Ekrem İmamoğlu'nun gözaltına alındığı 19 Mart sabahı CHP Genel Başkanı Özgür Özel de, Saraçhane'ye koşmuş ve herkesi "direniş"e davet etmişti. Bunun ne demek olduğunu bilenlerin, "Halkı sokağa mı çağırıyorsun" uyarısına ise; inadına "Evet... Evet..." cevabı vermişti.
Peki 6 gündür Saraçhane'de yaşananlar ne ifade ediyor?
Sokak gösterilerinden, İmamoğlu'nun soruşturmasına nasıl bir etki beklendiğini bilmiyoruz ama toplananların da zaten "İmamoğlu" diye bir derdi olmadığını görüyoruz.
Hatta; birçok CHP'li yöneticinin bile bu soruşturmayı canı gönülden desteklediğini, "Partideki enfeksiyon temizleniyor" diye sevindiğini biliyoruz. Bakın; "Tahmin ediyoruz" demiyorum!
Mansur Yavaş'ı, "Paçavra" çıkışından sonra; DEM'den dilediği "özür" ile paçavra gibi buruşturup atan Özgür Özel'in, İmamoğlu vesayetinden kurtularak kazandığı özgürlüğünü, "6 Nisan Olağanüstü Kurultayı" ile tescilleyerek Külliye'ye yürümeyi plânladığını düşünüyorum.
O halde, İmamoğlu soruşturmasının en çok kazananı Özgür Özel, neden sesi kısılıncaya kadar "Sokak... Sokak..." diye yırtınıyor?
Canım, mafya liderleri bile kurbanının cenazesine çelenk gönderirken, Özgür bey, sebeb-i iktidarı için birkaç damla timsah gözyaşı dökmesin mi? Çok daha önemlisi, İmamoğlu'nun kirli çamaşırları ortalığa saçıldıkça, Özgür Özel'i CHP koltuğuna indiren paraşütün de "ne mal" olduğu görüleceğine göre, tedbir almasın mı?
Yani, 19 Mart'taki başlangıcın nerelere ulaşacağını iyi bilen Özel; plânlı stratejiyi hemen devreye soktu:
Yalandan bile olsa bir kere dahi "Temizdir" diyemediği İmamoğlu'na destek gerekçesiyle; bu soruşturmayı "itibarsız"laştıracaktı. Böylece, verilecek cezalara da kimse inanmayacaktı.
Delilleri yok etmek için İstanbul'u, hatta bütün Türkiye'yi yakmayı göze alan Özgür Özel, sokakları karıştırırken ekonomiyi de batırmak için "resmen" çağrı yaptı. Utanmadan ABD Başkanı; Türk ve Müslüman düşmanı Trump'ın 2019'da "Türkiye sınırı aşarsa ekonomisini mahvedeceğim" tehdidini, CHP'nin Başkanı olarak bildiğimiz Özgür Özel de "Türk ekonomisini; hatta dış politikasını dibe batırma" şeklinde tekrarladı.
Yetmedi; 28 Şubat'taki CHP zihniyeti aynen hortlatıldı. "Cuntacı taşeron" bulamadığı için "kamplaştırma" işini bizzat üstlenen Özel, "Sarçhane bülbülü" olmayan medya mecralarını; isim isim saydı ve "düşman" ilan etti. Kayda geçsin; TürkMedya ve diğerlerinin kılına halel gelirse, müsebbibi Özgür Özel'dir!
Kahve markasından ev aletlerine kadar bütün "yerli" firmaları düşman ilan etmenin, Ekrem İmamoğlu'na ne faydası var? Ama aylardır uygulanan "Katil İsrail mallarına boykot" çağrılarına, "Ayıptır ya, o firmalar binlerce insanı istihdam ediyor" gibi sinsi gerekçelerle karşı çıkan CHP'nin, şimdi o firmaların yerli rakiplerini "boykot" etmesinin sebebini; müstemleke zekalı olmayan herkes anlayabilir!
Her Türk vatandaşının gurur duyacağı TOGG'u "boykot" listesine almalarını da...
2013'TEKİ "GEZİ"Yİ AYNEN UYGULADILAR
Peki Taksim'de, 4 adet ağacın yerinin değiştirilmesinden "Gezi Kalkışması" çıkaranların, çok daha kullanışlı olan "İmamoğlu'nun önü kesiliyor" gerekçesini es geçmesi mümkün mü?
