“Kırk şair birden olsam yazamam bir hevesi” diyen şairin, kırk yoldaşını birden karşısına almış, mürekkebin kuruduğu hokkanın ağzından sözcükleri çalmış kırk birinci şairin kitabı gibi okunmalıdır belki de Heves. Ya da kırk şairin yanından, sayrılarını sağaltmak için ayrılmış, girdabın tadını merak ettiği yeryüzü notları arasında ve daldığı dünya kazanında bir parabellumun anlatacaklarını anlatmak adına harflerin arasına kıvrılmış olanları anlatmak içindir Heves.
Suavi Kemal Yazgıç’ın üçüncü şiir kitabı Heves’in serancamı olsa olsa “bir hevesle yırtıldı yüzüm” dizesi boyunca kırk şairin yüzüne yansıtılmış kırık aynalardır. Dünya bir heves deryasına kurulmuşsa, şairin bir hevesle yazıldığı listeden düşürülmesi de muhakkak olacağı veya geleceği söylenen başka bir dünyanın hevesinden olsadır.
Bir hevesle yırtılan yüz, hangimize Yusuf’un, bir heves uğruna yırtılan gömleğini çağrıştırmaz ki? Yazgıç’ın bu metaforu, kendini, Yusuf cihetinde bir keder halesinin içinde görmesinden mi ileri gelir acep? Zira, Yusuf’un kıssasında, Züleyha’nın hevesidir söz konusu elem diyarının zakkum meyvesi…
Belki de yaşadığımız sanrısına kapılınan dünyadır, şairin imgesinde yüzünü yırtan tırnağın izi… Yazgıç, şiirlerinin tamamında bunu yüzümüze çarpıyor. Bir nefeslik canı, ömrün biten adımlarını ya da bir nefeslik saltanatın olduğu musalla taşlarını… Cahit Sıtkı’nın ölümle alakadar kederi, bir yokluk girdabında kaybolmak korkusuna tekabül ediyordu. Suavi Kemal Yazgıç ise bunu alaylı bir üslupla ele almaktan çekinmiyor. Daha doğrusu korkuya saf tutmanın yersizliğini… Belki de kitaba başlarken Münacaat ve Naat adlı şiirlerle girizgâh yapması da bundan dolayıdır?
GÜNCEL GÖNDERMELER LİRİZMİ PERDELİYOR
Peki Heves, poetik düzlemde bize neler söylüyor?
Şiir sanatı bağlamında okuduğum kitaplarda beş ana unsur üzerinden okumalarımı yapmışımdır. Bunlar:
Şiir, imgeler ve bu imgeler yoluyla üretilen metaforlarla (eğretileme, istiare) yazılmalıdır.
Şiirde müzik, ses ve ritim duygusu olmalıdır.
Şiir, en az kelime ile yazılmalı, hikâyelemeden (narration) kaçınmalı, tanımdan (definiton) uzak durmalı, kavramların, sözcük oyunlarının ve buluşçuluğun esiri olmamalıdır.
Şiir, reel politiğe değil, kadim varoluş meselelerine yoğunlaşmalıdır.
Şiir, yığınların ilacı değil, bireyin iç muhasebesidir. Bu sebepten toplumcu ve pek tabii ki gerçekçi değil, bireyci ve imgesel olandır.
Bu unsurlar bağlamında, kitabın “heves”ini kaçırmadan poetik değerlendirmesinin
özetini söylemek gerekirse, her ana unsura kıyısından dahi olsa dokunuyor ancak tam manasıyla bu poetik deryanın içinde kalamıyor olmasıdır. Buna sebep olan esas nazarın, kanımca reel politik ve güncel meselelerin özellikle şiirin sahih ve deruni ahengi yakaladığı yerlerde araya girerek yatağından ayrılmasına sebep olması, müziğini kakofoniye dönüştürmesi, anlamı karmaşalar bütününe evirmesidir. Sözgelimi; “…/zamanla her yolcu/yürüdüğü yola benzer” in bize çağrıştırdığı lirik ve kadim duyguların sıhhatine doyamadan, ansızın alaycı bir güncel göndermenin içine yuvarlanıyoruz. Aşağıda olduğu gibi: “biz bir ‘ah’ ettik mi/ karşı ki dağlar/ alışveriş merkezi olur/ ya da toplu konut kooperatifi.”
