriye halkında çok genel bir memnuniyet yaratacak tarzda davranıyor.
Türkiye Esed ile de görüşmeli mi?
Türkiye’de bazı kesimler “Türkiye Esed ile görüşsün” diyorlar. Esed ile görüşmek teknik olarak zor bir şey değil, Esed bunu zaten çok ister, buna çoktan hazır. Ama Esed ile görüştüğünüzde Esed yönetiminde Suriye’de yaşayamayacağını düşünen muhalefeti kaybetme riski var. Ve aynı şekilde mültecilerin geri dönmemesi riski var. Türkiye o yüzden işin sosyolojisini de önemseyerek çözüm bulmaya çalışıyor ve Türkiye’nin müdahalesindeki en önemli meşruiyet halkların isteğiydi. Bunun da gösterdiği şey şudur: bütün mezhebi-etnik grupların bir arada yaşayabileceği bir yeni Suriye’nin kurulaması lazım. Esed’in bir geçiş süreciyle devredebileceği yeni bir iktidar olmak zorunda. Bence Rusya’nın da görmesi gereken gerçek budur. Aksi takdirde Suriye’de sabah olmayacak, barış gelmeyecek.
Türkiye’nin buraya operasyon yapması Amerika’nın çekilmesi bütün Rusya’nın ve Amerika’nın Türkiye ile koordineli bir şekilde Suriye’yi siyasi çözüme götürmesi nasıl bir Suriye ortaya çıkaracak? PYD ne olacak? Federatif yapı projesi tamamen ortadan kalktı mı? Nasıl bir Suriye’den bahsedebiliriz?
En zor soru bu. Eğer Amerikalılar gerçekten çekilecekse ve YPG bu tür bir korumayı kaybedecekse YPG’nin tasfiye süreci geri dönülemez şekilde başlamış demektir. YPG, Esed Rejimini uzlaşmaya ikna etmeye çabalıyor. Ancak Esed bu saatten sonra asla YPG’ye özerklik vermez. Kendi ordusuna dahil etmek ister. YPG’nin Esed’in paralı askerleri olmak ya Irak’a geçmekten başka seçeneği görünmüyor. Federasyon ya da statü ihtimal kalmadı.
PKK-YPG de “federasyondan vazgeçtik” dediler?
Federasyondan vazgeçtik dediler ama askeri varlıklarını koruyacak bir formül istiyorlar. En kritik mesele bu, adı ‘kültürel özerklik’ olsa da bir tür siyasi formül istiyorlar. Bundan vazgeçmiş değiller. Siyasi formülden vazgeçtikleri anda kendilerine önerilecek şey şudur: “Bırakın gelin Suriye ordusuna katılın”. O da Suriye’nin bütünlüğü içinde kaybolmak demektir. Demografik karşılığı da çok zayıf olduğu için entegre olup gidecekler. Halbuki onların istediği belli bir bölgeyi kendi militanlarının olduğu şekilde sınırlarında kontrol etmekti.
Bu ortadan kalktığında Astana süreci Cenevre sürecidir. Ve YPG’nin de Cenevre’de olma ihtimali de kalmamıştır. Hiçbir şekilde masada olamazlar. Onlar sadece kendi varlıklarını koruyabilecekleri bir çözüm arayışındalar. İster Rejimin içine girsinler ya da bir şekilde kendilerini dönüştürmeye çalışsınlar, PKK-YPG denkleminin Suriye’de bir geleceği görünmüyor.
Amerika YPG’ye ne demiştir bu yeni durumda? Vaat ettiği şey PKK’ya bir alan tahsis etmek, statü vermekti -ki askeri olarak donattı, eğitti ve siyasi meşruiyet kazandırmaya çalıştı. Son durum, “ABD PKK’yı kullandı ve yüzüstü bıraktı mı”?
Amerikalılar ne dedi? Trump ne dedi? Bu ikisini ayırmalıyız? Trump’ın kararı Amerikan yerleşik elitinin kararı değil, onlar hala bu kararı nasıl sulandırabiliriz, nasıl geri dönebiliriz’in derdindeler. Ve söyledikleri şey belli: Votel’in söylediği gibi “mideme yumruk yemiş gibi oldum”. Bu çok net, “biz böyle bir şey istemiyoruz, böyle bir şey beklemiyorduk, bu yanlış bir karardır ama Başkan’ın kararıdır” söyleyecekleri bu. Trump’ın ise YPG’ye herhangi bir şey açıklamaya ihtiyacı yok, böyle bir derdi hiç yok. YPG’yi vekil olarak güçlendirmek Trump’ın politikası değildi. Obama’dan kalan bir politikaydı. Dolayısıyla ona herhangi bir angajmanı yok, bu anlamda da tek yükü, Amerikan kamuoyunun eleştirileri. Eğer Türkiye çok etkili bir şekilde girer ve YPG’yi tasfiye ederken kamuoyunda büyük gürültü çıkarsa bu Trump’ı baskı altına alır. Türkiye zamanlamayı doğru yürütebilirse pekala YPG’nin tasfiye olacağı bir düzlemi Trump da eninde sonunda kabul edecektir.