Zaten CHP, iflâh olmaz bir "Gezi"cidir. 2013'ten bu yana Kavala'ya ağıt yakıyor; yeni gezilerin hasretiyle yanıyorlar. Nitekim Özgür Bey, Saraçhane'deki "kar maskeli" karanlık niyetli anarşistleri savunmak için valiyi tehdit edecek kadar bayağılaştı. İngilizlere yaltaklanan Müstemleke Özel, bu devletin valisine "O gazı sık, o plastik mermiyi at bakalım. Eğer bir tane gencime gaz sıkarsan, cop vurursan, plastik mermi sıkarsan senin alnını karışlamayan namerttir" diye efelendi!

CHP'nin bu kadar koruduğu militanlar da, "Gezi" ayaklanmasını, her şeyiyle bugüne taşıdı. Hatta "sembol" yaptıkları PKK'lı "kırmızı kadın"ın yerine, "Ramazan tarifesi" uygulayarak "semazen" diktiler!

Gezi'de AKM'yi, kirli sloganların ilan tahtası yapmışlardı, Şimdi ise hizmet yeri olan İBB binasını kullandılar. Başbakan Erdoğan ve ailesi için AKM'ye astıkları hakaretleri, şimdi daha iğrenç biçimde tekrarladılar!
Gezi'de öldürdükleri iki polis niyetine polislerimize "asit" attılar; "balta" fırlattılar. İmamoğlu'nun kapı önüne koyduğu Canan Kaftancıoğlu, DHKP-C'li kankalarını sokağa çağırdı.
Çünkü mesele İmamoğlu değil; daha anlamadınız mı?
Nitekim Saraçhane'de 6 DHKP-C'li, 9 PKK'lı olmak üzere 12 ayrı örgüte mensup onlarca terörist yakalandı. Diğer illerde gözaltına alınanların ise yüzde 40'ı terörist çıktı. Unutmayın ki, bir damla idrarın bir testi suyu pislettiği gibi, yüzbinleri vandallaştırmak için birkaç terörist yeter!
Gezi alkoliklerinin Dolmabahçe Camii'ndeki pisliklerini, mübarek Ramazan günü Şehzadebaşı Camii'nde, daha da pisleşerek tekrarladılar.
Hatta CHP Mebusu İhsan Cebelibereket'in, Meclis kürsüsünden kustuğu; "Ölülerinin kemiklerini bile mezardan çıkarıp atmak lazım gelir" nefretini eyleme dökerek, ecdat yâdigârı mezarlara saldırdılar![1]
BU SEFER NEDEN "GEZİ"YE ÇIKAMADILAR?
Abarttığımı düşünüyorsanız, mevcut görüntü sizi yanıltıyor demektir. 3-5 ağaçtan çok daha büyük bir motivasyonla başlayan tahriklerden, neden "Gezi" çıkmadığına birlikte bakalım:
1- Gezi'deki soytarılara karşı devletini; milletini savunması gereken bir Cumhurbaşkanı Vandalların mesajını almakla kalmamış, "Sen yarayı açık bırakırsan sinekler de üzerine konar" diyerek destek mesajı vermişti. Şimdi de, "Şiir okudu" diye hapse giren Erdoğan ile milletin canına okuduğu için için hesap veren İmamoğlu'nu aynı kefeye koydu, "Halkın iradesiyle seçilen belediye başkanlarına bu yanlışlar yapılmamalı" dedi ama artık "hariçten" gazel okuduğu için kimse umursamadı! Yani devlet, bu sefer "irade zaafı" yaşamadı; Gezi'deki gibi olayların gerisinde kalmadı; önceden tedbir aldı.
2- Gezi'de bilhassa sosyal medya tahrikleri ve kumpasları karşısında "amatör/yaya" kalan devlet, şimdi çok daha donanımlı ve dirayetliydi. Dezenformasyonu Önleme Merkezi belki de en yoğun haftasını geçirdi. Bütün yalanlar delindi, tahrik kumpaslarına anında cevap verildi. İzmir; Ankara vb. şehirlerde denediler ama bütün Türkiye'ye yaymaya güçleri yetmedi.
3- 28 Şubatı hortlatan fişlemelerin, rezil rüsva seviyede kalmasının sebebi ise, 1997'de CHP zihniyetinin tetikçiliğini yapan TSK yönetiminin, bugün aslî vazifesine dönerek milletin emrine girmesidir. Özgür Özel'in komutanlara olan öfkesinin, "Bir kenara yazdım" tehdidinin asıl sebebi de budur.
