Suriye'de birçok aktörün var olduğu çok karmaşık bir tablo bulunmaktadır, dolayısıyla çözümün sağlanması için ciddi bir zaman dilimine ihtiyaç vardır. Özellikle ABD ve AB'nin bölgedeki politikaları, Türkiye'nin diplomatik manevra alanını genişletme faaliyetlerini artırmasını elzem kılmaktadır.
Faruk Önalan/ Yazar
Tarihsel süreç göz önüne alındığında Türkiye ve Suriye arasındaki ilişkilerin hep inişli çıkışlı bir seyir izlediği söylenebilir. Ankara ve Şam arasındaki yakınlaşmalar ve sonrasında yaşanan gerginlikler, bölgesel dinamikler ve iç politikaların etkisiyle şekillenmiştir. Kurtuluş Savaşı sonrasında Türkiye'de Cumhuriyet ilan edilirken Suriye 1946 yılına kadar Fransız mandasında kalmıştır. Hatay'ın 1939 yılında Türkiye'ye katılması da iki ülke arasındaki ilişkiler açısından, -bugün bile etkisini sürdüren- dönüm noktalarından biridir. Bu çerçevede; sınır sorunları, su kaynakları üzerindeki anlaşmazlıklar ve ideolojik farklılıklar, ilişkilerin seyrini belirleyen ana nedenler arasındadır.
Ak Parti hükümetlerinin göreve gelmesiyle Türkiye ve Suriye arasında ekonomik ve diplomatik ilişkilerde önemli bir yakınlaşma yaşanmıştır. Ankara-Şam arasında 2004 yılında imzalanan Serbest Ticaret Anlaşması, vizelerin kaldırılması gibi adımlar ilişkileri daha da güçlendirmiştir. Ancak 2011 yılı Mart ayında Suriye'de başlayan iç savaş, iki ülke arasındaki ilişkilerin tamamen kopmasına neden olmuştur. Bu süre zarfında Şam rejimi ve ona bağlı milislerin sert tutumu yanında başta DEAŞ ve PKK'nın Suriye uzantısı PYD gibi terör örgütlerinin oluşturduğu şiddet sarmalından kaçan milyonlarca insan mülteci konumuna düşmüştür.
İç savaşın başladığı ilk andan itibaren "açık kapı" politikası uygulayan Türkiye, savaştan kaçanlara ev sahipliği yapmıştır ve yapmaya devam etmektedir. Ülkesini tanımayan binlerce çocuk Türkiye topraklarında gözlerini dünyaya açmıştır. İç savaşta evlerini, yurtlarını en önce terk edenlerin PKK/PYD baskısına maruz kalan Kürtlerin olduğunu yeniden hatırlamakta fayda vardır. Ayn el Arap (Kobani), Kamışlı/Haseke bölgelerinde yaşayan 300 binden fazla Kürt, Türkiye'ye sığınmıştır.
Diyalog süreci
Son dönemde, bölgede değişen dinamikler ve uluslararası aktörlerin tutumları, Türkiye ve Suriye arasında yeniden bir normalleşme sürecini gündeme getirmiştir. Suriye'deki iç savaşın uzaması, bölgesel istikrarsızlığın artmasına neden olmuştur. Taşeron terör örgütlerinin varlığından birinci derecede etkilenen Türkiye, güney sınırında güvenlik tehditleriyle karşı karşıya kalmıştır. Başta ABD olmak üzere bazı Batılı ülkeler tarafından alenen desteklenen terör örgütlerinin faaliyetleri yanında her geçen gün giderek büyüyen mülteci krizi, Türkiye'nin Suriye ile yeniden diyalog arayışına girmesine neden olmuştur. Şam ile 2017 yılından itibaren çeşitli formatlarda diyalog süreci yürütülmüştür. Dış politikanın şekillenmesinin birinci ayağı olan istihbarat kurumları arasındaki temas da bu çerçevede oluşmuştur. Dışişleri Bakanları arasındaki ilk görüşme ise Sırbistan'ın başkenti Belgrad'da 2021 yılı Ekim ayında düzenlenen "Bağlantısızlar Hareketi" zirvesinde yaşanmıştır. Dönemin Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, Şam Rejimi Dışişleri Bakanı Faysal el Mikdad ile ayaküstü bir görüşme gerçekleştirmiştir.
