27 Nisan 2025 Pazar / 29 Sevval 1446

Milli Görüşten Muhafazakar Demokrasiye

Uzun yıllar politikanın mutfağında başarılı işlere imza atan, AK Parti genel başkan yardımcısı Nureddin Nebati ile Alfa Yayınları etiketi ile çıkan ‘Milli Görüşten Muhafazakar Demokrasiye’ adlı kitabı üzerine konuştuk…

Star Sanat3 Aralık 2014 Çarşamba 07:00 - Güncelleme:
Milli Görüşten Muhafazakar Demokrasiye

Milli Nizam Partisi'nden bugüne gelen süreci tahlil ederken temel hareket noktanız neydi?

Temel hareket noktam Milli Görüş’ten AK Parti’ye uzanan süreci analiz etmek ve dönüşümün sınırlarını tahlil etmekti. Milli Görüş hareketi AK Parti’nin içinden çıktığı koza gibidir, onun bir parçasıdır, kendini bulmasını, bugün geldiği noktayı oluşturmasını sağlamıştır. Milli Görüş hareketinin bünyesinden yeni bir oluşum olarak AK Parti doğmuştur. Benim yapmaya çalıştığım AK Parti’nin özgün olarak ne ürettiği ve içinden geldiği geleneğin izlerini ne ölçüde taşıdığını saptamaya çalışmak oldu aslında. Sonuçta ben de bu gelenekten geldim ve bir araştırmacı olarak içinden geldiğiniz bağlama yabancılaşmak, objektif olmak zordur, bunun farkındayım. Ancak ben olabildiğince nesnel olabilmek adına değişimi nicel veriler ışığında ölçmeye çalıştım. Gerçekleştirdiğim değer araştırması ile AK Parti ve Milli Görüş’ün son partisi olan Saadet Partisi teşkilat üyelerinin değer algılarını kıyasladım. Benim çalışmam aynı zamanda AK Parti teşkilat üyelerinin değer algıları üzerine yapılan ilk kantitatif çalışma özelliğini taşıyor.

Milli Görüş hareketi ile AK Parti arasındaki temel fark nedir?

