Ekrem İmamoğlu'nun tutuklanması, Özgür Özel'in İmamoğlu olmadan nasıl bir politika izleyeceği, Mansur Yavaş'ın milliyetçi yalnızlığı, Saraçhane eylemcilerinin coşkusu… Kim kazandı kim kaybetti? Aslında Ekrem İmamoğlu kazananı olmayan bir oyun kurguladı. Ya kendi kazanacaktı ya herkes kaybedecekti. Kendi kazanamadı, herkes kaybetti. Peki kim bu fırtınadan sağ çıkacak?
Burak Örkün/ Yazar
31 Mart akşamı, yıllar sonra olacaklardan habersiz gönlünce eğleniyordu. Sevenleri sokakta onu adeta bağrına basıyor, Saraçhane önünde onbinler "her şey çok güzel olacak" nidasıyla yeri göğü dolduruyordu. Güzel başlayan bu masalın altı sene sonra Silivri'de bir hapishane koğuşunda biteceğini o zamanlar kimse bilmiyordu. Size, kendi masalına ihanet eden, kazananı olmayan bir oyun kurgulayan İmamoğlu'nun serüveninden bahsedeceğim bugün.
Ekrem İmamoğlu'nun serüvenini anlatmak zor aslında. Zira söyledikleri tutarsız. Geçmişine dair rakamlar hatalı. Diplomalar şaibeli. Bu haliyle ne söylesek havada kalabilir. Ama şunu iyi biliyoruz. Hırslı. Pragmatist. Acımasız ve öngörüsüz. O yüzden Belediye Başkanlığından ve CHP Kurultayı'ndaki alicengiz oyunlarından dem vuracağım.
Ekrem İmamoğlu Belediye Başkanı seçildiğinde herkes şaşkınlık içindeydi. Recep Tayyip Erdoğan'ın sevdası ve her sokağında her mahallesinde izi, eseri, imzası olan şehir ansızın CHP'nin yönetimine geçmişti. Daha bu olay sindirilmemişken AK Parti kurmayları stratejik bir tercihte bulundu. Seçime itiraz edeceklerdi. Seçim yenilendi ve Ekrem İmamoğlu ciddi bir oy farkıyla siyaset gündemimize giriş yaptı.
O günden bu yana, devamlı gülümseyen, sakin görünen ama damarına basıldığında fütursuzlaşıp nobran bir kimliğe bürünen portresiyle karşımıza çıktı. Yüksek ücretler ödediği yandaş sanatçıları onu överken yağları eriyor, "Saraçhane Bülbülleri" olarak devşirdiği kimi gazeteciler ona methiye düzdükçe keyifleniyor, muhalif bir ses duyduğu an onu bastırmak için önce kendisi mücadele ediyor, başarısız olursa dijital ordusu devreye giriyordu.
Verdiği sözleri tutmadı
Dünyada aynı anda en çok metro yapan şehir gibi ilginç ve gerçeklikle mesafesi bayağı uzak olan bir iddiayla ünlü reklam kampanyalarından birini başlattı. Oysa gerçek farklıydı. Metrolar çalışmıyordu. Tramvaylar aniden duruyor, belediye otobüsleri bakımsızlıktan dökülüyor, yol kenarlarına çekili halde yardım bekliyor, çoğu kez rastladığımız gibi bazısı da yol ortasında alev alev yanıyordu.
İmamoğlu kentsel dönüşümde verdiği sözleri tutmamış, ilk seçim kampanyasında depreme hazırlığı 5 yılda tamamlarım demiş, ikinci seçim sürecinde ise "25 yıldır yapılamayanı ben beş yılda nasıl yapayım?" diyerek hepimizi şaşkınlık içinde bırakmıştı.
Etrafındakiler zenginleşiyor, ona yakın isimler abad oluyor, imajları farklılaşıyordu. Halka daha tepeden bakan, daha üst perdeden konuşan, daha da uzak kalan yeni bir siyaset zümresi oluşturdu İmamoğlu. O, yoksul evlerine gittiği iftarlarla propaganda aracını çalıştırsa da duvardaki saat farklı şeyler söylüyordu. Öyle ya, zaman iyi bir hakimdi ve elbet gerçekleri su yüzüne çıkarırdı.