Amerika’nın çekiliyor ama Türkiye’nin operasyon gerçeği hala var, bölgede beka sorunu hala var. Fırat’ın doğusuna nasıl bir operasyon olacak? Yeni durumla birlikte riskler daha mı arttı?
Türkiye’nin oradaki operasyonel tercihlerinin çekilme kararı ile beraber yeni bir planlamaya tabii olduğunu düşünmemiz lazım. Öncesinde Türkiye, Menbiç konusunda ısrarcı oluyordu ve Fırat’ın Doğusunda da Amerikalıların olmadığı yerlerden girerek kendisinin bu konuda ki kararlılığını ortaya koyacaktı. Tabi Amerikalılar Türkiye ile o kadar restleşmenin, bir tür dost ateşi konumuna gelmenin stratejik karşılıklarını gördüler. Son noktaya kadar aslında Türkiye’yi zorladılar. Ne olacaktı eğer ABD tutumunu değiştirmeseydi? Çok ciddi bir stratejik kopuş gerçekleşecekti. Bu stratejik kopuşun hem Ortadoğu denklemi hem NATO içerisindeki karşılığı ve hem de Avrupa’nın geleceği açısından birçok etkileri olacaktı. Türkiye-Rusya yakınlaşması artacaktı ve Rusya’nın Avrupa üzerinde gölgesi de büyüyecekti. Neyin karşılığında?
Bir takım kısır görüşlü askerlerin YPG’ye verdikleri sözleri tutmak pahasına.
Bu saçma çıkmazdan kendini çıkardı Trump. Şimdi asıl mesele YPG kontrolündeki bölgelerin ne olacağı. Türkiye DEAŞ ile mücadeleyi eş güdümlü olarak YPG ile de yapılacak olan mücadelenin temelini hazırlamayacak şekilde yapmalı. Tabi zihinlerdeki soru, nasıl bir yöntemle Türkiye o bölgeyi kontrol edecek, ne kadarını kontrol edecek? Rakka, Deyrizor’u düşünecek mi? Petrol kaynaklarını mı yoksa su kaynaklarını mı kontrol edecek? Türkiye önce sınır güvenliğine ilişkin olarak belli bir hat mı belirleyecek, yoksa daha kapsamlı bir harekatla aşağı bölgelere kadar inecek mi? Bunlar planlaması yapılmış ancak ABD ve Rusya ile müzakerelerden sonra siyasetin vereceği kararlardır.
Bu kez saha Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı’ndan çok daha geniş. Komplikasyon riski de var. Peki, çok uzun bir harekattan mı bahsediyoruz Fırat’ın doğusunda?
ABD’nin lojistik destek vermesi durumundaTürkiyeDEAŞ'la etkili şekilde mücadele edebilecek güçte. Amerikalıların bilmesi gereken şey şu: asıl olan oradaki militanları yenmek değil, orada kuracağın düzenin DEAŞ'ın geri gelmesini engellemesidir. Bence Trump'ın vazgeçtiği şey de tam bu noktada. Amerikan bürokrasisi YPG'yi bölgesel bir yönetime çevirerek DEAŞ'ın geri gelmesini engellemeye çalışıyordu. Bu bizim için PKK’nın sınırımızda devletimsi bir yapı kurması demekti. Şimdi bu ortadan kalktığına göre Türkiye bu bölgede hem Arapların hem de Kürt unsurların katıldığı bir yapılanma oluşturmalı. Bu aynı zamanda muhalefetin Suriye siyasi çözümüne entegrasyonunu kolaylaştıracak somut bir kazanım olacaktır. Aksi takdirde Esed verdiği sözleri tutmayabilir pekala muhalifleri tasfiye edebilir. Geriye dönen Suriyelilerin nasıl hapse atıldıklarını, idam edildiklerini ve nasıl büyük bir korku ve baskı içinde yaşadıklarını biliyoruz. Bundan dolayı kimse geriye gitmeyecektir zaten. Dolayısıyla Türkiye DEAŞ'la mücadeleyi engelleyecek yapılanmayı bölgede alan hakimiyetini kurmak ve bunu da Suriyeli muhalefet ile perçinlemek durumunda.