Milli Görüş İslamcı bir parti, AK Parti ise muhafazakar demokrat olarak tanımlıyor kendisini. Muhafazakarlık literatürde çoğu zaman İslamcılıkla aynı anlamda kullanılsa da farklı teori ve pratikleri olan iki ayrı itiraz türdür. Türkiye’de muhafazakarlığı İslamcılıkla eşitleyen algının nedeni Türkiye İslamcılarının tepeden inmeci modernliğe dair eleştirilerini muhafazakâr bir dille sunmasıdır. Ayrıca İki akım da dini ötekileştiren siyaset diline karşıdır. Muhafazakarlık bir temkin hareketidir, tepeden tırnağa ve köktenci değişim projelerine, toplumların ve değerlerin alaşağı edilmesine karşıdır. Aydınlanmanın tepeden inmeci siyasi projelerine bir tepkidir, tepeden tırnağa rasyonalist olan siyaseti sınırlandırma çabasına bir karşı duruştur. Toplumu devrimci projelerin yarattığı savrulmadan korumayı amaçlar. Muhafazakar düşünceye göre gelenek, din, kültür ve tarih toplumu oluşturan harcın temelleridir. Muhafazakarlığın toplumu yeniden kurmak gibi bir hedefi yoktur, merkezde olan bugünün koşullarıdır. Din toplumsal dokuyu belirleyen temel harç, yüce bir değer ve istikrar sağlayıcı bir unsur olarak yüceltilir. Muhafazakarlık sembolleri önemseyen bir ideolojidir, çünkü her toplumun kendine özgü sembolleri aidiyetin önemli bir parçasıdır. Türkiye toplumunun sembollerini kuran temel öğe İslam’dır. Gelenek, tarih ve toplumsal bellek İslam’la sıkı bir ilişki içindedir. Millet tanımımız İslam’la tümleşik bir bağa sahiptir, iki kavram birbiriyle iç içe geçmiştir. İki hareketin demokrasi ile ilişkisi de farklı. Milli Görüş hareketinin doğduğu ve yaşadığı bağlam düşünülürse de modernizmle problemli bir ilişkisi vardır. Buna rağmen anti modern değildir. Bilakis otantik ve özcü bir modernleşme tasavvurudur. Değişim fikrine karşı değil ama değişimin geleneğin reddi olarak görülmesine karşı çıkıyor. Batı taklidi yerine çok daha köklü ve zengin olan geçmiş ve geleneğe yaslanarak alternatif bir modernlik kurma peşinde. Modern bir rejim olan demokrasinin karşısında olmadığı gibi muhakkak demokrasi olmalı diye bir duruşu da yok. İslami değerlerler, kültür ve yaşam tarzı ile çatışmayan, geleneği bir çatışma nesnesi olarak dışsallaştırmayan bir demokrasi formu kabul edilebilir elbette. Ancak Milli Görüş’ün temel hedefi İslami değerlere göre bir toplum yapısı kurmak ve bu toplum biçiminin rejimi teferruat açıkçası. AK Parti için ise demokrasiyi ilerletme hedefi siyasetinin temel paradigmalarından biri, vazgeçilebilir bir şey değil yani. Nitekim partinin seçim beyannameleri, yöneticilerin söylem ve demeçleri incelendiğinde, ileri demokrasi, çoğulculuk, farklılıklara saygı ve yaşam alanı gibi kavramların önemle vurgulandığını görüyoruz. Buna rağmen AK Parti’nin Türkiye modernleşmesinin ürettiği demokratik biçime itirazları var. Çeperi genişletilmiş, normalleştirilmiş bir demokrasi tanımı kuruyor. Tek biçim ve tek medeniyetten doğan bir demokrasi tanımı artık zaten tarih dışı onlara göre, dolayısıyla AK Parti’ye göre Her toplum kendi özgün demokrasisini kurma kendi değerleriyle örtüşen bir demokrasi tesis etme hakkına sahip. AK Parti’nin bu yaklaşımını çok önemli, değerli ve ilerici buluyorum. Bu söylem yanıyla “radikal demokrasi” gibi post-modern okumalarla uyuşuyor, hem de İslam’ın “hilkat ve fıtrat” prensibini yeniden üreterek, yorumluyor. Bu sadece bizi içeren bir sorgulama da değil, Örneğin Demokrasi’nin Afrika’da gerçekleşmeyeceği ile ilgili de tezler var literatürde. Bu düşünce kökünü demokrasinin yalnızca Batı’nın yarattığı bir kavram olduğuna dair inançtan alıyor mesela. Oysa ki geleneksel Afrika siyasal sistemleri demokratik değerlerle dopdoludur. Katılım geleneği çok güçlüdür, hesap verme standartları Batılı toplumlardan çok daha serttir, bilinç ve anlayış ortaktır. Ama dünyaya tek boyutla bakarsanız, her organizmanın kendi has doğasını, zenginliğini ve insanlık kültürüne katacağı değeri kavrayamazsınız. O zaman elinizde çok yavan, kof bir kabuk kalır onu mutlak bir reçete olarak her topluma dayatmaya kalkarsınız, toplumların bünyesi bunu kabul etmeyince de tüm sisteminiz çöker.

Milli Görüş ve AK Parti arasında Milliyetçilik farkı var mı?

