Biraz hafiflemek için, sevgili ruhum
Biraz hafiflemek için,
Tırmanıp tepesine,
Zor bela,
Bir gökdelenin,
Oradan, o boşluğa
Bırakacağım seni,
Neyin var neyin yok,
Yüklerinin hepsini
Biraz hafiflemek için, sevgili ruhum
Biraz hafiflemek için,
Açıklarına gidip, denizin,
Gece, ta dibe,
Sanki cesetmişsin,
Atacağım seni,
Neyin var neyin yok,
Yüklerinin hepsini
Şair Cevdet Karal’dan son üç yılda ardı ardına üç kitap geldi. Ben dahil şiirini sevenler için mutluluk verici. Sevgililer ve Bir Daha Sevemeyecekler İçin Küçük Şiirler ve Diğerleri’nin daha öncekilerden, ismine de yansıyan bir farklılığı var. “Küçük” şiirler bunlar. Karal, yeni kitabın diğerlerinden iki yönüyle ayrıldığını söylüyor. Hayatın temel bir olgusu olan “aşk” ve “sevgi” konusunda bir duyarlılık alanı açma çabası ilki. İkinci nokta; deneyimi gözlemin konusu haline getirmesi ve gözlemden deneyim yaratması.
İlk üç kitabınız uzun aralarla yayınlandı. Son üç yılsa arka arkaya üç kitap çıkardınız. Dikkat çekici ve sebebi merak edilen bir konu…
Şiirde yeni olduğum yıllarda kitap yayını konusunda pek hevesli değildim. Bir söyleyiş biçimi, bildik olanın dışında içerikler arıyordum. Zaman içinde, böylece, eğildiği konuya göre farklılıklar gösterebilen bir şiir dili ortaya çıktı. Değişkenlik gösterebilen bir dile ulaşmak, konularımı ise bir tür sınırsızlıkta görmek önümü açtı.
1998, 2006, 2015; ilk üç kitabımın yayın tarihleri. Cesedi Nereye Gömelim’den bir yıl sonra, yılda birer kitap. Eğer düşündüğüm gibi “şiiri bulmuşsam” otuz yılda altı kitap çıkarmak yeterince iyi bir sonuç sayılmaz. Gelecek için beklentim daha büyük. Şiirden başka bir şey de yazmıyorum.
Bu açılmada ruhsal şartlarımın son on yıl içinde bazı yönlerden değişmiş olmasının ayrıca büyük payı bulunuyor. Hayat şartları ise en azından bir süre bana bazı kolaylıklar sağladı. Zamanımın büyük kısmını şiire ayırma mutluluğuna kavuştum. Artık, sadece kendi bağlamında gelişen bağımsız şiirler değil, belli bir tasarının parçası olan şiirler yazmaya başladım. Şiir, çalışarak ulaşılabilecek bir sanat değil. Öte yandan, şiire, çalışmadan ulaşabilen bir kabiliyeti de henüz tanımadık. En verimli olduğum dönem, bu sanatın zorluklarını da en çok hissettiğim dönem. Şöyle de diyebilirdim aslında, kısaca: Kapalıçarşı’da bir dükkânım yoktu ama on yıl önceki bir yangın hayatımı değiştirdi.
İlk kitabınızda çoğu kısa, kimi ise deneysel şiir örnekleri vardı. Sonrasında daha uzun yazma eğilimi hissediliyordu. Cesedi Nereye Gömelim bölümlere ayrılan uzun bir şiir. Alışveriş Listesi tek şiir... Sevgililer ve Bir Daha Sevemeyecekler İçin Küçük Şiirler ve Diğerleri’nin ise ismine de yansıyan bir farklılığı var. “Küçük” şiirler. Niçin? Yapıtaşları ne bu şiirlerin?
Ben çok sayıda çelişkiden makul, hayat için yapıcı ve yaratıcı sonuçlara ulaşmaya çalışan biriyim. Bu bana sanırım bir zenginlik getiriyor. Bir şeylerin içinde onunla çelişik biçimde bir başka şeyin varlığı çalışmalarımda duyumsanabilir. Lirik ve deneysel tutum iç içe geçebilir. Kısa ve uzun, çelişik olmaktan çıkabilir.