Ekrem İmamoğlu gerçeklere aldırmadı. İBB'deki makam gücü ve belediye kaynaklarıyla Cumhurbaşkanı olacaktı. Planı hazırdı. Bu planın hayata geçmesi için evvela CHP Kurultayı'na müdahale etmeli, Kılıçdaroğlu'nu devre dışı bırakmalıydı. Ve tam da öyle oldu. Kılıçdaroğlu'na yakın isimlerin ifadelerine göre delegelerin hür iradesine müdahale edilmiş, kimi evler, kimi nakit para, kimi cep telefonu ve tablet gibi maddi değeri yüksek hediyelerle yönlendirilmişti. Yargı bu konuyu araştıradursun lakin sonuç o gün için İmamoğlu'nun istediği gibi oldu. Kılıçdaroğlu oyun dışına çıktı. Onun yerine Ekrem İmamoğlu'nun ekseninde siyaset yapan, attığı her adımı İmamoğlu'nun Cumhurbaşkanı olması için şekillendiren ve bir asırlık CHP'yi İmamoğlu'nun siyasi ikbali için çalışan bir mekanizmaya dönüştürecek Özgür Özel geldi.
Güç zehirlenmesi
O gün farkında olmasa da İmamoğlu için sonun başlangıcıydı. Zira denetimsiz güç önce sarhoş eder, sonra zehirlerdi.
Öyle de oldu. İmamoğlu'nda bağlı ekipler gözle görünür bir güç zehirlenmesi yaşadı. İddia edildiği sadece bir AVM'den milyonlarca Euro rüşvet istemeler, 16 milyon İstanbullunun bilgilerini, kişisel verilerini kendi siyasi geleceklerini uğruna izinsizce kullanmalar, değerinin çok altına alınan villalar, araziler... Yine değerinin çok üstüne yandaş firmalardan alınan hizmet ve ürünler, "kent uzlaşısı" adı altında İstanbul'un kaynaklarını terör örgütü uzantılarıyla bölüşmeler... Ve en sonunda devletin uzun süren teknik ve fiziki takibinin sonucunda ortaya çıkan bir savcılık iddianamesi ve Ekrem İmamoğlu'nun tutuklanması.
İşte bir İstanbul Masalı böyle bitti.
Peki, Ekrem İmamoğlu'nun tutuklanması, Özgür Özel'in İmamoğlu olmadan nasıl bir politika izleyeceği, Mansur Yavaş'ın milliyetçi yalnızlığı, Saraçhane eylemcilerinin coşkusu... Kim kazandı kim kaybetti? Aslında girişte belirttiğim gibi, Ekrem İmamoğlu kazananı olmayan bir oyun kurguladı. Ya kendi kazanacaktı ya herkes kaybedecekti. Kendi kazanamadı, herkes kaybetti. O zaman doğru soruyu sormak gerekir. Kim bu fırtınadan sağ çıkacak? Şimdi ona bakalım.
Özgür Özel bu fırtınadan sağ çıkamayacak ilk isim olur. Hürriyet'teki köşesinde Ahmet Hakan, Özgür Özel'in "olağanüstü performansından" bahsederken tebessüm ederek okumuş, şaka yapıyor herhalde demiştim. Özgür Özel sürecin başından itibaren gergin, saldırgan, tutarsız, vatandaşı azarlayan tavırlar sergiledi. Mansur Yavaş'ın "pamuk şeker" çıkışına partimizi bağlamaz diyerek en güçlü ikinci güç odağını sözün şehvetiyle adeta harcadı. Yerli sermayeyle kurulmuş şirketlere savaş açıp Batılı basın kuruluşlarına Türkiye'yi şikâyet etti. Kılıçdaroğlu'na zamanında kaybettiren ne varsa hepsini yaptı. Yaptığı sokak çağrısının sonuçlarını öngöremedi. Kontrol edemeyeceği grupları sokağa çağırdı. İşler rayından çıktı. Güvenlik güçlerine saldıran eylemciler Sayın Cumhurbaşkanımıza ve ailesine hakaret etti. Perdeyi de Şehzadebaşı Camii'nde bira içip ecdadın mezarlarını yağmalayarak yaptılar. Özgür Özel sebep olduğu bu çılgınlıklarla övünüyor mudur bilmem ama bu fırtınadan siyaseten artık sağ çıkamaz. Varlık sebebi olan İmamoğlu'nun Cumhurbaşkanlığı adaylığı başta diploma iptali sebebiyle imkânsız hale gelmişken artık işi çok daha zor.