Milli Görüş hareketi içinde geçen millilik sıfatına rağmen milliyetçi değildir, oradaki millilikten kasıt İslam milletidir, yani daha ziyade ümmetçi bir yaklaşım olarak düşünmek gerekir. Milliyetçiler’in Osmanlı okuması daha çok Türklük üzerindendir. Milli Görüş Osmanlıcılığı daha çok onun dini niteliği ile ilgilidir. Ancak Milli Görüş hareketi devlet geleneğini sahiplenmekte ve yüceltmektedir. Aslında genel olarak Milli Görüş’ün de etnik köken üzerinden kurulu bir milliyetçilik tanımı yok. Yani tabii zaman zaman bu yaklaşıma uymayan tavırları da olmuştur. Ancak parti üst yönetiminin bu konuda duruşu Osmanlı Milliyet anlayışını sahiplenen bir şekilde olmuştur. Örneğin vesayetçi güç odaklarının yasakladığı “Kürt sözcüğünü kullanmak caiz mi?” konusu üzerine yapılan tartışmalar doğru bulunmamış ve parti içinde de destek görmemiştir. Şöyle bir atmosfer de mevcuttur: 1991 yılında İstanbul İl Başkanı olan R. Tayyip Erdoğan’ın teşkilat bünyesinde oluşturduğu İslamcı aydınlardan oluşan İstişare Kurulu bir Kürt Raporu hazırlatmıştır. Devletçi seçkinlerin geleneksel yok sayan, baskıcı politikası eleştirilmiştir bu raporda. Kürt kimliğinin kabul edilmesi, dilinin öğretilmesinin önündeki engellerin kaldırılması, Kürtçe Radyo-Tv açılması, olağanüstü halin kaldırılması gibi dönemine göre son derece cesur önerilere de olanak sağlayan bir atmosfer vardı. AK Parti’nin milliyetçilik yaklaşımı ise bu toprakların ruhunu, ürettiği değerleri, inancı kültürü sahiplenmek ve bu milleti hak ettiği konuma taşımak olarak var. Farklılıkları ayrışma sebebi olarak değil, zenginlik ve birlik kaynağı gibi görüyor. Muhafazakâr bir hareket olarak, inanç, gelenek, kültür, yüzlerce yıl bu topraklarda yaşayan insanları bir arada tutan ruh olarak yüceltiliyor, tarihle kurulan bağ yeniden üretiliyor ve sahipleniliyor. Bu topraklarda birlikte yaşama kültürü inancın da bir gereği olarak görülüyor. Üç tane kırmızı çizgisi var hareketin: Dinsel, bölgesel ve etnik milliyetçilik. Aslında demokratik çoğulculuğu başka diyarlarda aramaya gerek yok diyorlar, bu toprakların ruhuna dönerek üretiyorlar bu söylemi. AK Parti ile Milli Görüş arasındaki en temel fark devletle kurulan ilişkidir denebilir. AK Parti’nin verili egemen, tahakkümcü devlet geleneğini değiştirmek gibi bir amacı vardır, “önce devlet değil insan, devlet insan için var” söylemi kullanıldı mesela, bu çok önemlidir. Devleti demokratik temelde, farklılıkları kucaklayan bir şekilde dönüştürmek açısından çok önemli adımlar attılar. AK Parti kuruluşundan bu yana verili devlet geleneği ile çatışmıştır ve onu dönüştürmeyi de başarmıştır.

Örgütlenme modelinde yeni olan ne?

Özellikle Refah Partisi deneyimi Türkiye siyasal parti geleneği açısından bir milattır. Sistemin hareket üzerindeki baskısı o kadar yoğundur ki doğal olarak parti seçmeniyle yüz yüze iletişim modeline ağırlık vermiştir, çünkü medya üzerinden çok yanlı bir imaj çizilmektedir. Baskı atmosferinin yarattığı bir sonuç da, davaya inananların daha kenetlenmiş bir biçimde hareket etmesidir. Bu nedenle Refah’ın örgütlenmesi böyle bir bütünlük ve eşgüdüm yansıtıyordu. Mahalle, mahalle semt semt geziliyor, her üye parti üyesinden teşkilat mensubiyetinden ziyade partinin davasına inanan o yolda emek sarfeden birey durumuna geliyordu. Mahallelerden, sokaklara, apartmanlara sandık başkanlaraına her birim için sorumlu tayin ediliyordu, teşkilata dahil olan herkese aktif görevler ve sorumluluklar verilerek aidiyet hissi pekiştiriliyordu. Bu yapıyı organize hale getiren, belirli kurallara oturtan, kadınları, gençleri, yaşlıları sistemin bir parçası haline getiren ise o günün il başkanı Recep Tayyip Erdoğan. Yardımlaşma, dayanışma, hayırseverlik gibi kültürümüzün özümsediği kavramlar üzerinden bir ilişki kuruluyordu. Bir de Refah Partisi’nin bütün sistem mağdurlarına seslenen bir dili vardı, sadece din üzerinden kurulan bir ilişki yoktu, yani oradaki asıl amaç kişiyi Refah Parti’li yapabilmekti. Bireyin geçmişi ne olursa olsun, partiye katılma amacı ne olursa olsun sorgulanmıyordu mesela. Toplumun kıyısında köşesinde kalanlara bir kimlik sunuyordu Refah Partisi bu onun başarısının anahtarıdır. Ama temel bir fark görmek istiyorsanız bunu kadınların siyasete katılımı anlamında görebiliriz. sadece çalışan kapı kapı dolaşan davası uğruna kadınları hareketin bir parçası haline dönüştüren partili kadınlar diğer tüm alanlarda olduğu gibi AK Parti de de ön plana çıkmaya başladılar. Yüzlerce kadın belediye başkanı milletvekili meclis üyesi gibi ünvanlarla siyasetin ön yüzüne çıkma imkanlarını elde ettiler. Kadınlar artık hem aktif olarak siyasette çalışırken yönetimde de söz sahibi oldular. Laikçi katı tutumlar nedeniyle evde oturtulmak zorunda kalan muhafazakar dindar kadınlar AK Parti’nin bu örgütlenme biçimine katılan kadınlar siyasete ve milli görüş geleneğine güç katarak AK Partinin toplumla beraber dönüşümüne ivme kattı.