Bence deneysel şiir alanına giren, bu kavrama asıl hakkını veren Alışveriş Listesi idi. Tanım meraklılarının o kitapla biraz şoka uğraması ve bunu da dürüstçe ifade etmeleri beklenirdi. Uzun-kısa şiir, çelişik durumlar gibi duruyor. Bunu bir yere kadar kabul edebilirim. Ama bir noktadan sonra bakış açım şudur: Uzun bir şiir, yalın haliyle tek öğe üzerine kuruluysa, ona pekâlâ “kısa şiir” demek de mümkündür. Ya da ayrım artık anlamsızdır.
Ben daha çok şiirsel etkiye ve erime bakmayı tercih ediyorum. Fransız yönetmen Jacques Tati şöyle diyor: “Ben istiyorum ki film, siz sinema salonunu terk ettikten sonra başlasın.” Şiir böyle bir etki süreci oluşturuyorsa, kelime ve dize sayısı gibi uzunluk birimlerinin geçerliliğinden pek söz edemeyiz. Gözün şiirle ilişki süresi kısa olabilir, o önemli değildir.
Dediğiniz gibi, bölümlere ayrılmış bir kitap şiir olan Cesedi Nereye Gömelim’de, ancak şiirle ele alınabileceğine inandığım bazı sorunları ele aldım. Başta planladığım kimi konuları ise kitaba taşıyamadım, eksik şeyleri sonradan başka bir şiirde tamamlayacakmışım duygusu içindeydim.
Sevgililer ve Bir Daha Sevemeyecekler İçin Küçük Şiirler ve Diğerleri yapı olarak en az iki yönden önceki kitaplarımdan ayrışıyor. Biri şu. Ceset’te olduğu gibi kişisel dünyaların içinde bizi bir araştırmaya yöneltmiyor, hayatın temel bir olgusu olan “aşk” ve “sevgi” konusunda bir duyarlılık alanı açma çabasını gösteriyor. İkinci nokta; deneyimi gözlemin konusu haline getiriyor ve de gözlemden deneyim yaratıyor. Bu yolla bir estetik üretme çabasının, kendiliğinden “küçük şiir” sonucunu getirdiğini söylemek istiyorum.
Yapıtaşı kelimesini doğru kabul edersek, zamansal birimleri, anları, bize bir hikâyenin adeta tamamını anlatan biricik görüntüleri aklımıza getirebiliriz.
Şiirlerin sıralanışında bir insicam var. Başlıklar alt alta okunduğunda bir zinciri duyumsatıyor…
Başarabildim mi bilmiyorum ama şiirlerin sıralanışıyla kitap bir hikâye ihsas edebilsin istedim. Kitabı başlatan şiir de orada belli bir amacı gözeterek yer alıyor. “Biraz Hafiflemek İçin” adlı o parçanın dile getirdiği, önceki kitaplarımdaki konular, ortak ya da kişisel deneyimlerle ilintili. Onları anarak, kitap, tutulup tutulmadığı kararını okurun vereceği bir vaatte bulunuyor. Yine ayrı bir bölüm olan son şiiri ise tasarının bir parçası olarak yazdım.
Mesele bir kitapla şiirleri derlemek değil, bence, kitabı yapı olarak inşa edebilmektir. Son dört kitabımda buna çok özen gösterdim. Akış, bir öykü kurmak demektir ve şiirin öyküye, her fırsatta, fazlasıyla ihtiyacı var. Kuruluşundan, kitabın kurgusuna kadar…
“Dikenli Teller” bahsettiğim dizgenin ilk şiiri. Neden “dili ve kelimeleri olmayan şey” ile başlamayı seçtiniz?
