İsrail, sadece F-35 konusundaki gelişmeden değil, Türkiye'nin elindeki Rus yapımı S-400 hava savunma sistemlerinin akıbetine ilişkin belirsizlikten de rahatsızdır. Ankara'nın S-400'leri Suriye içindeki güvenli bölgelere kaydırabileceğine dair endişeler, İsrail'in bölgedeki hava operasyonlarını doğrudan etkileyebilecek bir tehdit olarak algılanmaktadır. ABD tarafı ise F-35 sürecine dönüşün ön koşulu olarak S-400 sistemlerinin ya üçüncü bir ülkeye devrini ya da tamamen devre dışı bırakılmasını istemektedir. Ancak bu konuda net bir çözüm üretilememesi, Washington'daki İsrail ve Yunanistan lobilerinin Türkiye karşıtı pozisyonlarını güçlendirmektedir.
Prof. Dr. İsmail Şahin/ Uluslararası Kriz Araştırmaları (USKAM) Başkanı
Son dönemde Türkiye-ABD ilişkilerinin temel gündem başlıklarından birini, Amerika'nın Hasımlarıyla Yaptırımlar Yoluyla Mücadele Etme Yasası (CAATSA) çerçevesinde uygulanan yaptırımlar ile bu bağlamda ortaya çıkan F-35 projesi krizi oluşturmaktadır. Bilindiği üzere, Ankara'nın 2019 yılında Rusya'dan S-400 hava savunma sistemi satın alması, Türkiye'nin F-35 ortak üretim ve tedarik programından çıkarılmasına yol açmış; ardından 2020 yılında CAATSA kapsamında çeşitli yaptırımlar hayata geçirilmiştir. Türkiye'nin NATO üyesi olmasına karşın Rus yapımı bir savunma sistemini tercih etmesi, Washington tarafından İttifak'ın güvenlik mimarisi açısından ciddi bir tehdit olarak değerlendirilmiş ve bu durum, iki ülke ilişkilerinde yeni bir kırılmaya yol açmıştır.
Joe Biden'ın ardından yeniden başkanlık koltuğuna oturan Donald Trump ile birlikte, Türkiye-ABD ilişkilerinde F-35 meselesine dair diplomatik temaslar yeniden ivme kazanmıştır. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, mart ayında ABD Başkanı Donald Trump ile gerçekleştirdiği telefon görüşmesinde, Ankara'nın F-35 savaş uçağı satın alma talebinin yeniden değerlendirilmesini istemiştir. Bu görüşmenin ardından her iki taraf, krizin temel başlıkları olan CAATSA yaptırımları, F-35 programı ve S-400 hava savunma sistemleri konusunda çözüm arayışına yönelmiş ve müzakerelere başlamıştır. Bu kapsamda, Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, 25 Mart'ta Washington'da ABD Dışişleri Bakanı Marco Rubio ile kritik bir görüşme gerçekleştirmiştir. Türkiye, F-35 konsorsiyumunun ana ortaklarından biri olarak bazı kritik parçaların üretiminden sorumluydu. Ancak Ankara'nın programdan çıkarılmasıyla birlikte, Türkiye için üretilen altı F-35 savaş uçağının teslimatı gerçekleştirilemedi. Nitekim ABD, Türkiye'nin 40 uçaklık siparişi kapsamında üretimi tamamlanmış ve ödemesi yapılmış olan bu altı uçağı, 2019'dan bu yana depo koşullarında muhafaza etmektedir.
İlişkiler ve dengeler değişebilir
Türkiye F-35 programına yeniden kabul edilirse, halihazırda kendisi için üretilmiş ve ödemesi yapılmış olan altı adet uçağın mülkiyetini derhal devralabilir. Bu gelişme, yalnızca Türkiye'nin hava gücünü niteliksel olarak ileri bir seviyeye taşıma potansiyeli taşımakla kalmayacak, aynı zamanda iki ülke arasındaki stratejik ortaklık ilişkilerinde son yıllarda yaşanan güven bunalımının aşılması yönünde önemli bir adım olacaktır. Türkiye'nin F-35 platformuna tekrar entegre edilmesi, NATO'nun doğu kanadındaki savunma kapasitesini de güçlendirecek; Ege, Doğu Akdeniz ve Orta Doğu'daki caydırıcılık dengesinde Ankara lehine önemli bir katkı sağlayacaktır. Bu bağlamda F-35 meselesi, sadece bir savunma sanayi projesi değil, aynı zamanda Türkiye-ABD ilişkilerinin geleceği açısından da belirleyici bir test niteliği taşımaktadır.