PYD bu alandan çekilirken rejim güçlerinin içine karışabilir ya da Kandil'e, Sincar'a geçebilir Mİ? Türkiye'ye sızma ihtimalleri sizce var mı?
Bence YPG ve PKK'nın önemli gücü kendi militanlarından gelmiyor. Belli bir bölgeyi ve halkını fiziksel olarak kontrol etmesinden kaynaklanıyor. Bölge halkının ağırlığı Arap aşiretleri. Bunlar zamanında DEAŞ geldiğinde bir şekilde itaat etmişlerdi sonra YPG geldi ona da itaat ettiler. Şimdi ÖSO ve Türkiye’nin yönetimini daha rahatlıkla kabul edeceklerdir. YPG alan kontrolünü kaybettiğinde kendisinin besleneceği kaynakları yitirecektir. Dolayısıyla bir terör örgütünün klasik haline dönecektir. Bu haliyle Türkiye zaten çok uzun zamandır PKK ile gerek Suriye'den gerek İran'dan gerek Irak'tan gelen terör örgütünün kollarıyla mücadele ediyordu. Ellerindeki silahlar meselesi önemli. Türkiye bunların istihbaratına sahip. En son Irak'taki bombalamada ellerindeki silahların bir kısmı imha edildi. Amerikalılar verdikleri sözlerin yarısını tutsa Türkiye'nin Suriye'nin kuzeyindeki kontrolü sağlaması uzun sürmez ve çok az riskle atlatılabilir yeter ki Amerikalılar verdikleri sözlerin sadece yarısını tutsunlar.
Hep şöyle bir okumamız vardı bu çekilme kararına kadar o okuma rafa kalktı mı diye soracağım. 100 yıl sonra yeniden bugünün küresel gücü Amerika Sykes-Picot'u ikinci versiyonunu gerçekleştirmek üzere bölgeye geldi ve etnik ve mezhebi temelli daha ufak ve daha itaatkar devletçikler burada oluşturacak ve Türkiye'den de bir parçayı kopararak bir hat oluşturacak. Bunun üzerine çalıştığına ilişkin de çok somut yıllar geçirdik. Geldiğimiz noktada bu çekilme kararı ile birlikte bu proje ortadan kalktı mı rafa mı kaldırıldı?
Ciddi bir stratejik kırılmanın olduğu açık. Trump'ın kararı ile eğer ABD, Suriye'den çekilirse ve Türkiye de YPG’nin özerk bölge hayalini ortadan kaldırırsa bölge ülkelerinin parçalanması sürecinin en azından durdurulacağı söylenebilir. İsrail’in kendi nüfuzunda “Kürdistan” kurma emelinin suya düşeceği öngörülebilir. Ancak Washington’da ya da Tel Aviv’de bu işin peşini kovalayanların pes etmelerini beklemeyelim.Nazik bir dönemden geçiyoruz. Trump’ın kararını değiştirmek için ellerinden geleni yapacaklardır.
Fransa’nın bölgede olma kararı var malum, keza İngiltere DEAŞ bitmedi vs. dedi. Mesela diğer oyuncuların sahada karşılığı var mı?
DEAŞ’ın Avrupa da eylem yapması ihtimali onların en büyük kaygısı. Fransa sadece DEAŞ ile mücadele açısından değil, YPG’nin kaderiyle ilgili olarak da bir takım kaygılar taşıyor. Paris, “benim Suriye’de bir vekilim olsun, bu YPG olabilir” deme eğiliminde. Ancak bu taşınabilecek bir yük değil onlar için. ABD’nin pes ettiği bir şey Fransa’nın üstlenmesi kolay görünmüyor. İki yüz tane askerle YPG’yi koruyamazsınız. Bölgeye on binlerce asker getirmeniz lazım. ABD bir süper güç olarak Türkiye ile restleşmeyi bırakıyorsa Fransa’nın hele hele bu kadar kırılan bir iç siyasi zeminde Macron’un bu riski göze alabilmesini hiç olası görmüyorum. Onların yapacağı şey kamuoyu baskısı oluşturmak. Türkiye’yi baskılamaya çalışmak. “İşgalci güç” şeklinde niteleyerek bir şekilde YPG’yi nasıl kurtarabilirizin peşine düşmek. Ve elbette hala masada olmayı temin etmek. Burada bir hesap hatası var. Türkiye’ye rağmen Avrupalı güçler Suriye masasında olamaz. Aksine, Türkiye’ye ihtiyaçları var. Şöyle düşünün ABD, Suriye masasından çekildiyse Fransa’nın ve Almanya’nın masada olmaması büyük bir sıkıntı değil mi? Suriye iç savaşından kaynaklanan her türlü güvenlik ve mülteci tehdidi Avrupa’ya yönelik, Amerika’ya yönelik değil. Yani Suriye masasında olmaya en fazla ihtiyacı olan Avrupalılar. ABD de AB de Türkiye ile beraber çalışarak masada olabilir.