Aynı şekilde “Üvey Üveyik” şiirinde de “ikindi boyu yürüyenlerin” ardına “gölgelerinden kar payı alan” lar giriveriyor. Bir tür politik hiciv işine soyunuyor birçok şiirinde şair. Bunu da sayabiliriz olan bitenin üstüne: “ve bir yalan daha yürürlüğe girer/bilmem kaç sayılı resmi gazetede.”
“İmdat Çağrısı” şiirinin “lafla paslanır insan gemisi” gibi etkileyici bir dizenin ardına “kentsel dönüşüm” tamlaması ne kadar cuk(!) oturuyorsa o kadar iyi bir bileşim(!) sağlanabilir bir şiirde. Örnekleri çoğaltabiliriz: “…/ve bitmek bilmez reklam aralarında/baba veliefendide/anne yalancı selanik kazakta”
“…VE BABAM ÖLÜNCE/BABA OLMAK BANA KALDI”
Yazgıç’ın şiirlerinde, imge ve metafor kullanımının başarılı örneklerini görebildiğimiz dizeler var:“diktatörlere inat /bahar bir sabah gelebilir”de olduğu gibi. Aynı şekilde; “yalnız gece örter zira/ölülerle aramızdaki/…/mesafeyi.”
“Size Övgü” şiirindeki istiarenin alımlanması ne şekilde tezahür edebilir belleklerimizde? Şöyle ki: “yalansız bir kelime söylemek için/bin yıl sükut ettiniz” der şair. Peki, şairin sükûtu, onun kadim-i mutlak’a ulaşmasına mı vesile olacaktır yoksa şaşkın şaşkın dolaşıp yapamadıklarını söylediği o elem vadilerinde “hayat denen kanama”nın bıraktığı heyulaya mı?
“bir çiçek solarken neye sahipse /ona dairdir bütün yaşadıklarım” ve “bir damla oluverdik/kalbiyle okyanusu taşıran” dizelerinde şairin, ilk şiir kitabı ‘Sebepsiz Serçe’ nin ikliminden süzülüp gelmiş lirik iklimleri yaşıyoruz.
“hatırlanmayan bir kelimeyim/kara kaplı defterde/unutulmanın özgürlüğü kuşatıyor dört yanımı” dizelerinde ve aynı şekilde “gölgesiz bir kuş/oluyor/tüm kavuşmalar” daki ‘k’ harfinin sesinin şiire ne denli efektif bir ritim kazandırdığının ayrımına varabiliyoruz.
Üçüncü maddede altını çizdiğim gibi şiirin öykülemeci (narrative) etkiye kapılmadan yazılması gerekliliğinin başarılı örneklerini “Babam İçin Ağıt, Ağır Su, Ağır Kül ve Heves” şiirlerinde görebildiğimiz gibi tam tersi etkiyi yaratan “Müntehir Yüzbaşı Hamdi Beyin Eşi Müberra Hanımın Anlattıklarıdır (şiirin adı bu, yoksa bir dize değil. h.i.p.)” şiirinde olduğu gibi bir öykü okuduğumuz hissine de kapılabiliyoruz. Bunun yanı sıra şiirde buluşçuluk (başka bir yazının konusu olarak işlenebilir, h.i.p) gibi son dönemin moda yazın biçimine de düşmemiş değil Yazgıç. Örneklerini, sadece bazı şiir başlıklarından dahi çıkarabiliriz bunların: “Kandil için Sms, Hükmen Mağlup, v.s.”
“ölüm korkumuzu gizlemek için/hayatı zehrederiz kendimize” dizesi her şeyin başlangıcı değil mi? Aynı şekilde “…/yine de korkuyorum/aramızda büyüyen suskunluğun/bizi sağır etmesinden.” Bununla birlikte, Yazgıç’ın bence en baba şiir dizesi de şudur: “…/ve babam ölünce/baba olmak bana kaldı/tüm cehaletimle.”
Heves
Suavi Kemal Yazgıç
Profil Yayıncılık