İfşa yarışı sizde ne hissettiriyor?

Dr. Hülya Bulut/ Yazar
20.06.2024

Sosyal medyada çok zaman harcayan kullanıcıların büyük bir çoğunluğu kendilerini ne mutlu, ne tatminkar, ne de arınmış hissediyor. Bilakis bu kitle, yaptıkları sanal ziyaretlerin öncesinde ve sonrasında dünyayı da, kendi gerçekliklerini de aynı şekilde algılamıyor. Ayrıca, bu kitle yoğun bir şekilde yetersizlik ve değersizlik duygularına da maruz kalıyor.


İfşa yarışı sizde ne hissettiriyor?

Dr. Hülya Bulut/ Yazar

Özellikle sosyal medya kullanımının artmasıyla, insanlar kendilerini ifşa etmekte adeta birbirleriyle yarış halinde. Öyle ki, daha fazla beğeni (like) adına; gidilen mekanlar, sofradaki yiyecek ve içecekler, kılık kıyafetler... derken, sosyal statüye, dini değerlere, siyasi kimliklere, aileye, çalışma hayatına ve diğer tüm beşeri ilişkilere dair bireysel, toplumsal ve politik kodlar mahremiyetini ne yazık ki büyük ölçüde yitirmiş durumda.

YENİ ESARET

Birilerinin 'özgürlük' dediği şey, aslında pratikte mahremiyetin yitirilmesi olarak karşımıza çıkarken, sinsice bilinçaltı/bilinçdışı ile oynanan, özne yerine nesne statüsüne indirgenen ve sosyal medya pazarlarında metalaştırılan insan, onuru, haysiyeti ve inancından taviz vererek adeta 'modernizme kurban' ediliyor! Büyük bir hızla normalleştirilen ve sadece kendi kârını maksimize etmeyi amaçlayan bu akım, aslında doğal olarak da sadece kendisine özgürlükçü ne yazık ki.

Dolayısıyla psikolojik bakımdan narsist bireylere, sosyolojik bakımdan şiddete meyilli toplumlara, politik bakımdan da faşist yönetim şekillerine kucak açan bu eğilim, adeta hepimizi esir alan bir kuşatılmışlığın bazen sebebi, bazen de sonucu olarak karşımıza çıkıyor. Mesela, 'following (takip ettikleriniz) ve 'follower (sizi takip edenler)' olarak sosyal medyada çok zaman harcamak ve bu mecralarda paylaşılan pek çok dayatmaya ve mesaja ister istemez maruz kalmak insanları nasıl etkiliyor dersiniz? Veya şöyle sorayım; sosyal medyada fazla vakit geçiren insanlar kendilerini nasıl hissediyor: Mutlu? Tatminkar? Arınmış?...

DEĞERSİZLEŞTİRME

Yapılan araştırmaların sonuçlarına bakılırsa; sosyal medyada çok zaman harcayan kullanıcıların (following/follower) büyük bir çoğunluğu kendilerini ne mutlu, ne tatminkar, ne de arınmış hissediyor. Bilakis bu kitle, yaptıkları sanal ziyaretlerin öncesinde ve sonrasında dünyayı da, kendi gerçekliklerini de aynı şekilde algılamıyor. Ayrıca, bu kitle yoğun bir şekilde yetersizlik ve değersizlik duygularına da maruz kalıyor. Üstelik bu negatif güdüleme, çoğunlukla birbirini hiç tanımayan sosyal medya kullanıcıları arasında kendi doğrusundan başka doğru tanımayan, sesine kulak tıkadığı başkasını ötekileştirdiği için empati kuramayan narsist bireyler aracılığıyla linç kültürüne evrilen toplumlara ve bu tarz baskı ve sindirmelerin giderek normalize edildiği faşizan sistemlere dönüşüyor. (Bu diyalektiğe, bu sürekli değişim ve dönüşüme böcek metaforunun babası Kafka'nın bile ağzı açık kalırdı sanırım!)

Sosyal medyadaki bu akışın, bu değişim ve dönüşümün hızından olsa gerek, nelere maruz bırakıldığımızı da çoğu zaman düşünecek ve değerlendirecek vaktimiz olmuyor ne yazık ki. Zaten amaçlanan tam da bu duruma düşmemiz değil mi? Görsellik bizi etkisi altına alırken, daha o görseldeki nesne ile bizim yaşam pratiğimiz ve yaşam algımız arasında herhangi bir bağ var mı? Bu gördüğümüz şey hakikat mi? gibi sorgulamaları yapmadan kendimizi bir girdabın içinde bulmamız da kaçınılmaz oluyor bu durumda. İşte, sosyal medyanın bu tarz negatif dışsallıkları, psikolojik ve sosyal kodlarda bozulma, politik muhafazakar kimlikte aşınma kadar, tüketimde artış ve temel gerçeklerin altüst edilmesi gibi durumları da beraberinde getirebiliyor.

