12 Eylül 2024 Perşembe / 9 RebiülEvvel 1446

Castro'nun değil Reinaldo Arenas'ın Küba'sı

7 Aralık romancı Reinaldo Arenas'ın ölümünün 24. yıldönümüydü. Bunu anımsayınca hem Kübalı yazarı özetin özeti de olsa tanıtmak, hem de bu sayede neredeyse ülkemizde bir efsane olan “Küba Devrimi”ne dokundurmak istedim.

Mehmet Hakan Kekeç8 Aralık 2014 Pazartesi 07:00 - Güncelleme:
Castro'nun değil Reinaldo Arenas'ın Küba'sı

Reinaldo Arenas ülkemizde bilinen ve tabii kitapları okunan bir yazar değil. Kübalı sanatçının Türkçe’ye çevrilmiş bir eseri –bildiğim kadarıyla- yok. Denk mi gelmedi, sırası mı değil, yoksa niteliğinden mi şüphe ediliyor –bilmiyorum. Belki de basit bir “arz / talep” meselesi…

Fransa'da çoksatar Küba'da yasaklı

Arenas, 1943’de Küba’da başlayan ve 1990’da ABD’de bahtsız bir biçimde son bulan 47 senelik çalkantılı bir hayat yaşadı. Yazar, Küba'da 1959 devrimi sonrası paternalist uygulamalara uyum sağlayacak ‘yeni bir insan’ yaratılmak istendiğinde, ‘devrimin ideal insanına’ uymayan ve dolayısıyla ‘kabul edilemez’ olan sanatçı kimliği ve cinsel tercihleri sebebiyle uzun süre ‘var olma savaşı’ verdi: Yurt dışına gizlice yolladığı romanı Fransa’da ödül aldığında, kendi ülkesinde -Küba’da yasaklıydı. Yurt dışına kitap yolladığı anlaşıldığında ise ülkeden kaçma teşebbüsünde bulunduğu için çoktan hapsi boylamıştı. Hem de katillerin ve tecavüzcülerin olduğu kötü şöhretli El Morro Kalesi'ni… Hapisten çıkabilmesinin tek şartı “ben bu devrimin ışığıyla aydınlatılıp bir erkeğe dönüştürüldüm” demesiydi.

Devrime olan inancını yitirdi

Tüm bunlara bakarak Arenas’ın bir ‘karşı devrimci’ olduğu düşünülebilir. Düşünülmesin. İlk yıllarda o da devrimden yanaydı: Üstelik eline silah alıp gerillalara katıldığında henüz on beş yaşındaydı. Ama daha sonra yaşadıklarından dolayı devrimin özgürlük getireceğine olan inancını yitirdi ve hapisten çıkar çıkmaz Castro aleyhine yazılar yazmaya başladı. Arenas; Komünist Küba’yı yönetenlerin ve devrimin ‘ideal insanlarının’, ‘devrime yakışmayanları’ ülkelerinde görmek istememeleri sebebiyle 1980’de sınır dışı edildi. Bundan 10 yıl sonra, ABD’de, ülkesizliği ve hastalığı (aids’ti) kaldıramayarak yaşamına son verdi.

Karanlıktan önce

Nerede olduğunu hatırlamıyorum; ilginç bir cümle okumuştum, aşağı yukarı şöyleydi: “Küba’ya Castro’nun değil, Reinaldo Arenas’ın izinden gitmeli.” Yönetmen Julian Schnabel, sürgün yazarın hayatını ölümünden on sene sonra (2000 yılında) ‘Before Night Fall (Karanlıktan Önce)’ adlı bir filmle beyaz perdeye aktardı. Başrolde Javier Bardem’in yer aldığı Before Night Fall, Küba’ya Castro’nun değil Reinaldo Arenas’ın izinden gitmek isteyenler için iyi bir başlangıç olabilir.

Diktatör kim?

