Aksa Tufanı'nın etkisiyle Filistin ve Suriye krizleri, daha geniş bir bölgesel dönüşüme zemin hazırlayabilir. Bu anlamda Ürdün, Mısır başta olmak üzere bölgenin farklı coğrafi noktalarında yeni hareketlilikler gözlemlenebilir. Suriye ve Filistin'de istikrarın tesis edilmesi sonrasında da Hamas ve HTŞ gibi aktörlerin devletleşmesi durumunda bölgede yeni statükolar ortaya çıkabilir.
Dr. Mehmet Rakipoğlu/ Mardin Artuklu Üniversitesi
Kavramsallaştırması dahi ithal olan Ortadoğu, çok katmanlı ve çok aktörlü krizlerin yaşandığı bir bölge olarak öne çıkmaktadır. Bu krizler, sadece fikirsel ve düşünsel boyutlarda değil, aynı zamanda maddi gerçekliklerde de kendini göstermektedir. Bölgedeki krizleri anlamak için, öncelikle kavramsal bir çerçeve oluşturmak ve bu krizlerin farklı boyutlarını analiz etmek gerekiyor.
Krizlerin kavramsallaştırılması
Farklı dönemlerde zuhur eden ve farklı kavramlar üzerinden tanımlanabilecek birçok krizin temelde beş noktaya tekabül ettiği ifade edilebilir. Bunlardan ilki, uluslararası sistemin işlevsizliğidir. Mevcut uluslararası sistem savaşları sonlandırma noktasında fonksiyonsuz bir hal almıştır. Yapısal bunalımlar özellikle Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin çatışmalardaki tıkanmış tavrı, başta Amerika Birleşik Devletleri (ABD), Rusya ve Çin gibi BMGK'nın daimî üyelerinin öncelikleri sistemik krizleri ortaya çıkarmaktadır. Bu yapısal büyük krizler nedeniyle, bölgesel ve alt bölgesel krizlere çözüm üretmek oldukça zor bir hale gelmektedir. Savaşların sona erdirilememesi, İsrail gibi saldırgan aktörlerin cezalandırılamaması, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin yapısı ve uluslararası yapının belirsizliği, sistemik krizlerin varlığını göstermektedir. İkinci olarak toprak ve kaynak paylaşımı krizleri Ortadoğu'da halen devam etmektedir. Yapay sınırlar nedeniyle ortaya çıkan toprak ve kaynak paylaşımı sorunları, bölgedeki önemli kriz kaynaklarındandır. Bu anlamda bazı krizler çatışmaya dönüşürken, bazıları gerilim alanı olarak kalmıştır. Örneğin, Şattülarap su yolunun kullanımı, Suriye'deki petrol sahalarının kontrolü savaşlara ve çatışmalara yol açabilirken, Körfez'deki Ebu Musa, Büyük, Küçük Tunb adaları hakkındaki anlaşmazlıklar çatışmaya dönüşmemiştir. Bu noktada, ideoloji, yayılmacılık ve kapasite gibi faktörler devreye girmekte, kriz alanları aktöre ve zamana göre dönüşüm geçirebilmektedir. Üçüncü olarak meşruiyet krizleri de bölgenin en büyük kriz alanları arasında gelmektedir. Bölgenin modern inşasından bu yana süregelen meşruiyet krizleri, halklardan uzak ve antidemokratik rejimlerin varlığı ile derinleşmiştir. Rejimlerin halklara rağmen iktidarda olması, "rejim güvenliği" kavramını ortaya çıkarmıştır. Bu durum, bölgede siyasi temsil ve özgürlükler bağlamında yapısal reformlar yapılmadığı sürece meşruiyet krizinin devam edeceği argümanını güçlendirmektedir. Dördüncü olarak güvenlik krizleri de bölgesel istikrarı uzun yıllardır etkilemektedir. Her ülkenin kendi ulusal güvenliği açısından tehdit olarak gördüğü örgüt ve oluşumların istikrarsızlıktan faydalanarak kurulması, bölgedeki krizleri derinleştirmiştir. DEAŞ gibi örgütlerin ortaya çıkışı, bu güvenlik sorunlarının bir örneğidir. Bu noktada dış aktörlerin rolü olsa da her aktörün kendi kapasitesi oranında süreçleri etkileme gücü bulunmaktadır. Son olarak siyasi temsil ve müşterek yönetim anlayışı krizleri Ortadoğu'da halen varlığını sürdürmektedir. Bölgedeki bölünmüş yapılar ve mezhep/inanç temelli kota sistemleri (Lübnan örneğindeki gibi), siyasi temsil sorunlarına yol açmaktadır. Ulus devlet anlayışı içerisinde ihdas edilen mikro milliyetçilikler, Batı tecrübesinin birebir Ortadoğu'ya tatbik edilmesi arzusunda olan siyasal elitler ve baskıcı rejimler bölgedeki siyasi temsil ve müşterek yönetim anlayışı krizlerini tetiklemektedir.