AK Parti, Milli Nizam ve Adalet Partisi ile karşılaştırıldığında nasıl bir netice çıkar?

Milli Nizam Parti’si Milli Görüş hareketinin ilk partisiydi. Milli Nizam Partisi, Adalet Partisi’nin içinden doğmuştur. AK Parti ise İslamcı siyasal bir partiden kopan kadroların kurduğu muhafazakar demokrat bir partidir. Yani hem AK Parti hem Milli Nizam, koptukları oluşumlardan farklı bir kimlik modeli üretmişler ve farklı toplumsal gruplara yönelmişlerdir. En büyük fark Adalet Partisi İslamcı bir parti değildi bir kere, çizgisini daha ziyade merkez sağ olarak tarif etmek gerekir. Milli Nizam Partisi oradan koparak İslamcı bir parti kurdu. Bir de Milli Nizam ile Milli Selamet Partisi kapitalist üretim ilişkilerinin ezip geçtiği muhafazakar küçük üreticinin temsilciliğini üstlenmiş, Adalet Partisi ise yine muhafazakar bir söylemle büyük sanayicilere yaslanmıştır. Adalet Partisi modernleşmenin ve ötekileştirilmenin acısını hisseden kesimlerin itirazını dillendirmede kifayetsiz kalmıştır. Taşra üzerinde hem ekonomik hem hayat tarzlarını yaşama özgürlükleri bağlamında sürekli uygulanan blokaj, Müslüman hayat tarzı ile özdeştirilen taşranın kendini ifade edebileceği yeni bir mecra aramasına sebep olmuştur. Milli Nizam Partisi’nin çıkış dinamiğini yaratan şey budur. AK Parti’nin bu iki oluşumdan en büyük farkı Adalet Partisi’nden Milli Nizam Partis’nin kurulmasına giden süreçte etkili olan Müslüman taşrayı da temsil etmekle birlikte Türkiye partisi olmasıdır. Geldiği yer itibariyle çevredir, çevrenin değerleriyle hemhal olmuştur ancak farklı yaşam biçimlerine de eşit mesafededir.

Erdoğan’ın Liderliği ile Erbakan’ı karşılaştırabilir misiniz?

Ben Erbakan Hoca’nın liderliğinin Milli Görüş hareketini çetin bir mücadele içinde bir arada tutan önemli bir motif olduğunu düşünüyorum. Erbakan hoca dışlanmış kesimlerin kendilerine benzer buldukları, özdeşim kurdukları bir liderdi. Siyasette elitizmin kırılmasında Hoca’nın büyük payı vardır. Parti teşkilatının bütün kanalları tamamen kendisine bağlıydı. Bunu da sistemin size top yekun saldırıya geçtiği bir atmosferde, karmaşık ve geniş bir örgütlenme modeline sahip bir yapıyı ayakta tutabilmek için başvurulan zorunlu bir hamle olarak okumak gerekiyor. Sayın cumhurbaşkanı da aynı gelenekten gelmiştir, milletiyle sıcak bir ilişki kurmuş ve özdeşim duygusu yaratmış bir liderdir. Müslüman ve muhafazakar kimliği onun da uzunca bir dönem sakıncalı bir çizgi içinde değerlendirilmesine sebep olmuştur. Toplumun ötekileştirilenleri kendini onunla bütünleştirmiştir. Ekonomik ve sosyal süreçlerden dışlanan pek çok insan ona destek vermiştir. Ayrıca geldiği gelenek, yaşadığı yaşam onun bu milletin bir parçası olarak görülmesine yol açmıştır. Sayın cumhurbaşkanı özel okullarda okumamıştır, steril bir alanda yetişmemiştir, bu toprakların insanıdır. Onu milletimizle bu kadar yakın kılan onlarla benzer tarihlerden gelmesidir. Hayatla hemhal olmuş bir insandır, yoksulluklar, yoksunluklar yaşamıştır bu yüzden insanların yaşadıklarını çok daha derinden hissetmektedir. Onunki her şeye rağmen bir direniş, hayatta kalma ve başarı öyküsüdür. İnsanlar ona baktıklarında bir baba, bir ağabey, bir kardeş, bir dost, yani kendilerinden birisini görmektedir Doğru iletişim kurabilme onun en belirleyici özelliklerinden biri, bir de gözü kara en taşlaşmış meseleleri bile çözmek için siyaseten kendini riske atmaktan çekinmiyor. Siyasete katıldığı ilk günden beri tüm çalışmalarda aktif olarak yer aldı mesela. Vefa, kadirşinaslık, değerbilirlik, basiret gibi Türkiye toplumunun çok değer verdiği özellikleri mevcuttur. Değer dünyası da bu topraklara aittir. Yol arkadaşlarıyla hiçbir zaman üstten bir ilişki kurmaz, onları yarı yolda bırakmaz, insanlara tek tek değer verir ve onları unutmaz, isimleriyle hatırlar. Bu yönleri onun insanlarla ilişkisini farklı bir boyut katıyor. Özel bir iletişim yeteneği var gerçekten. Sanırım cumhurbaşkanının liderliğinin en ayırt edici yönü, cesareti, iletişim kabiliyeti ve amatör ruhunu hep koruması diyebilirim. Bu onun tabanıyla kurduğu ilişkiyi hep canlı tutuyor.