Erdoğan yeni seçildi, beş yılı var. Trump’ın iki yılı var. Trump sonrası için bir risk var mı sizce Suriye siyaseti açısından?
Savunma Bakanı Matttis’in gidişi kritikti. Mattis, istifa mektubunda Trump’ın ABD’nin ittifaklarına yaklaşımını eleştirdi. Yani, Washington’daki elit Suriye ve Afganistan’dan çekilme kararının getirdiği stratejik dönüşümün farkında. Bence onlar Trump’a iki yıl katlanacaklardı. Ancak eğer gerçekten Trump bu yolda devam ederek ABD’nin küresel rolünü radikal şekilde değiştirirse ve İsrail lobisinin de kaygılarını büyütürse üzerindeki baskı artacaktır. Hatırlayalım Kudüs meselesiyle Trump, İsrail lobisine çalışmıştı. Şimdi görünen o ki Suriye’de İsrail’in önceliklerini önemsemedi. Bundan dolayı Trump’ın iki yılını etkisiz bir şekilde geçirmesini sağlayabilirler. Fakat Trump’da bununla mücadele ederek, kendisine yeni bir dört seneyi kazanmanın derdinde olacak. Bu mücadele sertleşecek. Kaşıkçı olayı gibi Suriye’den çekilme meselesi de bir iç siyaset meselesi haline dönüşüyor ABD’de. Fakat bu sefer Türkiye ile olan taraflar değişti. Kaşıkçı’da bizim yanımızda olan Trump muhalefeti şimdi bizim karşımıza geçti. Bu sefer de Trump ile Türkiye aynı tarafta görünüyor.
Önümüzdeki iki yılda Washington’da Trump’ı gönderecek ve yerine Pence’i getirecek bir dalga gelebilir, bu gelmeden Türkiye, Trump ile varılan uzlaşmayı korumak ve birlikte çalışmak için çabalamalı.
Bölge için yeni çatışma alanı Doğu Akdeniz mi? Türkiye neye hazırlanmalı?
Büyük güçlerin Doğu Akdeniz hesapları Suriye denkleminde zaten vardı. Paylaşılacak herhangi hidrokarbon zenginliği olmayan Suriye bir boyutuyla Doğu Akdeniz sebebiyle önemliydi bir boyutuyla. Diğer boyutuyla ise İran-İsrail düşmanlığı, Suudi Arabistan-İran rekabeti ve ABD’nin İranı sınırlandırmasıyla alakalıydı. Esed’in halkına yaptığı zulmü dünya kamuoyu çoktandır önemsemiyor. Şimdi Suriye sanki biraz paranteze alınıyor gibi. Doğu Akdeniz’e baktığımızda orada Yunanistan’ın, Türkiye’nin, Rusya’nın, ABD’nin, Avrupalı ülkelerin, Mısır’ın olduğu bir denklemde gerginliğin, rekabetin olacağını görüyoruz. Ancak sıcak bir çatışma ihtimalini düşük görüyorum. Büyük ve bölgesel güçlerin dahil olacağı sıcak bir çatışma büyük şeylere gebe olur. Suriye iç savaşına benzemez. Vekillerin çatışmasına benzemez. Doğu Akdeniz’de sular ısınmaya devam edecek. Gerginlikler, rekabetler, müzakereler ve değişen ittifaklar gündemde olacak. İran cenahında ise çatışma riski bulunuyor.
Nasıl bir çatışma olur?
Eğer ABD ekonomik yaptırımlarla yetinir ve askeri angajmana girmezse sıcak çatışma ihtimali düşer. İsrail’in Suriye’ye müdahaleden fazlasını yapabileceği kanaatinde değilim. Tel aviv’in Tahran ile Suriye üzerinde mücadelesi devam eder. Hizbullah veya Suriye’nin güneyi sebebiyle. Bir şekilde bu zamana kadar İsrail ve İran birbirlerinin ötekisi olmalarından istifade ettiler ancak doğrudan çatışmadılar. Vekiller üzerinden çatışmayı seçtiler.
