Bizim oralarda yaşanan büyük felaketler karşısında en sık kullanılan ifadelerden biri "Mala min şewitî"dir. Türkçeye "evim yandı" olarak tercüme edilen bu Kürtçe söz, bir haber cümlesi değil. Daha derin anlamlar ifade eden bir kalıptır. Türkçedeki "Ocağım söndü" ifadesi gibi hakiki anlamı aşan mecazi bir deyim. Kürt sözlü edebiyatının bütün örneklerinde, masallarda, stranlarda, meteloklarda... karşınıza çıkar. Kalıp haline gelmesi de bu yüzdendir. Bir insanın uğrayabileceği en büyük felakete uğradım demek ister bu kalıbı kullanan. En çok sevdiği azizini, en fazla değer verdiği büyüğünü, varını yoğunu yitirmek gibi.
Çocuktum. Gecenin zifiri karanlığını aydınlatan alevlerin sebep olduğu sarı bir gürültüye uyandım. Uyuduğum odanın penceresinden dışarı baktım. Sapsarı bir gündüz gibiydi. Annemin "Mala min şewitî" sözünü duydum sonra. Henüz kalıp ifadelerin hakiki anlamları ile mecazı anlamlarını ayırt edecek bilinçten, müktesebattan haberdar değildim. Bu yüzden hemen dışarıya fırlamıştım, evimiz yanıyor diye. Ama yok, köyün aşağısına doğru bir koşuşturmaca. Alevler evimizden değil, aşağıda köylülerin kışın hayvanlarına yedirmek için istif ettikleri "lod" dediğimiz kuru otların bulunduğu yerden yükseliyordu. Kış boyunca hayvanlarımız için yığdığımız otlar cayır cayır yanıyordu. Yaz boyunca sarf ettiğimiz bütün emeklerin heba olması, koyunlarımızın, davarlarımızın telef olması anlamına geliyordu bu. Hakikat ile mecazı ayırt edecek yaşa geldiğimde anneme hak vermiştim. Bazı acılar insanın yuvasını yitirmesi kadar ağırdır.
Bolu-Kartalkaya'daki otel yangınını, ekranlara yansıyan yürek paralayıcı can pazarını görünce annemin bu sözü aklıma geldi ilkin. "Mala min şewitî". Türkçede bu anlamı verecek bir deyim olarak "yüreğimiz yandı" sözleri döküldü dudaklarımdan sonra.
Ayrıntılar geldikçe, Kürtçenin de Türkçenin de deyimleri yetmiyordu bu yangını, bu felaketi ifade etmeye. Yetmiş sekiz kişi cayır cayır yanarak hayatlarını kaybetmişlerdi. Hangi söz bu felaketi tarif edebilirdi? Hangi lisan teselli edebilirdi?
Bir dostumun kayınbiraderinin gelinlerinin, torunlarının da o yangında otelde olduklarını ve hayatlarını kaybedenler arasında yer aldıklarını duydum. Telefon ettim dostuma. Kayınbiraderinin ailesinden sekiz kişiyi kaybettiğini söyledi, alev alev yanan kelimelerle. Çok uğraştım, bu acıya teselli olacak, bu alevi söndürecek bir taziye cümlesini kurmak için, başaramadım. Kelimeler yetmedi. Bildiğim dillerin kalıpları kifayetsiz kaldı. Dillerim lal oldu. Basından öğrendim. Hayatlarını kaybeden sekiz kişiden biri, evlat edindikleri yetim bir kız çocuğuymuş. Yüreğim bir daha sızladı, bu acı içindeki acıya.
Tabi başka hikayeler. Türkiye'nin bu yürek yangınına dair. Otelin çalışanlarından Neçirvan adlı bir genç, on beş kişinin hayatını kurtarmış. Bir kanala konuşuyordu. Bir adam balkona çıkmış, yardım istiyordu, ona aşağıdan seslendim, yorgan ve battaniyeyi ıslatarak kapının altına sıkıştır, bu dumanın girmesini engeller ve sana yirmi dakika kazandırır, dedim, diyordu. Adam dediklerini yapmış ve gerçekten itfaiye yetişerek adamı kurtarmış. Sonra kendisi de katlara ine çıka dumandan zehirlenmiş ve hastaneye kaldırılmış. Hayatını kurtardığı adamın yanındaki yatağa yatırmışlar. Adam onu tanımış ve hayatımı sana borçluyum, demiş. Ve daha başka kahramanlar, kahramanlıklar.
Geçen sen büyük deprem felaketi... Bu sene bu otel yangını... Son yıllarda Türkiye'nin yaşadığı felaketler dillerin kalıplarına sığmıyor. Allah beterinden saklasın.