Bu parça küçük şiirlerin ilki ve dolaylı olarak bize nelerin anlatılacağını, anlatılmak istendiğini söylüyor. Şiirlerin her birini aynı kategoriye koyamayız ama anlatılmaya çok elverişli olmayan duygular, yaşantı birimleri, anlatılmasını uygun bulamadığımız şeyler, bunlar hep ilgimi çekti. Yetişkin birey olma statüsü, kendine yakıştıramama gibi kısıtlar, bir şeylerin telaffuzunun bizi zayıf göstereceği endişesi, birazdan gerçeklik dünyasına mecburen döneceğimiz düşüncesi ile duygularımızı bastırmamız, kendimize uyguladığımız iç yaptırımlar… Özellikle sevgi ve çocuksuluk, naiflik olarak adlandırılan deneyimler konusunda çevremiz sarılıdır. İnsan öyle özgür değil, özgürlük bir varsayım, orada duran bir potansiyel. Özgür davranmanın sonuçları bizi gözden düşürebilir. İşte kitaptaki şiirler, bu küçük ama önemli yaşantılara yöneliyor, böyle riskleri alıyor ve o telleri de pek iplemiyor.
Kitabın “Ve Diğerleri” bölümünde; erkeği seven, kadını sevilen olarak görüyoruz. Küçük şiirlerde ise birçok örnekte; kadın seven, erkek sevilen konumuyla karşımıza çıkıyor.
Şiirde bu konuyu cinsiyetin bir alanına, tek bakış açısına ne diye hapsetmeli? Kadın, sevginin nesnesi değil. Seven konumunda erkekten daha güçlü bir duyuşu, algı üstünlüğü var. Mesnevi geleneğimiz ortadan kalktığı için bizim aşk şiirlerimiz etraflıca hissediş ve kavrayışta yoksulluğa uğradı. Aşk şiirimiz artık tek taraflı. Aşkı iki cephesiyle birden anlatamıyoruz. Tabii, romancılar kendilerine has kolaylıklara, üstünlüklere sahip. Şiir söz konusu olunca okurun elinde anlatıcı kavramı yok. Ne söyleniyorsa tamamı, lirik şiirin bugün için geçersiz olan özne içerik ilişkisi içinde değerlendiriliyor.
Kadını, seven konumunda, aşkın şiddeti içinde görmeye pek gönüllü olmayan, bu yönüyle aslında tutucu bir anlayış var. “Sevme ve Sevilme İsteğinde” adlı şiirde Rilke’den hareketle söylediğim şeyin doğruluğuna yürekten inanıyorum. Burada değinmeye imkan yok.
“Küçük Şiirler Üstüne” adlı şiirde, kitapta izlediğiniz yolun Haiku şairlerinden nerede ayrıldığını anlatıyorsunuz. Bir etkilenme endişesi yaşadınız mı?
Etkilenme endişesi, edebiyat teorisinde, şairin kendini, aslında nelerden kaçınarak yarattığını açıklamak üzere başvurulan bir kavram. Bu yönüyle bir endişem olmadı. Haiku’ları, o kısa şiir yapısını ise oldum olası sevmişimdir. Kendi kültürünün bir sonucu ve kurallara çok bağlı bir sanat. Ben bir Haiku kitabı yazmayı düşünmedim. Ama oradaki duyarlığın evrensel özü beni elbette ilgilendirir. Genç arkadaşlarımdan Mehmet Sümer, kitabın başlardaki bir taslağını okumuştu. Haiku tutkunu olduğu için çalışmamı öyle görme eğilimindeydi. Andığınız şiir onunla bir konuşma, konuya açıklık getirme şeklinde gelişti.
Mehmet’in adı geçmişken üç kişiyi daha anmak isterim. Mustafa Kirenci ve Davut Köse, henüz karar vermediğim aşamada, başlık dışında kalan bazı şiirlerin ayrılmasını önererek, kitabın şimdiki biçimine yönelmemde etkili oldu. Bu, aşağı yukarı bir yıl daha sıkı bir çalışma demekti. Kendimden çok hoşnut olduğum bir yıldı. Adını anacağım bir yakın arkadaşım da Mükremin Seçim’dir. Şiir, olduğu yerde eğer dostluklar yaratmıyorsa onun hakikatinden şüphe edebiliriz. Cahit Koytak’ı düşünün, o şiirleri okumak kendini bir dostluğun içinde bulmaktır.
