Ebrehe, bir elçisini Kureyş'in reisi Abdülmuttalib'e yollayarak onlarla savaşmaya gelmediğini, yalnızca Kâbe'yi yıkmak istediğini, eğer engel olmaya kalkışmazlarsa kendilerine dokunmayacağını bildirir. Abdülmuttalib ise onun karargahına gelip sadece aldığı develerini geri ister. Ebrehe onun bu tavrını garipseyince Hz Peygamberin dedesi o tarihi cevabı verir: “Ben develerin sahibiyim, Kabe'nin sahibi vardır”.
Prof. Dr. Mazhar Bağlı/ Akademisyen, yazar
Büyük düşünür-sosyolog şehit Ali Şeriati'ye göre Müslümanların Tevhidi tam olarak kavramalarını ve tevhidî bir şuur sahibi olmalarını sağlayacak olan en evrensel ibadet Hacc'dır. Kişiye evreni kavramasını, insanlığı tanımasını, Rabbini bilmesini ve çevresini görmesini sağlayacak olan biricik ibadettir zira. Erkanlarına, farzlarına ve şartlarına uygun, huşu içinde yapılan Hacc farizası gözlerimizin üzerindeki tüm perdeleri kaldırır ve bizi, alemin tamamını görecek bir tahta oturtur. Bir başka ifade ile Kabe'yi tavaf kişinin evrende bir zerre olduğunu bizzat yaşayarak görmesidir. Attığı her adım onu İbrahim'in, İsmail'in ve Hacer'in soylu mücadelesine dahil eder. İbrahim ile muvahhit, İsmail ile kurban ve Hacer ile mütevekkil olur.
Sevgilinin evi
Teolojik ve teorik olarak insanlığın tevhit inancından sapmasını bütün zamanlar için artık sonlandıran o kutlu peygamberin, Hz. İbrahim'in hikayesine dahil olursunuz o diyarda. Alemlerin efendisi, Hz. Muhammed'in nurlu yoluna şahitlik edersiniz. Ki bundan dolayıdır ki Müslümanlar için Hacc, sadece bir ibadet ve tavaf edilen Kabe de sadece bir bina/mekan değildir.
Sevgilinin evidir. Evrenin nirengi noktasıdır. Dünyanın referans konumudur. Dünyaya nazil olan rahmet yağmuruna acaba hangi zamanda/anda ve hangi köşede/yerde şahit olurum diye durmadan döner dururuz o kutlu civarda, emin beldede. Hangi anda ve hangi mekanda onunla karşılaşacağımızı bilmeden koşup dururuz. "Çağrına uyduk ey Rabbimiz bize merhamet et" diye göğe yükselen nidalar ile hep birlikte bir ümmet oluruz o atmosferde.
Kabe'de hiçbir süslemeye, hiçbir mimari detaya yer yok. Hiçbir fazlalık yok. Sade ve yalnız. Ondan başka hiçbir şey yok. Hiç kimse yok orada. Dikkatinizi dağıtacak oradaki manevi rahmeti üzerine çekecek başka hiçbir varlık yok. Sen ve o varsın. Maddi ve manevi tüm perdelerin kalktığı, manen en üst mertebeye ulaştığın bir ortamdasın. Hiçbir şey dikkatini dağıtmaz.
Tüm kutsallıkları ihata eder
İnsanın sahip olduğu imanın, tarihinin, bilgisinin ve dahi geleceğinin tecelli ettiği bir mekan olarak Kabe, gelmiş geçmiş tüm kutsallıkları içine alır onları ihata eder. Onun varlığında taşa ve duvara bürünen kutsallık başka bir yere taşınamadığı için o tüm zamanların ve mekanların en kutsal yapısıdır, mekandan münezzeh olan Allah'ın tecelligâhıdır, evidir.
İslam dinini diğer tüm inançlardan ayıran en belirgin özelliği, kutsallığın ve maneviyatın, inancın ve değerin eşyalar arası transferinin asla mümkün olmadığının buyrulmuş olmasıdır. Kabe'nin kutsiyeti veya anlamı başka hiçbir yapıya veya mekana transfer edilemez. Daha doğrusu hiçbir mekanın anlamı bir başka mekana temsili olarak dahi izafe edilemez. Hz. Ömer'in, Hz. Adem'in cennet özlemini dindirsin diye Cennetten gönderildiği rivayet edilen Hacerül Esved'i bile öperken "Şayet Hz. Peygamberin seni öptüğünü görmeseydim ben de seni öpmezdim" dediğini biliyoruz. İslam, maneviyatı somutlaştırmaya veya buharlaştırmaya izin veren bir din değildir.
