Bu yıl 17 Kasım - 4 Aralık tarihleri arasında 22. kez düzenlenen İstanbul Tiyatro Festivali kapsamında sahnelecek oyunlardan biri de Misafir - İyi Bir Güneş. Oyun 29 ve 30 Kasım‘da 20.30’da Moda Sahnesi’nde olacak. Oyun, göç kavramından yola çıkılarak ortaklaşa üretim yoluyla, bağlamı; yazar Gülce Uğurlu tarafından belirlenen doğaçlama çalışmalar yoluyla oluşturuldu. Misafir - İyi Bir Güneş’i yazarı Gülce Uğurlu ve yönetmeni Ata Ünal ile konuştuk. Göç ve mülteci meselesi şu an tüm sanat dallarının birer malzemesi durumunda. Bu klişeye düşmemek için ne yaptığını sorarak başlıyorum sohbete. Yazar Gülce Uğurlu şöyle yanıtlıyor: “Söz konusu mesele sıklıkla oryantalist bir şekilde ifade ediliyor. Bu hataya düşmemeye gayret etmek, bizim için çok önemliydi. Oyunda mitlerle kurduğumuz ilişki bu bakış açısının bir sonucu diyebilirim.”
Oyun bize ne anlatıyor?
Misafir - İyi Bir Güneş, Suriye’de bir iç savaş olarak başlayan ancak hızla büyüyen ve II. Dünya Savaşı’ndan sonraki en büyük göç dalgasına yol açan yangının günümüzde yaşanmakta olan sonuçlarına sorgulayıcı bir tanıklıkla yaklaşıyor. Olmakta olanla ilgili yargıların hem sosyal hem sanatsal kaygan zemininin riskini alıyor. Bir apartman dairesinde yanına henüz taşınan üvey oğluyla kendi dertlerine gömülmüş halde yaşayan kentli bir kadın ve onun yaşadığı binanın bodrumuna sığınmak zorunda kalan Suriyeli bir mülteci kadın. Misafir - İyi Bir Güneş, İstanbul’da yolları kesişen bu üç karakterin hikâyesini anlatırken birbirinden farklı olana karşı geliştirilen kendini koruma refleksi ile öteki olanı reddetme arasındaki geçişkenliğe de dokunmaya çalışıyor.
Göç ve mülteci meselesi kaleminize nasıl bir dille yansıdı?
Ortak acılara, geçmişi ve bireyi sorgulayarak, güncelin içinden bakmayı denedik. Bugün olanı bugün anlatarak hakiki bir tanıklığın yolunu aramaya çalışıyoruz. Bu süreçte hepimizin az çok bildiği bir takım mit anlatımlarından da yararlandık. Mitleri sorgulamaya çalıştık. Aslında yazım aşamasında ve sahnelemedeki derdimiz bu sorgulamaları ajitatif ve oryantalist bir dil yaratmadan seyirciye iletebilmekti.
Bu oyun göç ve mülteci meselesini bir olgu olarak mı yoksa bir olay olarak mı ele alıyor?
Oyun, üç farklı karakteri yoğun göç alan kentlerden biri olan İstanbul’da bir araya getiriyor. Bu olay üzerinden göç ve mülteci olgusunu ele alıyoruz. Yani belli bir olay üzerinden olguya odaklanıp, birçok katman oluşturarak mültecilik olgusuyla birlikte iktidarı ve şiddeti, yası ve travmayı, tutkuyu ve nefsi karşı karşıya getiriyoruz.
Yazan: Gülce Uğurlu
Dramaturji ve Yöneten: Ata Ünal
Sahne Tasarımı: Meryem Bayram
Ses Tasarımı: Gökhan Deneç
Işık Tasarımı ve Uygulama: Turan Tayar, Melis Karaman
Sahne Tasarım Asistanı: Işıl Çelik
Dramaturji Asistanı: Sena Özçelik
İngilizce Çeviri: Deniz Vural
Proje Asistanları: Ahmet Alper Mert, Mehmet Emektar, Melda Demirtaş, Sinem Kotiloğlu, Yasin Çıray
Oynayanlar: Güneş Sayın, Gülce Uğurlu, Korhan Karabal
ATA ÜNAL: ÇAĞRIŞIM ALANLARI AÇMAK BİZİM İÇİN ÖNEMLİ
Yazarın metnini sahneleme sürecinde hangi detaylara özellikle dikkat ettiniz?
Oyun bir ortaklaşa üretim sürecinin ürünü olduğu için, sahneleme süreciyle yazarın metnini üretme süreci birbirine hem bir yere kadar organik hem de girift biçimde bağlı. Elbette bu süreçte ikisi de birbirine bağlı olarak değişip gelişse de, yazma süreci sahneleme sürecinden bir adım önde gitmekte. Oyunda metnin yazar tarafından bağlamı belirlenmiş doğaçlamaların, yine yazar tarafından kimi zaman tamamen kimi zaman kısmen bağlamı ve kurgusunun değiştirilerek oluşturulması en önemli özelliklerden biri…
Temanın sizdeki karşılığı ne oldu ve nasıl bir atmosfer yaratmak istediniz?
Değindiğimiz konunun köklerinin çok daha eskide yattığına dair bir keşif sürecini de içeriyor bu karşılık. Atmosfer bu tip işlerde daha çok kendini çalışmanın gidişatıyla ortaya koyar. Bizimki biraz da yakıcı bir konuyu, kurucu mitler üzerinden de okuma girişimi. Oyunun ‘devised’, yani ortaklaşa üretim süreci içerisinde ortaya çıkması başlı başına bir yaklaşım zaten.
Konunun güncel bir mesele olması yönetiminizi nasıl etkiledi?
Olmakta olana, olmakta olduğu zaman tanıklık etmeye çalışmak her zaman riskli bir iştir. Konu güncelliğini yitirmeye başlayınca, belli bir mesafe oluşunca, işin içine girmeyi tercih ederler. Mesafe kazanması daha az risk oluşturur. Olmakta olana, olmakta olduğu an bir söz söyleme hali önemli bir durum burada. Hep varolmuş ama son yıllarda tüm dünyayı ve Türkiye’yi geldiği boyut nedeniyle çok etkilemiş bir sorunu, görmesi görece zor referanslarıyla, çağrışım alanları açarak yapmaya çalışmak önemli bizim için.