İran’ın sınırlandırılması meselesinde ABD’nin tavrı çok önemli. Washington’un önünde üç tane yol var.
1. İran’ı sınırlandırmayı ekonomiyle sınırlı tutup, ama sert bir şekilde bunu uygulayıp kendi içerisinde bir kargaşa oluşmasını beklemek. Rejim değişikliğine gidecek bir isyan hareketi ortaya çıkmasını ummak.
2. Askeri bir operasyona varacak ölçüde sert bir sınırlandırma tarzı yürütmek. Bunu muhtemel görmüyorum. Zira çok fazla sayıda ABD askerinin büyük tehditler altında bölgeye getirilmesi demek. Suriye’den çekilen Trump’ın Ortadoğu’da yeni bir savaş isteyeceğini sanmıyorum.
3-Körfez-İsrail hattının beklentisinin aksine Trump, İran ile nükleer anlaşmayı yeniden müzakere edebilir. Bozduğu anlaşmayı bir takım farklı unsurları ekleterek İran’a kabul ettirmeye çalışabilir. Tıpkı Kuzey Kore ile olduğu gibi.Önce bir gerilim sonra oturup anlaşma...
İran’da buna yatkın görünüyor?
İran pekala buna sıcak bakabilir. Böylesi bir şey en fazla Suudi Arabistan-Körfez hattını, sonra İsrail’i rahatsız eder. Belki kısmen Türkiye’yi de etkiler. Ama Türkiye zaten İran’la olan ilişkisini dengeleme üzerinden, yani hem bir rekabet hem bir işbirliği boyutuyla yürütüyor. ABD’nin İran ile uzlaşmasını en kolay karşılayabilecek olan ülke, Türkiye’dir. Trump burada ne yapacak? Eğer İran ile anlaşmayı seçerse bu sefer Körfez zora girer. Körfezde iç sorunlar çıkabilir. İsrail zaten bölgenin yalnız bir ülkesi olarak, kendi güvenliği çok ciddi bir tehlikeye girmeyeceği için kısmi müdahalelerle yetinir. Bu durumda İran’ı dengeleyecek güç olarak geriye Türkiye kalır.
1993 yılında Boğaziçi Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü’nden mezun oldu. 1993-2001 yılları arasında Bilkent Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü’nde yüksek lisans ve doktora çalışmalarını tamamladı. Aynı yıllarda Sakarya Üniversitesi Kamu Yönetimi Bölümü’nde araştırma görevlisi olarak çalıştı. 2001-2009 yılları arasında Sakarya Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde öğretim üyesi olarak görev yaptı. 2010-2011 öğretim yılını George Mason Üniversitesi’nde misafir öğretim üyesi olarak geçiren Duran, İstanbul Şehir Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü ve Ankara Sosyal Bilimler Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümünde profesör olarak bulundu.
Değişik kitap ve dergilerde Türk düşünce tarihi, Türk dış politikası, İslamcılık, Avrupa, demokrasi ve sivil toplum konularını işleyen Türkçe ve İngilizce makaleleri bulunan Duran’ın, 19. Dönem Parlamento Tarihi (3 cilt) başlıklı bir de kitabı yayımlanmıştır.
Fahrettin Altun ile The Triumph of Turkish Democracy: The July 15 Coup Attempt And Its Aftermath (SETA Yayınları, 2016), Nebi Miş ile Türkiye’de Siyasal Sistemin Dönüşümü ve Cumhurbaşkanlığı Sistemi (SETA Yayınları, 2017) ve Hasan Basri Yalçın ile Küresel ve Bölgesel Aktörlerin Suriye Stratejileri başlıklı kitapları derlemiştir.
Duran ayrıca, Dönüşüm Sürecinde Türkiye, Dünya Çatışma Bölgeleri I-II, Ortadoğu Yıllığı 2008, Türk Dış Politikası Yıllığı 2009, 2010, 2011, 2012, 2013, 2014, 2015 ve 2016 adlı eserlerin editörleri arasındadır.
TRT 1’de Enine Boyuna adlı programa yorumcu olarak katkıda bulunmaktadır.
Hali hazırda İbn Haldun Üniversitesi öğretim üyesidir ve SETA Genel Koordinatörü olarak görev yapmaktadır.