Star Gazetesi tarafından düzenlenen 10. Necip Fazıl Ödülleri, 30 Aralık'ta görkemli törende sahipleriyle buluşacak.
Taze bir kalem... İnsan yüreğinin derinliklerinde sürgün veren duyguları ele alıştaki ustalık... Farklı ifade biçimleri, arayışlar... Kuklalar İçin İplerden Sonra Yaşam ve Vakitsiz Ölüler Yurdu... Hikaye dünyasına iki kitabıyla katılan Sema Bayar akıcı üslubuyla, yoksul, kimsesiz, tutunamayan, kıyıya vuran insanlık hallerini melodrama düşmeden ele aldığı hikayelerinde kullandığı simgesel, şiirsel dille dikkat çekiyor. Üstelik yer yer kullandığı gerçeküstü anlatım tarzıyla cesur ve sarsıcı... Akşam Gazetesi'nden Bedir Acar, Sema Bayar'a yürüdüğü yoldaki işaretleri sordu...
■ Necip Fazıl ismi sizin dünyanızda nasıl bir yere tekabül ediyor?
Bu soruya sadece yazdığım öykülerden değil, yaşadığım öykünün penceresinden bakarak cevap vermek isterim. Bütün zincirlere, sınırlara başkaldırının mütemmim cüzü gençlik ateşi içimde yanarken tanıştım Necip Fazıl'ın eserleriyle. İmam Hatip Lisesindeydim ve birileri benim adıma hüküm veriyor, ne istediğimi sormadan, muhatap dahi almadan bana bir rol biçiyordu. İçeriden dışarıdan hikâyemi sarmalayan iplerle didişirken tamamen özgür ve kendim olabileceğim bir dünyanın var olduğunu öğrendim. Kelimelerdi bu dünyanın anahtarı. Onlara engel yoktu. Üstat için tiyatro sanat biçimlerinin bedii keşfiydi ve ben de onunla ilk defa Bir Adam Yaratmak eseriyle tanışmıştım.
■ Anahtar olarak tarif ettiğiniz kelimeler nasıl bir dünyanın kapılarını açıyordu?
İncelikli ve etkili bir söyleyiş ile temas edemeyeceğiniz bir acı, başkaldıramayacağınız bir haksızlık söz konusu olamazdı. Avucunuzda biriken hayal kırıklıklarını da, yüreğinizi kavuran hüsranı da, zihninizin kıvrımlarında dönenip duran fikri mülahazalarınızı da kelimelere dökebilir, üstadın kimseye eyvallah etmeyen tavrını kendinize şiar edinebilirdiniz. Edebiyat benim için insanlığın büyük hikâyesine temas eden o biricik duygu durumlarını, zamanın ve mekânın çeperlerinden kurtarıp saklayabildiğim bir mikâptı. Gençlik yıllarımda sadece bir sağaltma yöntemi olsa da zamanla kelimelerin gücüne daha çok inandım. Kavramların düşünce dünyamız üzerindeki etkisini, her bir kelimenin anlama nasıl omuz verdiğini Necip Fazıl gibi değerli ediplerle keşfettim. Türkçenin lezzetini hikâyeleri ve tiyatro eserleriyle, imgenin gücü ve söyleyiş inceliğini şiirleriyle ortaya koyan Necip Fazıl, bana edebiyatta dil işçiliğinin poetika kadar önemli olduğunu fısıldıyordu.
■ Necip Fazıl'ın sanata bakışını nasıl değerlendirirsiniz?
Necip Fazıl, şairliği küçük ve adi hasisliklerin üstünde görür, onu idrakin en ileri merhalesi sayar. Alaeddin Özdenören'in ifadesiyle sanat için yegâne şart sanatkârdır. Bu sözü açtığımızda aslolanın hayata karşı sanatkârane dikkat ve rikkat olduğunu keşfederiz. Merkezde sanatçının idraki vardır. Üstadın sanata bakışı da hayat ve hakikatten ari değildir. Aksine hayat ve hakikat üzerine düşünmeyen, fikrî olgunluğa erişmemiş, tasasız ve davasız edipleri kuyruğu kıstırılınca ağlayan hayvancıklara benzetir. O, şairliğin doğasında bir düalizm görür. Şair "birbirine aykırı çift başlı bir mahlûk"tur: "Biri süfli ve mahkûm, öbürü ulvi ve hâkim." İnsanın hırpani yanı ile yüce tarafını birbirine bağlayan şey sadece şairliği değil, şiir bir meyve ise onun kabuğu olan şiir üzerine düşünceleri, poetikasıdır. "Bir yanda belli başlı sanat anlayışından tüten şiirler, bir yanda, bu sanat anlayışının tüttürdüğü şiir mefkûresi..." Onun çilesi bu düalizm arasında yer alır. Varılan menzil değil yürünen yoldur. O, keyfiyeti, kemmiyet zenginliği içinde arar. Örümcek Ağı, Kaldırımlar, Ben ve Ötesi'nde göklere çıkarılan şiirini ancak Çile'si ile birlikte müteal olanla irtibatlandırır ve ona ulvi bir paye verir. Zira bir fiilin ilkesi kaynağını aşkın olandan aldığında yasaya, Necip Fazıl özelinde dile dökecek olursak davaya dönüşür, meleke hâline gelir. Necip Fazıl'ın çilesinde, davasında hem bir okur hem de bir yazar olarak gördüğüm hayat ve hakikat birliği tam olarak budur.
■ Necip Fazıl Ödülleri'ni nasıl değerlendiriyorsunuz?
Şairler, düşünürler, kanaat önderleri –ki bu örnekler çoğaltılabilir- bir toplumun lokomotifidir. Kitleleri domine eder, bireyi harekete geçirirler. Saf akıl ve saf fiil arasında köprüler kurar, fanilik perdesini indirerek insanlığın baki olanla yeniden temas kurmasına zemin hazırlarlar. Bu yüzdendir ki sözleri kadar yaşantıları da eserleri kadar hatıraları da geleceğe sarkar. Necip Fazıl gibi bu toprakların sesini yine bu toprakların diliyle yazan, sadece şairliği ile değil poetikasıyla da hem içinde yaşadığı topluma hem de dünyaya söyleyecek sözü olan bir edip adına ödül verilmesini, üstadın yürüdüğü yolun ödülle bir kez daha ışıklandırılması, bilhassa yola işaret edilmesi olarak yorumluyorum.
■ Ya o ödüle layık görülmek?
Gençlik çağımda kitapları ile tanıştığım, hem şahsi hem de edebiyat hayatımda yolumu aydınlatan kandillerden biri Necip Fazıl. Üstat adına düzenlenen bir ödül töreninde, saygıdeğer jüri tarafından taltif edilmem elbette sevinç kaynağı. Kelimelerle sessiz sedasız yürüdüğüm yolda, benden önce yol yürümüş ediplerden bir işmar. İsminizin ve eserlerinizin önüne yerleşen, sizi gönendiren bir pırıltı. Üstelik adına ödül verilen bu isim gençliğinizden başlayarak sizi hem düşünce dünyası hem de Türkçe hassasiyeti ile etkilemiş bir kalem.