Ankara'nın ilk günden bugüne vurgu yaptığı başlık, Suriye'nin toprak bütünlüğüdür. Başını ABD'nin çektiği Kuzey Irak – Kuzey Suriye hattı kapsamında Süleymaniye, Kerkük, Sincar ve Suriye'nin kuzeyindeki bölgelerin sözde özerk yönetim ile birleştirilmesi projesi artık aşikâr hale gelmiştir. Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın son dönemde sık sık dile getirdiği, "Türkiye, güney sınırlarının hemen ötesinde Suriye'nin ve Irak'ın kuzeyinde bölücü örgütün bir teröristan kurmasına asla izin vermeyecektir" sözlerinin altı boş değildir. Bu kapsamda Bağdat ve Erbil yönetimiyle belirli bir mesafe kat edilmiştir. Dışişleri Bakanı Hakan Fidan'ın verilen mücadeleyi anlatırken sarf ettiği sözler dikkat çekicidir: "Özellikle Bağdat yönetimi, yakın zamana kadar, PKK'yı sadece Kürt bölgesindeki bir sorun gibi görüyor, o nedenle de merkezi yönetim olarak bu konuda herhangi bir inisiyatif geliştirmiyordu. Ama biz Sincar'da, Süleymaniye'de, Mahmur'da ve bazı tartışmalı bölgelerde PKK faaliyetlerinin varlığını kanıtlayınca, Bağdat yönetimi artık bu sorunun merkezi yönetim tarafından halledilmesi gerektiğine ikna oldu." Suriye'nin toprak bütünlüğü esas alınarak yapılan/yapılacak hamlelerin ana çıkış noktası da burasıdır. Meselenin bu boyutunda, geçmiş yıllarda imza altına alınan Adana Mutabakatı'nın yeniden hayata geçirilmesi kritik önemdedir. Mutabakat PKK ve uzantıları konusunda net beyanlar içermektedir.
- Suriye kendi topraklarından Türkiye'nin güvenlik ve istikrarını tehlikeye atacak eylemlere izin vermeyecek. Suriye, PKK'nın silah, lojistik ve mali destek sağlamasına ve propaganda faaliyetlerine izin vermeyecek.
- Suriye, PKK'yı terör örgütü olarak ilan etmiştir. Suriye, diğer terör örgütlerinin yanı sıra PKK ve uzantılarının topraklarındaki faaliyetlerini yasaklamıştır.
Ankara yoğun diplomasi trafiği yürütürken Şam da Türk askerinin Suriye topraklarından çekilmesini ön şart olarak ortaya koymaktadır. Suriye Dışişleri Bakanı Faysal El Mikdad, Haziran ayı başında İranlı mevkidaşı ile yapmış olduğu basın toplantısında benzer sözler kullanmıştır: "Suriye-Türkiye diyaloğunun temel şartı, Ankara'nın topraklarımızdan çekilmeye hazır olduğunu beyan etmesidir." Esed de son günlerde aynı minvalde beyanlarda bulunmaktadır. Türkiye'nin sınır güvenliğine yönelik tehditlerin hala üst seviyede seyrettiği bir ortamda bu isteğin kabul görmesi olası görünmemektedir. Türkiye her fırsatta sınır ötesi operasyonların (Fırat Kalkanı, Zeytin Dalı, Barış Pınarı, Bahar Kalkanı) Suriye'nin egemenliğine karşı olmadığını bilakis toprak bütünlüğünü koruma amaçlı olduğu mesajını vermektedir. Hali hazırda Esed'in Suriye'nin kuzeyinde güvenliği tesis etme gücü bulunmamaktadır. ABD destekli PKK/SDG kontrolü altındaki bölgelerden elde edilen petrol ve doğal gazı para vererek satın alan Şam yönetiminin durumu ortadadır.
