23 Kasım 2024 Cumartesi / 22 CemaziyelEvvel 1446

Hafıza sorunu üzerinden bir iki soru soracağız

Kültürel kesintiyi bence evvela tam bir anlamak, hissetmek lazım, ağır bir şey çünkü. Ve coğrafyaya özel bir şey bu. Ardından da bununla yüzleşerek sorularla beraber yol almak gerekiyor. İlla cevaplar bulacağız diye bir şey yok. Belki cevap bulacağız başka soru ortaya çıkacak.

GÜLCAN TEZCAN 15 Temmuz 2018 Pazar 07:00 - Güncelleme:
Hafıza sorunu üzerinden bir iki soru soracağız

Maşuk’un Nefesi ve Miraciye adlı iki değerli belgeseli sinemamıza kazandıran yönetmen Murat Pay bugünlerde ilk uzun metraj sinema filmi için kamera arkasında. Kültür Bakanlığı Desteği ve 4. Uluslararası Boğaziçi Film Festivali Bosphorus Film Lab TRT Ortak Yapımı Ödülü’nü alan Dilsiz adlı filmin yapımını Rasathane Film üstleniyor. Maişetini duvar ressamlığı ile sağlayan bir gencin hat sanatıyla tanışması ve bu yolda ilerleyişini konu alan filmin sürprizlerinden biri de Eşref karakteriyle ilk kez kamera karşısına geçen ve bir hattatı canlandıran Prof. Mim Kemal Öke. Çekimleri 19 Temmuz’a kadar devam edecek olan filmin Balat’taki setinde yönetmen Murat Pay’la Dilsiz’i, sinemada geleneğin yol alışını konuştuk. 

Filmde İstanbul’un ruhu bir karakter olarak mı var, yoksa sadece mekandan mı ibaret?

Elbette İstanbul da karakter olarak biraz filmin içerisine dahil olacak. Ama halihazırdaki o çok yoğun hengameden ziyade birazcık daha İstanbul’un sakin tarafları, biraz İstanbul’u İstanbul yapan tarafları görünecek. İstanbul’un dokusuna dair ya da o belki o içimizde tartışmak istediğimiz o ruha dair bazı izleri takip etmeye çalışacağız.

O zaman filmde tartışmaya niyetlendiğiniz ruhtan biraz bahsedelim... 

Bugün artık yeni kuşaklara da aktarılan hafıza sorunu üzerinden bir iki soru sormaya çalışacağız. Aslında niyetimiz temelde bu. Çok romantik cevaplar vermek istemiyoruz aslında. Çünkü hayat öyle ilerlemiyor. Kahramanımızın bu sorularla olabildiğince sahici yüzleşmesine çalışacağız. 

Maşuk’un Nefesi ile başlayan Miraciyye ile devam eden bir anlatı seyriniz var. Birbirlerini tamamlayan bir bakış gibi geliyor bana. Dünde kalanın aslında orada kalmadığı, bugüne izler bıraktığı ile ilgili bir şey var.

Tabii. Merkezimiz hat sanatı. Diğer ikisinden farklı olarak bu tamamen kurmaca. Hat sanatının anlam dünyası ve temsiliyeti sözkonusu. O temsil ile bugün yaşayan bir karakter karşılaştığında nasıl bir şey ortaya çıkar veya ortaya çıkıyor. Aslında bizim içinde olduğumuz veyahut izini sürdüğümüz şeyler bunlar olacak. 

Hat sanatı çok özel bir alan. Danışmanlık noktasında destek aldığınız ustalar oldu mu? 

Filmin hat danışmanı genel anlamda Cavide Pala Hoca oldu. Cavide Hoca bize başından beri çok yardım ediyor. Bu mühimdi. Çünkü böyle konularda hata yapmak daha kolay. Bunu en aza indirmek lazım. Elimizden geldiğince onun da katkısı ile az hatayla ilerlemeye çalışıyoruz. 

Maşuk’un Nefesi’nde bir usta-çırak ilişkisi vardı. Burada da bir talip olma hali var sanırım...  