Türkiye'nin F-35 programına yeniden dahil olması, Doğu Akdeniz'deki güç dengesi açısından stratejik bir anlam taşımaktadır. Bölgedeki iki önemli NATO müttefiki olan Türkiye ve Yunanistan arasında hava kuvvetleri dengesine yönelik rekabet giderek artmaktadır. ABD'nin önde gelen savunma sanayi şirketi Lockheed Martin tarafından üretilen beşinci nesil savaş uçağı F-35'lerin, Yunan Hava Kuvvetleri'ne 2028 itibarıyla teslim edilmesi planlanmaktadır. Türkiye'nin mevcut F-16 filosu ise yaşlanmakta ve modern hava muharebe ihtiyaçlarını karşılamakta giderek yetersiz kalmaktadır. Bu durum, Türkiye'nin hava üstünlüğü kapasitesini zayıflatma riski taşımakta ve uzun vadede deniz-hava entegrasyonuna dayalı caydırıcılık stratejisini sekteye uğratmaktadır. Dolayısıyla Türkiye'nin F-35 programına yeniden katılması teknik ve askeri gerekliliklerin yanı sıra jeopolitik bir ihtiyaç olarak da değerlendirilmektedir.
Öte yandan, Türkiye'nin F-35 programına dönüşü ve CAATSA yaptırımlarının gevşetilmesi olasılığı, Yunanistan'da ciddi kaygılara yol açmıştır. Özellikle son aylarda, Yunan hükümeti ve diplomatik çevreler, Washington'daki etkili Rum ve Yunan lobileri aracılığıyla Türkiye karşıtı girişimlerini yoğunlaştırmış, ABD Kongresi nezdinde bu yönde baskı oluşturmuştur. Yunanistan medyasında da bu gelişmeler geniş yankı uyandırmış; CAATSA yaptırımlarının kaldırılması, Türkiye'ye F-35 teslimatının yeniden gündeme gelmesi ve Türk-Amerikan ilişkilerindeki yumuşama olasılığı, "bölgesel dengeyi tehdit eden gelişmeler" şeklinde yorumlanmıştır. Birçok Yunan gazetesi ve yorumcusu, ABD yönetiminin Ankara'ya bu yönde taviz vermesinin, Yunanistan'ın güvenliği açısından "stratejik bir hata" olacağını savunmuştur. Bu bağlamda, Yunanistan tarafı hem ABD içinde hem de Avrupa başkentlerinde Türkiye'nin F-35 sürecine dönüşünü engellemek amacıyla aktif diplomasi yürütmeye devam etmektedir.
Suriye faktörü
Öte yandan, Türkiye'nin F-35 programına dönüşü ve CAATSA yaptırımlarının kaldırılma olasılığı, yalnızca Yunanistan'da değil İsrail'de de ciddi kaygılar uyandırmaktadır. İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, özellikle Ankara'nın Suriye'de artan nüfuzuna ilişkin endişelerini dile getirerek, Türkiye'ye F-35 savaş uçaklarının satılmaması için ABD nezdinde yoğun diplomatik baskı yapmaktadır. Netanyahu'nun bu çabaları, İsrail'in bölgede sürdürmeyi hedeflediği niteliksel askeri üstünlükle doğrudan ilişkilidir. "Niteliksel askeri üstünlük" kavramı, İsrail'in kendisini çevreleyen ülkelerden sayıca daha küçük ordulara sahip olmasına rağmen, gelişmiş teknoloji, istihbarat, hava gücü ve silah sistemleri açısından mutlak üstünlük kurarak caydırıcılık sağlamasını ifade eder. Bu nedenle, Türkiye gibi büyük bir NATO üyesinin yeniden F-35 filosuna sahip olması, İsrail'in hava sahasındaki teknik ve taktik avantajını sorgulatabilecek bir gelişme olarak yorumlanmaktadır.