Milli Görüş hareketinin kırılma noktası neydi sizce?

28 Şubat Milli Görüş düşüncesini nasıl etkiledi? Evet Milli Görüş Hareketi’nin kırılma noktası 28 Şubat’tı. Literatüre postmodern darbe olarak geçen 28 Şubat, adeta tek parti dikta rejimi günlerinin yeniden hayat bulmasıdır. Siyasal İslam’ın ve onun ürettiği kimlik biçimlerinin siyasi alandan “temizlenerek”, siyaseti yeniden sterilleştirme, yani milletten arındırma tasavvurudur. Bu topyekün sindirme atmosferi içinde Refah Partisi bağlamın yarattığı kısıtlılığa hapsolmuştur, açıkçası daha farklı davranabileceği bir manevra alanı da kendisine sunulmamıştır. Dönemin aşırı baskısı ve şiddetine karşı koyamamıştır. Nitekim Refah Partisi’nin kapatılmasının ardından Fazilet Partis’nin temel politikasının “kapatılmaktan kurtulmak” olduğunu görüyoruz, çünkü o kimlik içinde açılabilecek başka bir alan artık mevcut değil. Bu koşullarda değişim zorunluydu. “Muhafazakar demokrat” siyaset biçimi de sistemin saldırılarına karşı kalkan olabilecek sorunsuz bir kimlik arayışının bir tezahürüydü aslında. İdealizm ile pragmatizm arasında denge kurma ihtiyacına denk düşüyor. 28 Şubat süreci partinin içinde bir süredir var olan yenilikçi-gelenekçi gerilimini gün yüzüne çıkardı.

İslamcı hareketin siyasi seyrinde Milli Görüş nasıl bir noktada duruyor? Bu süreçte Milli Görüş'ün karşılaştığı bütün müdahalelere rağmen ayakta kalmasının sebebi neydi?

Milli Görüş İslamcı bir harekettir ve merkezine İslami kural ve değerleri yerleştirmiştir. Milli Görüş hareketi başından beri siyasi çizgisini İslami kimlikte bulmuştur ve yasalar izin verdiği ölçüde programlarda yer alan İslami vurgular temkinli bir şekilde kullanılmıştır. İslamcılık hareketinin tarihine ilk çıkış dinamiğine baktığımızda aslında onun bir kurtuluş ideolojisi olduğunu söylemek mümkün. Kurtuluşun reçetesi olarak da kaynaklara dönüş vasıtasıyla İslami temelde geniş bir ıslahat fikri savunulur. Türkiye’de özelikle 1950’lerden itibaren İslamcılık, modern dünyaya özgü çelişkilerinin dillendirildiği bir alan, göç, varoşlar, sistemin ötekileştirdiği yığınların sesi haline geliyor bir hareket niteliği kazanıyor. İslamcılığın aktivistleşmesi 1960’dan sonra mümkün olabilmiştir. Çünkü bu dönemde Ali Şeriati, Seyid Kutup, Mevdudi gibi önemli isimlerin eserleri Türkçe’ye kazandırılmıştır, bu tercüme dalgası İslamcılık hareketine ivme sağlamıştır Dolayısıyla Milli Görüş hareketi böyle bir tarih ve bağlamdan geliyor dayandığı mirasın ve geleneğin izlerini fazlasıyla taşıyor. Milli Görüş hareketinin bu kadar zaman direnebilmesinin temel sebebi, onun varlığının toplumsal bir ihtiyaca denk düşmesi. Milli Görüş hareketi kapatılan partiler geleneğinden gelmektedir. Ancak bir siyasi hareketi zorla ve baskıyla yok etmeye çalışsanız bile onu yaratan toplumsal ihtiyaç baki olduğu sürece bir şekilde başka isimler altında olsa da varlığını sürdürecektir. Ayrıca Milli Görüş hareketi değişen koşullara göre esnemeyi ve değişmeyi de de bilmiştir. Örneğin Refah Partisi dönemi hareketin kitleselleştiği, daha kapsayıcı bir söylemle sistemin yarattığı bütün ötekilere kucak açtığı bir dönemdir.