Evet. Bu kez usta-çırak ilişkisinde usta ile ilgili bir sürprizimiz olacak filmde. Bildiğimiz usta-çırak ilişkisinin dışına çıkan bir iki detay düşündük filmi daha sahici kılması açısından. O da filmin sürprizi olsun. Bu usta-çırak ilişkisinin aslında asıl manasına dönük bir şey ortaya koyulabilir mi, böyle ufak tefek düşünceler olacak. 

Biraz tasavvufi katmanları da var herhalde hikâyenin...

Gelenekli sanatları gündeme aldığınızda tasavvuf da işin içine girer. İster istemez o alana girmek zorundasınız. Girdiğinizde de bir yüzleşme, karşılaşma oluyor. Bu karşılaşmalardan sorular meydana geliyor. Bence bu tip pratikler sinema-tasavvuf ilişkisinin ve etkileşiminin önünü daha fazla açacaktır. Olumlu neticeleri de olacaktır diye düşünüyorum. Çünkü çok bereketli bir alan. 

Sinemamızda tasavvuf, din ve gelenek bir imkân olarak değerlendirilme noktasında hep mesafeli durulan alanlar. Oysa sevgili Ayşe Şasa, Türk Sineması’nın kimlik arayışında buradan yol almayı teklif ediyordu ısrarla… 

Orada ben biraz şöyle düşünüyorum; tasavvufu kendi birikimim olarak değerlendiriyorum. Bu benim birikimim ve kültürüm. Dolayısıyla rahatlıkla ve özgüvenle istifade edebilmeliyim. Bunda gocunacak filan bir durum söz konusu değil. Ama ben oraya adım attığımda onu çok iyi anlıyormuşum gibi de davranmamın bir anlamı yok. Çünkü bu derin bir kültür. Anlaması veya nüfuz etmesi o kadar kolay değil. Dolayısıyla buraya adım atan insanların –kendi adıma konuşursam– temkinli olmaları ve buradan yola çıkarak belki de biraz teenni ile hareket etmeleri daha doğru. Çünkü işin içine girdiğimizde onu kavramış ve ona nüfuz etmiş olmuyoruz. Ben bunu filmin içinde yaparken de anlıyorum. Aslında hat sanatının bir yerlerini anlamaya çalışıyoruz ama anladık diyemiyoruz, dememek de lazım. O kadar da kolay değil. 

Bu film öncelikle bizim seyircimiz için

Filmin festival yolculuğu olacak mı? Planlarınız neler?  

Müezzinlere eğitim verirlerken şöyle söylüyorlar, ‘Ezana çıktın minareye, okuduktan sonra artık senden çıktı.’ Onun için düşünmen gereken senden çıkmadan önceki evre. Bizden çıktıktan sonraki süreç artık kısmet. Elbette festival süreci olacak. Ama ben kendi coğrafyamdaki insanların bu filmle muhatap olmasını bir yönüyle daha önemsiyorum.

Buradaki yabancılaşmayı düşününce bu doğru bir bakış galiba…

Evet, onun daha mühim olduğunu düşünüyorum. Güzel bir şey yapmak gibi bir niyetimiz var. Olursa ne ala. Bir yanıyla kendi kültürümle de tanışıyorum. Yüzleşiyorum. Çünkü o alana girmek kolay değil. Bence zor tarafları var. Bazen arkadaşlarla da konuşuyoruz. Bu alanlara girmeye çalışıyoruz, elimizin altında gibi düşünüyoruz ama düşündüğümüz kadar kolay da değil. Ama bu gel git hep olacak. Sadece bu konuda yürümek ve küçük de olsa adımlar atmak gerekiyor. Sonuçta o kültürel kesintiyi bence evvela tam bir anlamak, hissetmek lazım, ağır bir şey çünkü. Ve coğrafyaya özel bir şey bu. 

Ardından da bununla yüzleşerek sorularla beraber yol almak gerekiyor. İlla cevaplar bulacağız diye bir şey yok. Belki cevap bulacağız başka soru ortaya çıkacak.