Beş sorun alanı
Uzun yıllardır kriz bölgesi olarak adlandırılan Suriye ve Filistin bölgelerinde yukarıda zikredilen beş ana kriz alanının farklı biçimlerde zuhur ettiği söylenebilir. Örneğin toprak ve kaynak paylaşımı noktasında her iki ülkede de benzer sorunlar ortaya çıkmıştır. Filistin bağlamında İsrail'in sınır tanımaz saldırıları, Kudüs'ü işgal etme arzusu, Filistin topraklarındaki yerleşimci terörü ve doğal kaynak sömürüsünün yanında Suriye'de Rusya ve İran'ın rejimi savunma adına toprak paylaşımları, askeri üs elde etmeleri ve uyuşturucu, petrol gibi ticaretlerle hem toprak hem de kaynak paylaşımı üzerinden ülkeyi istikrarsızlaştırmıştır. Suriye örneğinde Batı cephesinin de benzer bir iz bıraktığı söylenebilir. Nitekim terör örgütü PKK'nın Suriye kolu olan PYD'nin Suriye'deki kaynakları istismar etmesi ve kontrol ettiği bölgelerde ABD ile iş birliği yapması da bu duruma örnektir. Meşruiyet krizleri bağlamında da Suriye ve Filistin benzer örneklikler temsil etmektedir. Suriye'de 61 yıl ülkeyi 'yöneten' rejim, halktan kopuk ve zayıf bir aktör olarak bilinmektedir. Herhangi bir şekilde demokratik, şeffaf ve açık bir seçim süreci ve sivil topluma sahip olmayan Suriye'de rejim varoluşundan beri meşruiyet krizi yaşamıştır. Bunu aşmak için zaman zaman Suriye toplumunun kahir ekseriyetine hitap etmek için din adamlarını, iş adamlarını ve farklı kanalları kullansa da meşruiyet zemininden yoksun bir aktör olarak kalmıştır. Benzer şekilde, Filistin ve İsrail ölçeğinde de meşruiyet krizleri varlığını sürdürmektedir. Örneğin İsrail Uluslararası Af Örgütü, İnsan Hakları İzleme Örgütü gibi küresel kurumlar tarafından yayımlanan raporlarca soykırım suçu işleyen, uluslararası hukuka ve insancıl savaş hukukuna uymayan bir aktör olarak tescillenmiştir. Benzer şekilde Filistin Otoritesi'nin de meşruiyeti oldukça sorunludur. Nitekim 2005'ten beri seçim yaptırmayan, Filistin'in Batı Şeria bölgesindeki Gazze olarak bilinen Cenin'de kolluk kuvvetleriyle halka ve direniş gruplarına karşı savaş açan Mahmud Abbas yönetiminin meşruiyeti uzun yıllardır sorgulanmaktadır. Bu meşruiyet krizi alanları, her iki bölgede de rejimlerin sürdürülemez olduğunu ve devrim veya dönüşüm süreçlerinin tekrar gündeme gelebileceğini göstermektedir. Güvenlik krizleri de Suriye ve Filistin'de müşterek kriz alanlarıdır. Suriye rejiminin 61 yıldır İsrail'e karşı herhangi bir direnç göstermemesi ve halkına karşı silah kullanması, silahlanma ve istikrarsızlık sorunlarını artırmıştır. Rejim güvenliğini ulusal güvenliğe tercih eden aktörler, 'terör' eylemlerinin ortaya çıkmasını hızlandırmıştır. Filistin'de FKÖ'nün İsrail yerine İsrail'e direnen aktörlerle mücadele etmesi, benzer bir güvenlik krizine işaret etmektedir. Son olarak siyasi temsil ve müşterek yönetim sorunu da iki ülkede ortaklık göstermektedir. Diğer bir ifade ile Suriye ve Filistin'de siyasi temsil ve müşterek yönetim anlayışında da krizler yaşanmıştır. Fakat son günlerde yaşanan süreçlerdeki HTŞ ve Hamas gibi aktörlerin pragmatist tavırları, bu krizlerin demokratik geçiş süreçlerinde ilkesel olarak sorun yaratmayacağını göstermektedir. Ayrıca HTŞ ve Hamas'ın devlet dışı aktörlükten devletleşme sürecine geçişte kapsayıcı ve hayata geçirilebilir çözümleri öne çıkarması da krizlerin çözümü adına kritik önem arz etmektedir.