‘Bilincin bahçesindeki kuyunun hem içinde hem başında olmak’ şiiriniz için yeni bir deneyim mi?
Bana kalırsa şairin işini böyle de tarif etmek mümkündür. Benim içinse özellikle böyle. Bilinçli hayatımız düşünülenden çok dar bir hayattır. Hayatın bu kısmında bile bilinçdışı dediğimiz dünyanın ardı arkası kesilmeyen etkileri var. Tam bir ayrışmadan ne kadar söz edilebilir? Şair hayatımızın bu çok az fark ettiğimiz alanında ve onun hemen sınırında iş gören bir yaratıcıdır. Asıl büyük hammadde, evrensel atölye; kuralları gizli doğaçlama orada. Diğer deyişle, suyun kaynağı orasıdır. İnsanın eskitilemez tecrübesiyle orada karşılaşıyoruz. Bilinçdışı dünyanın reel dünyaya, kabul edilebilir ve yapıcı şekilde taşınmasındaki zorluklar gibi, o alanı sanatın diline taşımanın da zorlukları var. Yaratıcı bilinç olarak kuyunun başında bulunamıyorsanız, eliniz boş dönersiniz. Bu benim yaşama alışkanlığım. Şiir algımı açık tutuyor.
Bu kitabın okuru davet ettiği yer kendiliğindenlik ve lirik doğallık olabilir mi?
Yıllar önce birisi şiirlerimi tarif etmeye çalışırken “lirik hayranlık” ifadesini kullanmıştı. Bir dönemim ve başka bazı çalışmalarım için çok yerinde bir ifadeydi. Bugünün egemen kültürüyle barbarlığın yeni biçimleri karşısında, bazı insani değerlere ancak o lirik hayranlık tecrübesiyle ulaşabiliriz, diye düşünüyorum. Eğer içimizde bir yücelik varsa keşfini onunla yapabiliriz. Söz konusu yeti katışıksız iyiye ve masumiyete yönelen bir yetidir. Seçtiğiniz ifadeyi bu dolayımla düşünerek oldukça anlamlı buldum. Kitap, doğaya bir çıkış ve kayıp sevgiyi de orada, onun düzeni ve simgeleriyle bir arayış.
Kitapta adı geçen ve okura daha önce haberini verdiğiniz Büyük Boşluk Oteli’nden bahsedebilir miyiz?
Kitap olarak tasarladığım bu şiirden iki bölüm yayınladım. Ana hatlarıyla onu ortaya çıkardığım söylenebilir. Yaklaşık iki yıl oluyor. Cesedi Nereye Gömelim’de sanki eksik kalmış fakat orada anlatılmaya elverişli olmayan bir eksen vardı. Kendini gerçekleştirememiş insanın, işte onun katlanamadığı bu yarı var oluşla hiçliğe yönelmesi… Şiir yaklaşık böyle bir alanda cereyan ediyor. Şiirin kahramanı şunu düşünüyor: “Eğer kendimi kaçınılmaz şekilde ve sürekli suçlu hissediyorsam ve bunun görünürde sebebi yoksa bir suç işleyeyim ve suçluluk duygum yerinde olsun.” Bu suç ne? Zaten işlenmiş olduğunu düşünebiliriz. Nereden baktığımıza bağlı… Büyük Boşluk Oteli kapılarını okura açacak noktaya gelmedi. Ama şu bir gerçek, çoğumuzun yaşadığı yer orası. Ondan önce sanırım başka bir kitabı tamamlayacağım. Epey ilerlemiş bir çalışmanın içindeyim. Şunu da akılda tutmuyor değilim. Sanatta bir iş tamamen bitmedikçe sonuçta o bir niyettir.