Müslümanlara karşı yükselen aşırı sağ

Prof. Dr. Hamit Emrah Beriş/ Siyaset Bilimci
5.07.2024

Avrupa'da yaşayan Türkler, bugüne kadar maruz kaldıkları tüm ayrımcı politikalara rağmen kültürel kimliklerini ve dinî kodlarını korumayı başardı. Bundan sonra, oluşan bu baskıcı siyasî iklimde daha zorlu sınavlarla karşılaşacakları rahatlıkla öngörülebilir. Bu süreçte, Avrupalı Türklerin karşılaşılan tüm zorluklara rağmen siyasete daha çok katılmaları ve sosyal alanda daha aktif olmaları hayatî önem taşıyor. Batı dünyasında yaşayan Müslümanlar başta olmak üzere tüm azınlık gruplar yeni bir medeniyet krizi yaşanmasını önleyebilir.


Müslümanlara karşı yükselen aşırı sağ

Prof. Dr. Hamit Emrah Beriş/ Siyaset Bilimci

Avrupa Parlamentosu seçimlerinde aşırı sağ partilerin kazanması eski kıtanın siyasetinde yeni bir dalgaya neden oldu. Fransa Cumhurbaşkanı Macron kendi ülkesinde yapılan seçimlerde aşırı sağ partilerin zaferinin ardından parlamentoyu feshetti. Macron, bu şekilde kendi ittifakına tepkilerini gösteren vatandaşlarının gönlünü kazanmayı ve muhalif dalganın büyümesini önlemeyi amaçladı. Ancak ortaya çıkan tablodan bu taktiğin işe yaramadığı anlaşılıyor. Parlamentonun feshi kararın ardından yapılan erken genel seçimlerin ilk turunda, Marine Le Pen liderliğindeki Ulusal Birlik (RN) Partisi ve aynı çizgideki diğer partilerin ittifakı ilk sıraya yerleşti. Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron'un "Cumhuriyet İçin Hep Birlikte" ittifakı ve merkez sağdaki Cumhuriyetçiler Partisi ise ciddi anlamda oy kaybetti. Seçimlerin ikinci turunda da benzer bir tabloyla karşılaşılması hâlinde Macron, kendisine tamamen zıt bir siyasî çizgideki bir başbakan ve hükümetle çalışmak zorunda kalabilecek. Kohabitasyon adı verilen bu durumun Fransa'nın genel siyasetini ne ölçüde etkileyeceği tartışılır. Daha açık bir ifadeyle, Macron, radikal sağ partileri etkileyemeyecek, tam tersine onlar cumhurbaşkanının izlediği politikaların dönüşmesine etkide bulunabilecektir. Zira yabancı düşmanlığını merkeze alan aşırı sağ akımlar, Avrupa'da uzunca süredir siyasetin genel rotasını değiştiriyor.

Popülist siyasî dil

Söz konusu süreçteki en ilginç göstergelerden biri, Fransa seçimlerinde yüzde 67,5'luk oranla 1981 yılından sonraki en yüksek katılımın gerçekleşmesi. 2022'deki parlamento seçimlerinde katılım oranı ilk turda yüzde 47,5'ta kalmış, ikinci turda daha da düşmüştü. Aradan geçen iki yılda katılımın yirmi puan artması oldukça dikkat çekici. Kullanılan popülist siyasî dil kitlelerin sandığa gitmesinde etkili olmuş gibi görünüyor. Gerçekten de popülizmin cari siyaset üzerindeki en önemli etkilerinden biri, seçmenlerin ülke sorunları hakkındaki duyarlılıklarını artırması. Burada "sorun" ifadesinin altını çizmek gerekiyor. Popülist siyaset, kitleleri mobilize etmek için toplumun karşısına çıkan meseleleri, sorun hâline getirmekte mahir.