7 Aralık (yani dün) yazarın ölümünün 24. yıldönümüydü. Bunu anımsayınca hem Arenas’ı özetin özeti de olsa tanıtmak, hem de bu sayede neredeyse ülkemizde bir efsane olan “Küba Devrimi”ne dokundurmak istedim. Bu isteğime ilham veren de “diktatör” kavramına yaklaşımımız oldu. Basit: Diktatörlere kategorik olarak karşı olanlar, diktatörlerin kimliği ve ‘ne için?’ diktatör oldukları ile ilgilenmezler: Şartlar ne olursa olsun, diktatör diktatördür… Ama kimi çevrelerin -tuhaf bir biçimde- diktatörler arasında ayrım yaptıklarını görüyoruz. Onlar için diktatörler ‘sosyalist olmayan diktatörler’ ve ‘sosyalist olan diktatörler’ olarak ikiye ayrılıyor. Özellikle Erdoğan’a her fırsatta yükselttikleri seslerini, söz konusu sosyalist diktatörler (Castro, Chavaz, Esad…) olduklarında hiç duyamadık ya da duyamıyoruz. Hatta çoğu zaman kavramı müphemleştirip, sevmedikleri herhangi bir lider için de ‘diktatör’ tanımını cömertçe kullandıklarını görüyoruz.

Diktatörün sosyalist olanını severiz

Prof. Dr. Atilla Yayla, bu mürailiği Chavez’in ölümü üzerine 3 Mart 2013 tarihinde yazdığı Biz Diktatörün Sosyalistini Severiz başlıklı yazısında “Lenin ile Hitler, Stalin ile Mussolini arasında ne fark var? Sosyalistler sosyalist diktatörlerin işlediği cinayetleri cinayet, işkenceleri işkence saymıyor. Diktatörleri sevmeli miyiz? Cevap, adamına göre değişir. Diktatörlere kategorik olarak karşı olanlar ‘hayır!’ diye bağırır. Ama sosyalistler sosyalist olmayan diktatörleri topa tutarken, sosyalist olanlarını bağrına basıyor…” diyerek, özetlemişti. Ayrıca, Yayla, bu yazısından iki sene evvel de, gene bu konuda ve benzer başlıkla Biz Diktatörlerin Sosyalist Olanını Severiz adlı başka bir yazı kaleme almış, ‘sosyalizm’ hatırına özellikle Küba’daki despotizmin ve insanlara yapılan zulümlerin görmezden gelindiğini ifade etmişti. Keşke bununla kalsa: Görmezden gelmek bir yana, bir dönem kendilerini devrim hayallerine kaptırmış olanlar, dünyevi cennetlerinin sembolü Küba’yı ve devrimcilerini ilahlaştırıyorlar. ‘Devrim için yol bulunabilir hala’ sloganları atanlar ‘Küba devrimi’nin uzun solukluluğunu gösteriyorlar. Bugün hala cennet vatan Küba’ya ‘Castro ölmeden’ seyahatleri düzenleniyor. Oysa Küba’da 1960-70’li senelerde devrime katılıp katılmadığına bakılmaksızın birçok kişi işten atılmış, hapsedilmiş ve / veya "iyileştirme kampları"na gönderilmişti… Özellikle eşcinsellere yapılan uygulamalar çok sertti ve bunlar 2013 Aralık ayına kadar da devam etti. Bitmedi elbette: Ateist olmadığınız ya da üç arkadaş herhangi bir yerde toplandığınız zaman ‘devrimi tehlikeye sokuyor’ suçlamasıyla cezaevlerine gönderiliyordunuz. Devrim akabinde bütün siyasi partiler ve sivil toplum kuruluşları tasfiye edilmişti. Kültür ve fikir üretilen galerilere, kütüphanelere kilit vurulmuştu. Kadın bedeni, resmi bir ‘sektör’ün metasına dönüşmüştü…

Küba devrimim, sosyalist diktatörler ve buradaki "Hitler de seçimle gelmedi mi ya?" seviyesindeki yancıları için daha çok şey söylenebilir. Sanırım bu kadarı yeterli...