Peki, başarabilecek miyiz? Yani, başaramasak da en azından deneyecekmişiz, daha doğrusu, zaten deniyormuşuz.
ŞİMDİ HEDEFİMİZ NE OLACAK
Harari’ye göre geçmiş yıllarda insanlığın üç ana problemi vardı: Kıtlık, salgın, savaş... Şimdi bunları aştık gibi. Biliyorum, tam olarak aşabildiğimiz söylenemese de (hala savaşlarda hayatını kaybedenler var, öyle değil mi?) en azından artık obeziteden veya şeker hastalığından ölen sayısı çatışma ya da salgın hastalık nedeniyle ölen sayısından fazla. Hamburger artık baruttan daha tehlikeli. Depresyon etkisiyle intihar edenler kıtlık sorunu dolayısıyla açlıktan ölenleri aştı. Çağımızın vebası, mutsuzluk. Mükemmel bir noktada olduğumuz söylenemese de, geçmişe nazaran, fena değiliz.
Peki, bundan sonra ne yapacağız? İnsanlığın hedefi ne olacak? Hangi sorunu aşmaya çalışacağız? Harari cevaplasın: Elbette, ‘hümanizm dini’ gereği insanı ölümsüz kılmak için uğraşacağız. Hepimiz uğraşmasak da, bir bölümümüz bunu deneyecek. Tarihin lineer bir doğrultuda ‘ilerlediğine’ inananlar var. Eh, artık ‘kıtlık, salgın ve savaş’ nedeniyle kimse ölmüyor. Herhalde ilerliyoruzdur... Neden daha da ilerlemeyelim ki? Belki bir gün ‘ölümsüz’ bile olabiliriz, kim bilir? Çok çok geçmişe nazaran aşabildiğimiz sorunlara bakacak olursak, daha da aşamayacağımızı kim söyleyebilir?
ÇIKIŞ YOKSA İÇERİDE DURAMAZSIN
Rumen filozof Cioran, insanı hayatta tutanın ‘ölümlülük’ olduğuna inanıyor: Dışarı çıkmak (hayatın sonu) mümkün değilse, kimse içeride (hayatta) duramaz. Yaşamak bir tür klostrofobiye döner yani. Devam ediyor Cioran: İnsanlık, ölümsüzlüğü bulduğu an yok olacak. Ve şu: Dilediğimde hayatımı son verebileceğimi bilmeseydim (ya da dilediğimde intihar edemeseydim), kesinlikle delirirdim. Yaşamı var eden ölümün ta kendisi. Harari de buna yakın bir noktada: Bilimin ölümsüzlüğü bulduğu an (düşünün, artık bütün hastalıkların çaresi var) kaygı sorunlarının artacağını ve yolda yürürken bir kazaya uğramamak için evden bile çıkamayacağımızı söylüyor.
İkinci mesele de şu: Tıp veya bilim, adı her neyse, gerçekten ömrümüzü uzatabiliyor mu ki buna bir ‘sınırsızlık’ getirebilsin? Aslında hayır, uzatamıyor. Eski çağlarda da bir insan eğer hastalıklarla uğraşmıyorsa 80 90 sene yaşıyordu, bugün de (hastaysa bile bilimin yardımıyla) yaşıyor. Tıp aslında şunu yapıyor: Hastalıkları ortadan kaldırarak ya da iyileştirerek, potansiyeli (ömrü) kullanabilmemizi sağlıyor. Bağışıklık olmasa tıp/tedavi neye yarar? Evvel bağışıklık savaşıyor, doktorlar ve ilaçlar da yardımcı oluyor. Aids’in çaresi mesela, bu yüzden yok: Bağışıklık sistemi çöküyor. ‘Sinirsel’ hastalıklar da aynı şekilde: Çoğalamayan sinir hücrelerine kim yardımcı olabilir?
BİLİMİN HEDEFİ GELECEĞE HÜKMETMEK
Bilimin hedefi her zaman şu olmuştur: Geleceğe hükmetmek. Nietzsche ‘Tanrı öldü’ dediğinde bunu kast ediyordu: Binlerce yıl önce yağmur yağsın diye tanrılara neler neler adanıyordu, şimdiyse suyu denizden çekip arıtabiliyor ya da depolayıp/altyapı sağlayıp yağmuru beklemeden işimizi görebiliyoruz. Fakat bunun bir sınırı olduğunu da en iyi olarak ‘tanrılaşma fikrinin uç noktası olan ölümsüz olma gayretinin beyhudeliği’ anlatıyor: İnsanlığın sonunu getirecek olan varsa, o da tanrı insandır. Harari özellikle bunu kitabında (Homo Deus - Yarının Kısa bir Tarihi) ‘insanla - vahşi hayvanlar’ arasındaki ilişki üzerinden çok iyi anlatıyor.