ABD TERÖRÜ

Mesela, yapılan araştırmalara göre Z kuşağı, Y kuşağına göre ortalama 5 yıl daha erkenden lüks tüketim ürünlerini kullanmaya başlıyor. Yani, Z kuşağı sorumlu, yetişkin vatandaşlık bilincine adım atmadan, tüketim zombiliğine doğru evrilmiş desek çok da yanlış olmaz. Hepimize geçmiş olsun! Diğer bir örnek de sosyal medya aracılığıyla iletişimin gücü ve çarpıtıldığı zaman ortaya çıkan vahim durumu gayet net bir şekilde gözler önüne seriyor: 1980 sonrasında Çin'in bombaladığı veya işgal ettiği ülke sayısı, evet yanlış okumayacaksınız; sıfır! Oysa aynı dönemde ABD'nin bombaladığı veya işgal ettiği ülkeler; İran, Lübnan, Grenada, Libya, Panama, Irak, Somali, Sudan, Afganistan, Yugoslavya, Yemen, Pakistan, Suriye, Nijer, şimdilerde Filistin... ve liste böyle uzayıp gidiyor. Bu iki gerçek duruma rağmen, hem ana akım medyada, hem de sosyal medyada 'çarpıtılmış içeriklere' bağlı olarak dünya barışının karşısındaki temel tehdit ABD değil, Çin olarak görülüyor nedense!

Şimdi hal böyle iken, bu sanal ortamların demokrasiye sunmayı vaad ettiği katkıların ne derece etkili olduğu da tartışılır elbette. Demokrasi toplumların bedel ödeyerek uzun bir süreçte elde ettiği bir kazanım ise, sosyal medyadaki aşırı hız ve bu hızın girdabında akıp giden dezenformasyonun gözü kapalı kabul edilmesinin nelere yol açabileceği görmezden gelinirse, öncelikle düşüncenin iletişim gücü ve rasyonelliği zarar görmüş olur. Ötekileştirme, kişinin kendi kendine propagandasına dönüşür. Bu kendi kendini sevici öz propaganda da insana pusulasını şaşırtır. Oysaki Habermasçı anlamda başkasının mevcudiyeti, iletişimsel eylem için olmazsa olmaz temel kurucu şarttır.

ALGI ÇAĞI

Hannah Arendth'e göre ise politik düşünme: 'O sırada orada mevcut olmayan başkalarının bakış açılarını kafamda canlandırıyor olmam anlamında temsilidir. Kendi görüşünün oluşumunda başkasının mevcudiyeti olan temsil, söylemsek bir pratik olarak demokrasinin kurucu unsurudur. Belli bir meseleye farklı bakış açılarından bakarak, o sırada orada hazır bulunmayan kimselerin bakış açılarını kafamda canlandırarak bir görüş oluştururum; yani onları temsil ederim. Demokratik söylem için zorunlu olan hayal gücü, fiiliyatta ben olmadan ama kimliğimi/ tamlığımı da yitirmeden var olmayı ve düşünmeyi ve başka insanların bakış açılarını göz önünde bulundurarak görüşümü oluşturmamı sağlar. Görüşlerin oluşumuna yol açan şey gerçekten söylemsel olabildiği ölçüde başkasının konumunu gözlerinin önüne getirmek olarak refleksiyondur. Başkasının mevcudiyeti olmadan benim görüşüm söylemsel ya da temsili değil, aksine otistik (öz referanslı) , doktriner ve dogmatiktir.'

HAKİKAT ASİLDİR

Öyle ki, günümüzde maalesef temsilin gerçeğe, kopyanın aslına, tasvirin nesneye ve dış görünüşün öze tercih edilmiş olduğu dikkate alınacak olursa, sosyal medyadaki haber, bilgi, yorum vb. her türlü paylaşımın, başka kaynaklardan araştırılmadan ve mantıksal tutarlılığı sorgulanmadan doğru olarak kabul edilmesi, özgürlükleri kısıtlayan ve demokratik ortamı yıkan nitelikte bir kontrol ve baskı sistemine yol açabilir. Çünkü, hızla akıp giden görüntüler, metinlerden daha dikkat çekici ve bulaşıcı bir şekilde yayılma özelliğine sahiptir. Bu bakımdan kişinin öncelikle beş duyu oranına hitap ettiği için ön planda tutulan ve maalesef öze tercih edilen görsellik, rasyonelliği de karmaşık hale getirebilir. Oysaki hakikatin kendine has bir duruşu, ağırlığı ve temkinliliği vardır. Unutmayalım ki, hakikat her zaman asildir!

[email protected]