Fransa'da aşırı sağı yükselişinde Marine Le Pen'in babasından devralıp önce adını değiştirdiği Ulusal Birlik'in genel politikalarını ayrı bir yere taşımasının etkisi büyük. Partinin kurucu lideri Jean Marie Le Pen, Naziler tarafından yapılan Yahudi soykırımını reddeden bir yaklaşıma sahipti. Le Pen çizgisinde temel motif Yahudi karşıtlığı olarak beliriyordu. Buna karşılık, Marine Le Pen, Holokost inkarcılığından vazgeçti. Bunun yanında hem İsrail hem de Yahudiler partinin hedef oklarının dışında bırakıldı. Hatta Siyonizm ve İsrail yanlısı gösterilere Le Pen'in bizatihi kendisi de katıldı ve partisinin geleneksel çizgisinin asla İsrail karşıtı olmadığını iddia etti. Böylece Fransız aşırı sağı, diğer siyasî partilerle aynı hizaya geldi ve İsrail'e kendilerinin bir tehdit olmadığı mesajını çok açık şekilde verdi. Buna karşılık, İslâm'a ve Müslümanlara yönelik tepkinin dozu artırıldı. Le Pen, başörtüsünün Nazizm kadar tehlikeli olduğunu söyleyerek kamusal alanda yasaklanması gerektiğini savundu. Bunun yanında, Fransız aşırı sağı tarafından Müslümanların terörizmle özdeşleştirilmesine yönelik söylem de en yoğun şekilde kullanılıyor. Çoğu ülkeye sonradan gelen Müslümanlar ısrarla kriminalize ediliyor. Böylece özellikle göçmen çocuklarının sosyal açıdan dışlanmasının ve sistem dışına çıkarılmasının önü açılıyor. Nazizm, tüm yabancı kültürlere düşmanlık taşımakla birlikte büyük oranda Yahudi karşıtlığı üzerine oturmuştu. İdeolojik olarak Avrupa radikal sağına rengini anti siyonizm vermişti. Günümüzde ise İsrail başta olmak üzere tüm Musevi dünyasına karşı, Avrupa radikal sağının açtığı kredi, aslında Siyonizm Batı dünyası üzerinde kurduğu hegemonyanın da en belirgin göstergelerinden biri. Nazizmin güncel sürümü, sempatizanlarını diri tutmak ve yeni destekçi devşirmek için ihtiyaç duyduğu düşman kotasını Müslümanlarla dolduruyor. Üstelik bu düşmanlık, yalnızca Batı'ya geçen Müslüman göçmenlerle de sınırlı kalmıyor. En son İsrail'in saldırıları aracılığıyla Gazze'de yaşanan ve artık trajediyi bile aşan hadiselere duyarsızlığın gösterdiği gibi tüm İslam toplumlarına yayılıyor.

Ayrımcılığın kurumsallaşması

Radikal siyasetin göçmen karşıtlığını siyasetin merkezine yerleştirdiği biliniyor. Bu süreçte ilk olarak ülkenin göçmen politikasının dünyanın belirli yerlerinden gelen insanlar için sınırları kapatacak şekilde dönüşmesi isteniyor. Göçmenler açısından Fransa'nın cazibe merkezi olmaktan çıkması için yabancılara yönelik sosyal yardımların kesilmesi üzerinde duruluyor. Dahası sonradan vatandaşlık alan kişilerin diğerleriyle eşit haklara sahip olmaması gerektiği bile savunuluyor. Bu şekilde, ayrımcılığın kurumsallaştırılmasından çekinilmiyor. Suriye'de başlayan iç savaş, göçmen ve mülteci akını bakımından yalnızca Türkiye'yi etkilemedi. Başta Almanya olmak üzere çok sayıda Avrupa ülkesi de belirli düzeylerde sığınmacı kabul etti. İletişim ve ulaşım imkanlarının artmasıyla göçün eskisine göre çok daha kolay ve düşük maliyetli olduğu muhakkak. Bu nedenle, Afrika'dan Güney Doğu Asya'ya uzanan çok sayıda farklı coğrafyadan Batı'ya doğru bir akın var. Geçmişte işgücü ihtiyacı nedeniyle göçü teşvik eden Avrupa ülkeleri artık buna hiç sıcak bakmıyor. Pek çok sektörde istihdamın daralmasıyla birlikte yaşanan işsizlik sorununu göçmenlere bağlayan çok sayıda kişi bulunuyor. Aşırı sağ, ülkenin karşı karşıya olduğu pek çok sorunda faturayı ülkeye sonradan gelen yabancılara kesiyor.

Aynı siyasî yaklaşım Avrupa Birliği projesine de karşı. Özellikle genişleme sürecinden sonra AB'nin Fransa'nın lehine sonuçlar doğurmadığı yönünde bir yaklaşım hâkim. İngiltere'nin AB'den ayrılması aslında bu yöndeki tezleri güçlendirici bir nitelik taşıyor. Bu nedenle, Fransa'nın AB'den birtakım ekonomik ayrıcalıklar elde etmesi üzerinde duruluyor. AB'nin neredeyse hiçbir siyasî meselede ortak politika üretememesi, bir bütün olarak Birlik projesinin sarsılmasına neden olurken üye ülkelerin de ortak hareket etmek yerine kendi çıkarlarının peşinde koşmasını beraberinde getiriyor. Aşırı sağın bu durumdan gayet hoşnut olduğunu söylemek mümkün. Zira bu şekilde millî devlet modeli eski gücüne yeniden kavuşurken ortak bir çatı olarak kurgulanan AB yapısı giderek çöküyor. Ancak farklı ülkelerdeki aşırı sağ hareketlerin gittikçe daha fazla şekilde birlikte hareket etmeye başladıkları dikkat çekiyor. Geçmişte sol hareketler arasındaki bağlara benzeyen bazı iş birlikleri bu gruplar arasında da yayılıyor. Farklı temellerden hareket etseler de bu kesimleri birleştiren ortak payda, yabancı ve özellikle Müslüman karşıtlığı.