1980'lerde ve 1990'larda bütün dünya Müslümanlarının klasik tartışmalarından birisi de, ki bugün de aynı tartışma görece daha düşük bir dozda devam etmektedir, Kudüs'ün özgürlüğünden önce Kabe'nin özgürlüğünü tesis etme meselesiydi. Deniliyordu ki "bütün Müslümanların ortak kıblesi ve kutsalı, vatanı ve gönül coğrafyası olan Hicaz Bölgesi, Suud Krallığı'nın egemenliğindedir ve onların kendi pratik amaçları için gerçekleştirdikleri tüm icraatları doğrudan bütün Müslümanları etkiliyor". Dahası Suudi Arabistan, açıktan ve alenen Müslümanlara karşı özel bir düşmanlığı olan ABD'nin bir uydusu konumundadır ve bu kutsal belde bu ülke yöneticilerin işgalinden kurtarılmalıdır.
Mekke'deki anlamsız kaos
O kutsal belde gerektiği gibi korunmamakta ve imar edilmemektedir. Hacc, Batı dillerinde, Latincede gurbette olan yolcu anlamına gelen "pilgrimage" kelimesi ile ifade edilir. Ama ne yazık ki Mekke'de, Kabe'nin tavaf çizgisinin dışında hiçbir yerde yaya yolu mevcut değildir. Trafik tam anlamıyla bir kaos ve keşmekeş. Anadolu'da Hacca gidenler "Hz. Peygamberin nurlu yoluna yüzümü sürmeye gidiyorum" derler. Ama Suudi yönetimi efendimizden kalan hiçbir toprağı ve mekanı orijinal hali ile bırakmadı. Tamamını yıkıp yerine beton döktü, devasa oteller yaptı. Hz. Peygamberin ayağının değdiği toprak yok artık. Her yer beton her mekanın etrafı duvarlarla ve dikenli tellerle çevrili. Söz gelimi Hz. Muhammed'in (sav) Mekkelilere ilk tebliğ yaptığı zaman parmağı ile işaret ettiği ve "Şu dağın arkasında bir düşman ordusu var desem bana inanır mısınız?" dediği o "dağ" şimdi kralın keyif çattığı bir sarayın temelinde kalmıştır.
Alelade bir Müslüman olarak bütün bu konulara olan aşinalığım ta lise öğrencilik yıllarına dayanır. İslam dünyasının her bir coğrafyasını yüreğinin bir parçası olarak gören bir kuşaktık. Ama herkesin ortak derdi Mekke ve Kudüs'tü. Bu fikirlerle yoğrulmuş bir yargı ile ilk Kabe'yi tavaf ettiğimde sahip olduğum önyargılarımı kısmen paranteze aldığımı itiraf etmeliyim.
Bir Umre ziyaretinde Suudi Arabistan idaresinin Hacılara, Umrecilere ve Kabe'ye olan hizmetlerinden çok etkilendiğimi ve onların bu çabasının kanaatlerimi bir kez daha gözden geçirmeme neden olduğunu söylemeliyim. Günün her saatinde Kabe'nin çevresini, her köşesini ve bucağını büyük bir aşkla deterjanlı suyla yıkayan, oradaki ziyaretçilere inanılmaz nazik ve zarif davranan bir yönetimin bazı kusurlarının kendimce tolere edilebileceğini bile düşünmeye başladım.
Hatta onların Ehli Sünnet karşıtı bir eğilim olan Vahhabi olmalarının bile metafizik, ilahi bir dizayn olduğuna inanmak istedim. Aksi halde İslam'ın en kuşatıcı ibadeti olan Haccın ve müminlerin en kutsal mekanı olan Mekke ve Medine'nin kimi tutucu ve bağnaz çevrelerce hurafelerle kuşatılma riski bile vardır.
Suudi Arabistan yönetiminin siyasi ve diplomatik alanda İslam'a ve Müslümanlara karşı hiç de hoş ve sıcak olmayan siyaseti, izlediği politikaları, takındığı olumsuz tutum ve davranışlarının doğurabileceği tüm olumsuzlukları onların Kabe'ye ve misafirlerine gösterdikleri hürmet ve misafirperverlik sayesinde ayakta kaldığına inanmaya başladım ve bundan sonraki tüm gözlemlerimin de şahsen beni doğruladığını düşünüyordum. Oradaki mekanların tarihi yapısını ve işlevini gölgeleyen, hatta tehdit eden plansız yapılaşmalarını ve düzensizliklerini, o toprakların kutsiyetini buharlaştırmak isteyen o "bedevi" tavırlarını dahi hoş görebiliyor insan.