AK Parti'nin benimsediği Muhafazakar Demokrat çizgi neyin tezahürü ve Türk siyasetinde nasıl bir yere oturuyor bu bağlamda dinle nasıl bir ilişki kuruluyor?

Muhafazakar Demokrasi ise AK Parti’nin günün, konjonktürün, cumhuriyetin meydana getirdiği değişimin ve toplumun taleplerinin harmanlayarak oluşturduğu bir bileşimdir. AB reformları, “daraltılmış devlet”, ileri demokrasi gibi güncel gereklilikler muhafazakar bir politika ile harmanlandı. Aslında bir çevre partisidir, merkezin çevre değerlerini de kapsayan bir şekilde dönüşmesini sağlamıştır. Merkez sağ seçmen AK Parti’nin çatısı altında toplandı. Sağ bir partiden beklenenin aksine Batılı değerleri yeni bir biçimle kurdu, egemen, zorba devlet modeli ile hesaplaştı. Nitekim Ortadoğu’da Arap Baharı’nın ardından ortaya çıkan vesayet politikalarına karşı çıkması, halkların şekillendirdiği demokratik yönetim biçimlerinin kurulması konusundaki tavrını bu yaklaşımın bir tezahürü, partinin çıkış dinamiği ile tutarlı. Menderes ve Özal çizgisinin bir devamı gibi de görülebilir ama onu tam bir sınıflamaya sokmak kolay değil. AK Parti aynı zamanda Türkiye modernleşmesinin kurduğu katı merkezci yapının hışmına uğramış bir çok unsuru bünyesine kattı, uzlaşamayacağı düşünülen pek çok kesimi bir araya getirdi. Muhalif bir gelenekten geldi, 12 yıldır iktidarda olmasına rağmen bu muhalif dili koruyor. AK Parti’ye oy verenlerin içinde farklı düşünce biçimleri ve inançlardan insanlar bulunuyor. Tabanı heterojen bir bileşkeye sahip. Örneğin kitabımda da belirttiğim ve benim yürüttüğüm değer araştırması kapsamında AK Partili ve Saadet Partili teşkilat üyeleriyle bir anket gerçekleştirdik ve onlara kendilerini nasıl tanımladıklarını sorduk. AK Partililer arasında en popüler tanım %70,7 ile “muhafazakâr”dır. Bunu sırası ile %53,2 oranıyla “demokrat”, %20,7 ile “İslamcı”, %16,8 ile “Türk milliyetçisi”, %14,7 ile “milli görüşçü”, ve %10,9 ile “liberal” takip etmektedir. AK Parti Türkiye’nin özgün ve derinlikli kültürel ve tarihsel mirasına dayanarak, çok daha geniş ve evrensel perspektiften dünyaya bakmak ve İslami değerlerle taviz vermeksizin bir sentez kurma peşinde. Dünyadaki muhafazakar gelenekle bağ kuruluyor. Sayın İsmail Kara hocanın belirttiği gibi İslam hem bir uyum hem bir direniş tarihine sahip. AK Parti onun uyum yönünü ön plana çıkarıyor, toplumun tözünü oluşturan temel bir öğe olarak, uyum yönüyle onu konumlandırıyor. Din; toplumsal dayanışma ve yardımlaşmayı tesis eden, zenginleştiren, derinleştiren bir servet olarak görülüyor. Ali Bulaç İslamcılar’ın üçüncü neslini “aşmacı ve dönüştürücü” olarak tanımlıyor örneğin. Birey, sivil toplum, çoğulculuk gibi kavramlar ön plana çıkartılıyor. AK Parti’nin kurulması bu dönüşümle de örtüşüyor ve bunu yeniden üretiyor aynı zamanda.