İranlı düşünür Abdülkerim Suruş'un, "Evrenin yatışmaz yapısı" adıyla Prof. Dr. Hüseyin Hatemi tarafından Türkçeye tercüme edilmiş bir eseri var (İnsan yayınları, 1984). Molla Sadra'nın "hareket-i cevherî" kavramsallaştırması bağlamında felsefenin kadim "hareket meselesi", etkili bir üslupla işlenir.
Bu temelden hareketle diyebiliriz ki, yatışmaz hareket, evrenin değişmez özüdür. Bu hareketin sonuçları da bildiğiniz gibi bütün özellikleri ve yansımalarıyla hayatın kendisidir. Bu süreçte insanın rolü, varoluşsal hareketin sonuçlarından bazılarını açmak, öne çıkarmak, bazılarını da örtmek şeklinde belirginleşir. Biz, varlık aleminde açmak ve örtmek gibi iki karşıt çaba vererek medeniyet olgusunu oluşturmakla yükümlüyüz.
Bireysel hayatımızda ve bunun toplamından ibaret medeniyet düzeyindeki hareket tarzımızda açmamız ve örtmemiz gereken şeyleri büyük ölçüde aklımızın yardımıyla ve tecrübelerle biliriz. Aklın yetmediği veya yanıldığı durumlarda da vahiy devreye girer, akla yol gösterir. Çünkü akıl, insanın içindeki duygulardan ve dış baskılardan etkilenir. Bu yüzden (vahyi rehber edinen ve vahyi devre dışı bırakan) farklı külli akılların etkisindeki Medeniyetler, açtıkları ve örttükleri şeylerle temayüz eder ve birbirlerinden ayrışırlar.
Vahyin yol göstericiliğindeki medeniyet, ilk olarak bu özelliğin temelinin yüce Allah'ın sıfatlarında belirginleştiğini bize öğretir. Allah'ın bir adı "Fettah" (çokça açan), bir adı da "Settar" (çokça örten)'dir. Bize Allah'ın sıfatlarını öğreten ve örnek almamızı telkin eden Kur'an, açmamız ve örtmemiz gereken şeyleri de öğreterek salih (yapıcı) amel veya fasit (bozguncu) amel gibi nitelemelerle hangi temelden hareket ederek "açma" ve "örtme" şeklindeki rolümüzü oynayacağımızı gösterir.
Mesela vahyin biçimlendirdiği İslam medeniyetine göre, mutlaka ve her halükarda açılması, açık tutulması gereken şey "hak"tır (akait kapsamındaki prensiplerin yanında bireysel, toplumsal, tarihsel, kültürel haklardır). Vahiy dışı medeniyetlerin ayırıcı özelliği ise "hak"kın (bütün bu saydığımız hakların) üzerini örtmektir. İslam, bu tutumu "küfür" olarak nitelendirir. Küfür ise, her zaman ve her durumda açık olması gereken şeyi örtmek anlamına gelir.
Vahyin rehberliğini reddeden medeniyet, insanın bireysel ve toplumsal hayatında örtülmesi (setredilmesi) gereken şeyleri açmakla belirginleşir. Vahiy medeniyeti, bu tavrı "müstehcen"lik olarak nitelendirir. Kelimenin kökü olan "H.C.N" fiili çirkin hayasızlık anlamına gelir.
İslam medeniyeti, bin küsur yılı bulan egemenliği boyunca, bölgemizde açmaları, açığa çıkarmalarıyla (fetihleriyle), buna paralel olarak örttükleri ve saklı kalmasını sağladıklarıyla (setretmeleriyle) tam bir huzur iklimi oluşturdu. Buna karşılık vahyi reddeden batı medeniyeti, bölgemize egemen olduğu birkaç yüzyıllık süre içinde açtıkları ve açığa çıkarttıklarıyla (müstehcenliğiyle, çirkin hayasızlığıyla), bunun yanında örttükleri ve örtülü kalmasını sağladıklarıyla (küfürleriyle) sonu gelmez kaoslara öncülük etmektedir.
Bir yılı aşkın süredir Gazze'de ve son zamanlarda Suriye'de yaşanan gelişmeler (açığa çıkardığı şeyler itibariyle) müstehcenlik medeniyeti ile fetih medeniyetinin, bir diğer yönüyle (örttükleri şeyler itibariyle) küfür medeniyeti ile setretme medeniyetinin mücadelesinin geldiği son noktayı göstermektedir. Her iki yerde ve bölgenin genelinde açığa çıkan olgularla, örtülen olguları karşılaştırdığımız zaman çirkin hayasızlığı esas edinen vahiy dışı medeniyetin hala belirleyici olduğunu görüyoruz.
Suriye'deki gelişmeler üzerinde etkili olduğu görülen Türkiye'nin içerideki ve dışarıdaki açmaları ve örtmeleri, hangi medeniyet havzasında yer aldığının göstergesi olacaktır. İçerideki ve dışarıdaki huzur ve kaos da buna bağlıdır.