Bardağı taşıran son damla
Ancak Suudi Arabistan'ın yeni yönetimindeki Prens Salman, bugüne kadar yaptıkları tüm hizmetleri ve iyilikleri bitiren birçok iş yaptı ama en son gerçekleşen hadise hepsini geride bıraktı. Zaten Kabe'ye karşı olan hoyratlıklarını onu beton "inşaatların" gölgesinde bırakmakla göstermişlerdi. Bu son icraat bardağı taşıran son damla oldu.
Bilindiği gibi Suudi Arabistan, yeni yönetimdeki Prens Selman tarafından hayata geçirilen bir dizi reformla büyük bir değişimden geçiyor. Yaşanan değişimin en belirgin örneklerinden birisi de dünyaca ünlü şarkıcı Jennifer Lopez'ın müstehcen bir kostüm ile sahne aldığı tanıtım ve eğlence gecesinin bir kısmında sahne alan diğer dansçı ve şarkıcıların performanslarını Kabe'nin dijital görüntüsü önünde sergilemeleri oldu.
Suudi Arabistan devletinin ve hükümetinin kendileri için nasıl bir değişim ve dönüşüm belirlediklerine, nasıl bir gelecek vaadinde bulunduklarına ilişkin herhangi bir fikir beyan edecek değilim. Bu tamamen onların ve halkının vereceği bir karar. Her toplum kendi kaderini tayin etme hakkına sahiptir deniliyor zaten.
Ancak bana göre onların kaderini, özellikle Kabe ile ilgili verdikleri kararlar belirleyecektir.
"Rabbin fil sahiplerine neler etti, görmedin mi?"
Konuyla birebir örtüşen tarihi bir olayı hatırlatıp konuyu bağlamak isterim. Bilindiği gibi Habeş Krallığına bağlı olan Yemen Valisi Ebrehe, Arapların sıklıkla Kâbe'yi ziyaret için Mekke'ye gittiklerini görünce bu binaya alternatif olacak hatta ona göre "ondan daha hayırlı olacak" bir bina yapmaya karar verir. Rivayete göre San'a'da, şehrin orta yerinde, Bizans'tan getirtilen mermer ve mozaiklerle süslenmiş kare formunda büyük bir katedral inşa eder. İnşaatın tamamlanmasından sonra da çeşitli bölgelere propagandacılar göndererek mâbedi ziyaret etmeleri için halkı San'a'ya çağırır. Fakat bu kilisenin, Hz. İbrâhim'den beri kutsal saydıkları Kâbe'nin yerine geçirilmek istenmesini hazmedemeyen Kinâne kabilesine mensup birisi giderek bu kiliseye pisler. Bu saygısızlığa öfkelenen Ebrehe, Hıristiyanlığın yayılmasına Kâbe'nin engel teşkil ettiği sonucuna vararak onu yıkmaya karar verir. Büyük bir fil ordusu ile Mekke'ye doğru yola çıkar. Hikaye uzun ama özetlemek gerekirse Ebrehe'nin Kâbe'yi yıkma kararına karşı çıkanlar olduysa da kimse onu durduramaz ve ordusu ile Mekke'nin yakınlarına, Taif'e kadar gelir. Ebrehe, adamlarından birisini bir müfreze ile gönderip Mekke çevresinde otlayan develeri karargaha getirtir. Bu develer arasında Hz. Peygamber'in dedesi Abdülmuttalib'in de develeri vardır. Ebrehe, daha sonra bir elçisini Kureyş'in reisi Abdülmuttalib'e yollayarak onlarla savaşmaya gelmediğini ve yalnızca Kâbe'yi yıkmak istediğini, eğer engel olmaya kalkışmazlarsa kendilerine dokunmayacağını bildirir. Abdülmuttalib ise onun karargahına gelip sadece develerini istediğinde Ebrehe onun bu tavrını garipseyince Hz Peygamberin dedesi o tarihi cevabı verir, "Ben develerin sahibiyim Kabe'nin sahibi vardır".
Gerisi malumunuz; "Rabbin fil sahiplerine neler etti, görmedin mi? Onların kötü planlarını boşa çıkarmadı mı? Onların üstüne ebabil kuşları gönderdi. O kuşlar, onların üzerlerine pişkin tuğladan yapılmış taşlar atıyordu. Böylece Allah onları yenilip çiğnenmiş ekine çevirdi."
Kabe'nin varlığına ve kutsallığına kast edenlerin başına gelen "yenilip çiğnenmiş" ve daha sonra da ayaklar altına alınmış olmaktır. Bunu çok yakında göreceğimizden kuşkunuz olmasın...