Ayrıca İsrail, Türkiye'nin elindeki Rus yapımı S-400 hava savunma sistemlerinin akıbetine ilişkin belirsizlikten de rahatsızdır. Ankara'nın S-400'leri Suriye içindeki güvenli bölgelere kaydırabileceğine dair endişeler, İsrail'in bölgedeki hava operasyonlarını doğrudan etkileyebilecek bir tehdit olarak algılanmaktadır. ABD tarafı ise F-35 sürecine dönüşün ön koşulu olarak S-400 sistemlerinin ya üçüncü bir ülkeye devrini ya da tamamen devre dışı bırakılmasını istemektedir. Ancak bu konuda net bir çözüm üretilememesi, Washington'daki İsrail ve Yunanistan lobilerinin Türkiye karşıtı pozisyonlarını güçlendirmektedir. Görüldüğü üzere Türkiye'nin F-35 programına yeniden katılımı, yalnızca Türkiye-ABD ilişkileri açısından değil, aynı zamanda bölgesel rekabet dinamikleri ve uluslararası diplomasi bakımından da çok aktörlü bir mücadeleye dönüşmüş durumdadır.
Türkiye'nin F-35 programına yeniden katılımı, sadece ABD-Türkiye ilişkilerini değil, Doğu Akdeniz, Suriye, Ege Denizi ve Kıbrıs'taki stratejik denklemleri de doğrudan etkileyen bir mesele haline gelmiştir. Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Dışişleri Bakanı Hakan Fidan'ın diplomatik girişimleri, Türkiye'nin bölgesel güç dengesindeki rolünü pekiştirmeyi amaçlamakta, ancak bu süreç aynı zamanda çeşitli uluslararası aktörlerin müdahalelerine de zemin hazırlamaktadır. Özellikle Yunanistan ve İsrail gibi ülkeler, bu stratejik kararın şekillenmesinde büyük rol oynamakta ve Türkiye'nin hava kuvvetleri kapasitesini güçlendirme çabalarını engellemeye çalışmaktadır.
Türkiye'nin bölgesel rolünü sınırlandırma
Yunanistan ve İsrail, Türkiye'nin F-35 programına geri dönmesini engelleme çabasında çeşitli stratejik kaygılarla hareket etmektedir. İsrail, Suriye'deki gelişmeler karşısında Türkiye'nin artan etkinliğini ve hava gücünün modernleşmesini kendi bölgesel üstünlüğü açısından bir tehdit olarak görmektedir. Ayrıca Türkiye'nin Filistin yanlısı dış politikası, özellikle Gazze konusunda izlediği sert söylem ve diplomatik tutum, Tel Aviv yönetiminde Ankara'ya karşı güvensizlik oluşturmaktadır. Bu nedenle, F-35 gibi ileri teknolojiye sahip savaş uçaklarının Türk Hava Kuvvetleri envanterine katılması durumunda, İsrail'in Doğu Akdeniz'deki niteliksel askeri üstünlüğünün zedelenmesinden endişe duyulmaktadır.
Yunanistan ise Ege ve Doğu Akdeniz'de, özellikle hava sahası, kıta sahanlığı ve adaların silahlandırılması gibi konularda hakkaniyeti aşan taleplerde bulunmakta ve bu talepleri uluslararası platformlarda meşrulaştırma çabası gütmektedir. Türkiye'nin hava gücünü artırması, bu taleplerin karşısında daha güçlü bir pozisyon almasını sağlayacak bir gelişme olarak değerlendirildiğinden, Atina yönetimi ABD ve AB nezdinde Türkiye aleyhine aktif lobi faaliyetlerini sürdürmektedir. Dolayısıyla her iki ülkenin bu süreçteki tutumu, yalnızca kendi güvenlik öncelikleriyle değil, aynı zamanda Türkiye'nin bölgesel rolünü sınırlandırma arzularıyla da doğrudan bağlantılıdır.