CHP'nin üvey abisi
Mansur Yavaş'a gelelim. Utangaç milliyetçi, yarı zamanlı demokrat, CHP'nin üvey abisi, sol cenahın sakıncalı devletçisi... Mansur Yavaş, CHP içindeki anti-Ekremcilerin denge unsuruydu. İmamoğlu gittiğine göre bir denge unsuruna gerek var mı, göreceğiz? Hazır kalabalık bulmuşken Saraçhane'de milliyetçi bir söylemle ulusalcıların, CHP küskünlerinin, dağılan İYİ Parti'nin ve kızgın AK Partililerin oylarına talip olacağım deyip "paçavra ve pamuk şeker" aforizmasıyla giriş yaptığı ringten nakavt olarak ayrıldı. Özgür Özel onun değil benim sözüm bağlayıcıdır deyip Yavaş'ı suturdu ve hatta adına özür diledi. Meydanda marjinal sol örgütlerle kol kola yürüyen "kimliksiz Türkçü" gruplar bile onu sahiplenmedi. Öyle ya, onların dahil olduları proje Mansur Yavaş'ın değil Ekrem İmamoğlu'nun Cumhurbaşkanlığı adaylığı üzerineydi. Yani bu fırtına Yavaş'ın yelken direklerini bile parçalarken, onu karanlık ve yalnız sulara sürükledi.
Kemal Kılıçdaroğlu. İşte kritik nokta tam da burası. Kritik isim tam da bu kişi. Neden mi? Çünkü Kemal Bey ile kazanmak birbirine zıt kelimeler, kavramlar olsa da Kılıçdaroğlu'nun en büyük özelliği kazanamadığı savaşlardan en az yarayla çıkması, fırtınaları kayıpsız atlatmasıdır. Son kurultayda kendi deyimiyle sırtından hançerlenen Kılıçdaroğlu bu haliyle CHP'nin başına gelirse parti tabanından büyük bir tepki alacağını biliyor. Bütün bu sürecin müsebbibi olarak ilan edileceğinin de farkında. Koltuğunu geri alabileceği bu savaşı kazanamamış da olsa istediğini azami ölçüde alarak sırtına hançer vuranlardan intikam alarak bu fırtınayı en az zararla atlattı.
Peki, CHP'ye oy veren milyonlar? Siyasal olarak CHP kampından yarına bakan insanlar? Asıl onlar umutsuzluk fırtınasında savruluyor. Yeni bir paradigma ve lider arıyorlar. Sahaya sürdüğü kitlelerin önüne düşemeyen, otobüs üzerinde kitleyi azarlayan, marka ismini yanlış söyledim deyip bir boykot sürecini yürütemeyen bir liderle yürüyemiyorlar. İstanbul'a hizmet değil hezimet getiren, İstanbul'a eser değil hasar veren şaibeli bir belediye başkanını sırtlarında taşımak istemiyorlar. Tek adayla yapılan ön seçimi demokrasi şöleni olarak sunan siyaset ahlaksızlığına maruz kalmak istemiyorlar. Ramazan ayında camilerde bira içen vandalların, mezarlık tahrip eden yağmacıların lekesini yüzlerine sürmek istemiyorlar. AK Parti'nin ve Cumhur İttifakı'nın Türkiye Yüzyılı hedeflerine özellikle milli savunma sanayiinde ve dış politikada ilerlerken kendi partilerinin dişe dokunur hedefler ve yol haritası oluşturamamasını kabullenemiyorlar.
Ama AK Parti ve Erdoğan muhalifliğinden besledikleri motivasyonla kendi labirentlerinde boğulmaya devam ediyorlar.
O mu?
23 yıl sonra hala ve bir kez daha.
Adam kazandı.