Tarihte dar kapsamlı, küçük çaplı olmalarına rağmen, çığır açıcı, istikamet tayin edici, etkileri asırlar boyu süren olaylar vaki olmuştur. Mesela Bedir savaşı böyle bir hadisedir.
Kur'an-ı Kerim, Bedir savaşını "ayrışma günü, iki topluluğun karşı karşıya geldiği gün" (Enfal, 41) şeklinde nitelendirir, öncesini tarihten sildiği, sonrasını ise tarihin öznesi, belirleyicisi kıldığı için. Ayetin orijinalinde geçen "Furkan" (hak ile batılın, eğri ile doğrunun ayrışması) ifadesi, o günün öncesi ile sonrasının tamamen bambaşka niteliklerde olduklarını, o günden sonra hiçbir şeyin eskisi gibi olmadığını, İslam ile cahiliye arasında tam bir ayrışmanın gerçekleştiğini anlatıyor. Mekke döneminde ve Medine döneminin ilk yıllarında, Bedir savaşının yaşandığı güne kadar itilip kakılan, mallarına, evlerine el konulan, yurtlarından çıkarılıp sürgün edilen ilk Müslümanlar, artık tarih sahnesinde ezilen, horlanan, kuvvetler dengesinde bir ağırlığı olmayan, esamesi okunmayan kimseler olmaktan çıkmış, sonunda mutlak hakimiyete ulaşacak esaslı bir taraf olarak tescillenmişlerdi. Normalde herhangi bir savaş bağlamında süreç, iki tarafın karşı karşıya gelmesi, savaşa tutuşması, ardından yenen, yenilen tarafların belirginleşip ayrışması şeklinde gelişir. Ama ayette önce sonuç niteliğinde "ayrışma" (Furkan)dan, sonra da aslında sürecin başı niteliğindeki "karşı karşıya gelme"den söz ediliyor. Ezilen, horlanan, sürülen, evine barkına el konan, yurdundan çıkarılan bir hareket, ordu niteliğini kazanıp savaş meydanında düşmanının karşısına çıkıyorsa bu bir sonuçtur ve algı, vakıa, tarafların etkinliği ve kararlılığı bakımından tam bir ayrışmadır da ondan. Nitekim Uhud'da yenilen Müslümanlar, Bedir öncesindeki ezik konumlarına geri dönmediler. Bilakis tarihin öznesi olmaya, savaşlarıyla, barışlarıyla, yengileriyle, yenilgileriyle, fetihleriyle tarihin akışına damga vurmaya devam ettiler. O yüzden ayetteki bu takdim ve tehir, Müslümanların bu savaşın sonucunda kazandıkları "taraf" olma, "iki topluluktan biri" olma niteliğinin önemini vurgulamaya yöneliktir. Bedir savaşı, Müslümanları bir ağırlık merkezi haline getirmekle, tarihin akışı içinde tanık olduğumuz muhteşem gelişmelere de ayna tutmuştur ayrıca. Artık Müslümanlar kıyamete kadar güç dengelerinin hesaba katılması kaçınılmaz olan asıl taraflarından biridirler. Bakmayın siz, son iki asrın parantezine. Kaldı ki o parantez de Gazze savaşında kapandı gördüğünüz gibi.
Çünkü Gazze savaşı istikamet tayin ediciliği açısından Bedir savaşına benziyor. O da hem günümüze hem de geleceğe ışık tuttu. Özellikle sahnedeki güçlerin endamının endazesini ortaya koydu.
İsrail'in tek başına ayakta kalamayacağı, güçler dengesinde bir ağırlık merkezi olmadığı hiç bu kadar ayan beyan ortaya çıkmamıştı. ABD ve batılı güçler olmasa, Hamas gibi küçük bir topluluk karşısında aldığı manevî hezimetin yanında maddî anlamda da ağır bir hezimet alması an meselesiydi. Maddî olarak etrafı yakıp yıkmasına, çocukları, kadınları, sivilleri acımasızca öldürmesine rağmen İsrail, moral olarak artık saf dışıdır, bu hezimetin altından kalkamaz. Trump'ın, kazandığı zaferin (!) coşkusunu paylaşmak üzere yanına koşup gelen Netanyahu'nun gözünün içine bakarak "Gazze'ye el koyuyorum" demesi de bu hezimetin tescil edilmesi demektir.
Başta ABD olmak üzere batılı güçler, ahlak nosyonundan yoksun Siyonistlerin yanında durmakla, katliamlarını onaylamakla, insanlık değerlerini çiğnemesine ses çıkarmamakla, birkaç yüzyıldır işgal ettikleri dünyaya önderlik etme misyonunu hak etmediklerini herkese gösterdiler. Gazze, Batı medeniyetinin insanlığa önderlik etme kalibresinde olmadığını göstererek çağdaş, demokrat, özgürlükçü medeniyeti dürüp tarihin çöplüğüne atmış, saf dışı bırakmıştır.
İnsanlığa önderlik misyonunu üstlenecek medeniyeti Gazze belirleyecektir.