Mülteci krizine çözüm olur mu?
Diğer bir konu da mülteci krizidir. Şam ile normalleşme, mültecilerin geri dönüşlerinin hızlanması açısından tek başına yeterli değildir. Zira Esed rejiminin mültecileri geri kabulü mevcut şartlarda pek mümkün görünmemektedir. Bu doğrultuda, mültecilerin ülkelerine dönüşleri ile ilgili Ürdün ve Lübnan ile yapılan anlaşmaların işlevsiz kalışı önemli bir donedir. Güvenlik problemi, siyasi kriz, fiziki ve ekonomik şartların kötülüğü vb. sorunların çözüme kavuşmadığı bir ortamda geri dönüşlerin artmasını beklemek hayalden öteye geçmeyecektir. Suriyeli mültecilerin gönüllü, güvenli ve onurlu bir şekilde geri dönmeleri için uygun koşulların sağlanması gerekmektedir. Bu doğrultuda Şam Rejimi ve tüm tarafların BM Güvenlik Konseyi'nin 2254 sayılı kararı uyarınca çözüme yönelik adımlar atması önemlidir.
Terörden tamamen arındırıldıktan sonra ülkenin yeniden inşa sürecinde gönüllü olan Türkiye'nin rol alması, bölgesel ekonomik entegrasyonu artıracaktır. Bu noktada başta Birleşmiş Milletler olmak üzere Batı ve Körfez ülkelerinin de katkılarıyla sürecin daha hızlı yürütülmesi beklenmektedir. Planın başarılı olması bölgesel dinamikler ve uluslararası ilişkiler açısından da önemli sonuçlar doğuracaktır. Sonuç odaklı, başarılı hamlelerin, Orta Doğu'daki diğer sorunların çözümüne de katkı sağlaması kaçınılmaz olacaktır.
Barış vizyonu
Ankara'nın küresel sorunlar karşısında "arabuluculuk ve barış" vizyonu son yıllarda dünya kamuoyunun dikkatini çekmektedir. Balkanlardaki "ağabeylik" pozisyonu, Libya'da istikrara katkı, Kafkaslarda barış sürecine destek, Ukrayna-Rusya arasında arabulucu olma (ateşkes, tahıl koridoru, esir takası anlaşmaları), Afrika'daki etkin duruş ve son olarak Somali-Etiyopya anlaşmazlığının çözümünde ev sahipliği başlıca öne çıkan faaliyetler arasındadır. Suriye'de de kalıcı istikrarı sağlayabilme çabaları bu kapsamda atılan adımlardan biridir. Diğer yandan İran, Rusya ve ABD gibi aktörlerin Suriye'deki varlığı, Türkiye'nin de dengeleyici bir rol oynamasını gerektirmiştir. Ayrıca ABD ve AB'nin bölgedeki politikaları, Türkiye'nin diplomatik manevra alanını genişletme faaliyetlerini artırmasını elzem kılmıştır. Haliyle Suriye'de birçok aktörün var olduğu çok karmaşık bir tablo bulunmaktadır, dolayısıyla çözümün sağlanması için ciddi bir zaman dilimine ihtiyaç vardır.
Son olarak Ankara'nın mülteciler ve muhalifler konusunda herhangi bir politika değişikliğine gitmediği Bakan Fidan tarafından dile getirilmiştir:
- Biz Suriye muhalifleriyle ilgili durduğumuz yeri değiştirmiyoruz.
- Mülteci kardeşlerimizle alakalı hiçbir zaman için hükümet politikamız değişmemiştir. Cumhurbaşkanımızın görüşü hala aynıdır, iradesi aynıdır. Gönüllü olmadığı sürece biz kimseyi buradan zorla gönderecek durumda değiliz.
Son olarak; Suriyeli muhaliflerin işbirliği ile çökertilen DEAŞ hücrelerini, kaçakçılık/organize suçların engellendiğini ve en önemlisi kontrol edilen bölgelerden mülteci geçişlerinin durdurulduğunu not etmekte yarar vardır.