Aşırı sağ siyaset, dünyanın pek yerinde olduğu gibi Fransa'nın da siyasetini dönüştürüyor. Geçtiğimiz yılın sonunda sağ ve sol partilerin ittifakıyla kabul edilip Macron tarafından onaylanan göçmen karşıtı yasa, Le Pen ve müttefiklerinin siyasî talepleriyle doğrudan bağdaşıyor. Pek çok konuda Macron, aşırı sağının yükselişini gerekçe göstererek kendi politika alanını genişletiyor. Avrupa Birliği ile yapılan pazarlıklarda da ülke içinde yabancıların özgürlüklerini kısıtlayıcı düzenlemelerde aşırı sağ partilerin iktidar üzerinde yarattığı baskı işlevsel bir araç olarak kullanılıyor. Aynı durum, diğer devletler için de geçerli. Merkez ve sol partilerin sorunlara somut çözüm üretememeleri, halkı bir şekilde ikna etmeyi başaran aşırı sağın argümanlarını ödünç almaları sonucunu doğuruyor. Öyle ki geçmişteki eğilimlerinden ve ideolojilerinden bağımsız şekilde pek çok konu üzerinde farklı partiler söylem birliği içine giriyorlar. Radikal projelerden ödünç alınan söylem ve politika önerileri bir süre sonra hem merkez sağ hem de sol tarafından içselleştiriliyor. Doğal olarak bu durum da popülist liderlerin özgüvenlerinin yükselmesini ve kendi yaklaşımlarının adeta topluma dayatılmasını beraberinde getiriyor. Popülist aktörler, iktidarda olmasalar bile ülkelerinin siyasetine gerçekte kendilerinin yön verdiğini gururla söylüyorlar. Özellikle gençler olmak üzere farklı toplumsal grupların da her geçen gün daha fazla şekilde bu propagandanın etkisine girdikleri görülüyor. Böylece demokratik ve çok bileşenli siyaset üretme arayışlarının önünü kesen bir kısırdöngü oluşuyor.

Diasporaya düşen görev

Yaşanan sürecin en vahim yönü, özellikle Müslüman karşıtlığı üzerinden ilerleyen bu popülist dalganın şiddetinin azalmaması. Tam tersine popülist sağ hareketler, kendilerini giderek daha fazla şekilde siyasetin merkezine konumlandırıyorlar. Bu şartlar, önümüzdeki dönemde Batı dünyasında yaşayan Müslümanlar üzerindeki baskının artmasını beraberinde getirebilir. Avrupa'da yaşayan Türkler, bugüne kadar maruz kaldıkları tüm ayrımcı politikalara rağmen kültürel kimliklerini ve dinî kodlarını korumayı başardılar. Bundan sonra, oluşan bu baskıcı siyasî iklimde daha zorlu sınavlarla karşılaşacakları rahatlıkla öngörülebilir. Bu süreçte, Avrupalı Türklerin karşılaşılan tüm zorluklara rağmen siyasete daha çok katılmaları ve sosyal alanda daha aktif olmaları hayatî önem taşıyor. Batı dünyasında yaşayan Müslümanlar başta olmak üzere tüm azınlık gruplar yeni bir medeniyet krizi yaşanmasını önleyebilir. Bu grupların siyasette ve toplumsal alanda etkilerini artırmaları görmezden gelinmelerini zorlaştıracaktır. Ayrıca tüm siyasetçiler, attıkları her adımda bu örgütlü yapıların nefesini enselerinde hissedecekler. Bu durum, gittikçe aşırılığa savrulan Avrupa siyasetinin kendine çekidüzen vermesi için bir imkân olabilir. Aynı şekilde, Batı ile Batı dışı toplumlar arasında her geçen gün açılan mesafenin kapanması için de diasporalara büyük sorumluluk düşüyor. Aksi takdirde kimsenin yarar sağlamayacağı, tam tersine herkesin zarar göreceği çatışması bir siyasetin tüm dünyayı esir alması riski bulunuyor.

@heberis