4- Şer cephesinin belini büken asıl eksiklik ise FETÖ desteğinden mahrum kalmasıdır. Taksim'de daha "masum" oturma eylemi sırasında, gösterici çadırlarını; içinde yatanlarla birlikte ateşe vermişlerdi. bütün Türkiye'yi yakan Fetullahçı müdürler, göstericilere yakın mesafeden 150 bin biber gazı fişeği; 300 ton boyalı su sıkan devletçi(!) polisler yok artık. "Herkesi tahrik edin, bütün Türkiye'yi cehenneme çevirin" talimatı veren Fetullah haini de, bu hıyaneti aynen uygulayan polis üniformalı mankurtlar da sizlere ömür!
5- Bu sefer çok önemli bir eksik daha vardı. Özgür Özel'in bahtsızlığına bakın ki, Gezi'de; Taksim'e günler öncesinde kamp kuran Batı medyası, "I'm OK" diyen müttefikleri için kılını bile kıpırdatmadı. Çünkü Batı'nın da başı dertteydi ve Yaratanın hikmetine bakın ki; devası Türkiye idi! Ayrıca bu çamura bulaşmak da istememiş olabilirler. Özgür Özel'in İngiltere'ye "Bizi yalnız bırakmayın" diye yalvarması, Hariciye Nazırı olan ama maalesef İngiliz uşağı olmaktan kurtulamayan Büyük Mason Reşid Paşa'nın İngiltere Büyükelçisi Lord Canning'in elini öperek yaşlı gözlerle "Bizi bunca tehlikenin ortasında bırakmayın" diye yalvarmasının aynısıdır. Zavallı... İngilizler olmayınca kendini yalnız hissediyormuş. Türkiye'yi bu kafa mı yönetecek?
"Avrupa ülkelerinin bu dönemde Türkiye ile sürtüşmek istemediğini kabul etsek bile bütün Batı medyasının da aynı tavır değişikliği sergilemesi mümkün değil" diye mi düşünüyorsunuz? "Batı medyası, bir merkezden; bir düğmeye basılarak yönetilemez" mi diyorsunuz?
İsterseniz, Yahudi işadamlarımızdan Jak Kamhi'nin şu ilginç hatırasını okuduktan sonra karar verin:
"1974 Kıbrıs Barış Harekâtı sonrasında başlatılan silah ambargosu Türkiye'yi rahatsız ediyordu; ancak Başbakan Bülent Ecevit, Barış Harekâtı'nın haklılığını dünyaya anlatmakta sıkıntı çekiyordu! 1975 yılında Ortaelçi Altemur Kılıç ve TÜSİAD Başkanı Feyyaz Berker başkanlığında oluşturulan bir heyetle ABD, Fransa ve İngiltere'de ikna görüşmeleri için görevlendirilmiştim. Fransa'ya gittiğimizde basın kuruluşlarının, Türkiye hakkında kötü bir atmosfer oluşturmaya çalıştığını gördük. Heyetteki işadamı dostum David Burla ile birlikte, Kuzey Afrika ve Fransa'daki Musevi cemaatinin liderliğini yürüten (Alman Yahudisi Rothschild Ailesinin Fransa sorumlusu olan) Elie de Rothschild ile buluşma ayarladık. Kendisine Türkiye'nin, asırlardır (Yahudiler gibi) baskı altındaki toplumlara nasıl yardım ettiğini ve 59 Müslüman ülke arasında İsrail'i ilk tanıyan devlet olduğunu anlattık. Verdiğimiz bilgilerden çok etkilenen Rothschild, (Fransa'daki Yahudileri organize eden bir dinî kurum olan) "Consistoire de France"in Basın ve Halkla İlişkiler Müdürü'nü çağırdı ve 'Türkiye'ye karşı yürütülen menfi propagandayı durdurun' talimatı verdi. TV yayınları daha biz oradayken son buldu. Ertesi günkü gazetelerde ise Türkiye tamamen unutulmuştu! Hatta; Elie de Rothschild'in tavsiyesi üzerine İngiltere'deki Türkiye aleyhtarı yayınlar da bıçak gibi kesilmişti."[2]
[1] TBMM Zabıtları, 3 Mart 1924, s. 66.
[2] Jak Kamhi, Gördüklerim Yaşadıklarım, Remzi Kitabevi, İstanbul 2013, s. 231.