Aksa Tufanı ve Saldırganlığın Caydırılması operasyonları
7 Ekim 2023 başlatılan Aksa Tufanı Filistin'den hareketle bölgesel bir dönüşüm başlatmıştır. Diğer bir ifade ile bu süreç, İsrail'in lehine olan statükoyu ve jeopolitik hatları sarsmıştır. Benzer şekilde 27 Kasım 2024'te Suriye'de muhalifler tarafından başlatılan Saldırganlığın Caydırılması operasyonu da Aksa Tufanı ile başlayan bölgesel dönüşümün en somut sonucu olmuştur. İki operasyon da ülkelerinin krizleri bağlamında ortaklıklar arz etmektedir. Örneğin ne Aksa Tufanı ne de Saldırganlığın Caydırılması operasyonları aniden ortaya çıkmış olaylardır. İkisi de uzun vadeli planların sonucudur. Aksa Tufanı bağlamında Filistin meselesinin unutulması, İsrail ile normalleşme adımları, Mescid-i Aksa'ya yönelik baskınlar, Gazze ambargosu gibi nedenler bu olaya zemin hazırlamıştır. Benzer şekilde Rusya'nın İdlip'teki Pazar yerleri, cami, fırın gibi sivil noktaları defalarca vurup varılan uzlaşıları çiğnemesi, İran'ın Suriye'deki demografi oyunları, PKK-PYD'nin ABD desteği ile kaynak sömürüleri muhaliflerin doğru zamanlama ile rejimi düşürecek operasyonları başlatmasına vesile olmuştur. Sonuçları açısından da her iki operasyon benzerlikler taşımaktadır. Aksa Tufanı ile başlayan süreç, İsrail'in Gazze'ye yönelik askeri operasyonları ve insan hakları ihlalleriyle küresel ölçekte dikkat çekmiştir. İsrail'in yenilmezlik algısı yıkılmış, 500.000'in üzerinde yerleşimci ülkeyi terk etmiştir. İsrail içindeki güvenlik, meşruiyet, toprak ve su paylaşımı krizleri daha da artmıştır. Benzer şekilde rejimin Rusya ve İran tarafından sağlanan güvenlik kalkanı ile hayatta kalacağı söylemi boşa düşmüştür. PKK-PYD daha ılımlı söylemlere sarılarak Suriye'deki varlıklarını sürdürmeye çalışmıştır. Dolayısıyla nedenleri ve sonuçları bağlamında da Aksa Tufanı (Filistin), Saldırganlığın Caydırılması (Suriye) operasyonları müşterek noktalara tekabül etmektedir. Bu anlamda Suriye'deki sürecin nereye ve nasıl evirileceği kritik bir soru olarak varlığını korumaktadır.
Süreç nereye evrilecek?
Sürecin nereye ve nasıl evirileceğine dair ilk senaryo bölgesel dönüşüm senaryosudur. Hayata geçirilmesi on yıllar alma ihtimali yüksek olan bu senaryoda, Aksa Tufanı'nın etkisiyle Filistin ve Suriye krizleri, daha geniş bir bölgesel dönüşüme zemin hazırlayabilir. Bu anlamda Ürdün, Mısır başta olmak üzere bölgenin farklı coğrafi noktalarında yeni hareketlilikler gözlemlenebilir. İkinci senaryoda ise gerek Suriye gerekse Filistin'de istikrarın tesis edilmesi sonrası, Hamas ve HTŞ gibi aktörlerin devletleşmesi durumunda bölgede yeni statükolar ortaya çıkabilir. Hamas'ın FKÖ ile ortak hareket ederek 1967 sınırlarında Filistin devletini öncelediği senaryo ve HTŞ-SMO'nun kapsayıcı bir yönetimi benimsediği Suriye projeksiyonunda bölgesel istikrarın sağlanması beklenebilir. Bu senaryoda Suriye'nin hiçbir bölgesinde PKK-PYD gibi terör örgütlerinin ve Rusya-İran gibi gayrimeşru aktörlerin varlığı başta Türkiye olmak üzere devrim sürecine doğrudan ve dolaylı katkı sunan aktörler tarafından kabul edilmez. Üçüncü senaryo daha çok bölgesel ve küresel güçlerin etkisine bağlı, kriz alanlarının dönüşüm veya dondurulma senaryosudur. Trump'ın başkanlığındaki ABD ile Türkiye'nin PKK-PYD terörüne karşı ortak bir tavır alması veya ABD'nin Türkiye'nin terörle mücadelesine karşı tavır almama ihtimali Suriye'deki dengeleri değiştirebilir. Benzer şekilde ABD'nin İsrail'e sunduğu desteğin değişme durumu da Filistin'deki süreçleri etkileyebilir. Çin, Rusya gibi küresel İran, Suudi Arabistan, Mısır gibi bölgesel aktörlerin her iki kriz alanına da etkileri sınırlıyken Türkiye'nin Suriye ve Filistin dosyalarında süreçlere doğrudan katkı sunduğu görülmektedir. Suriye'de terörle mücadele ve toprak bütünlüğünü savunan Türkiye, Filistin'de İsrail'in soykırımına karşı durmakta; İsrail'in tecrit edilmesi yönündeki diplomatik adımlarını her geçen gün daha sert biçimde atmaktadır.