Hür Dâva Partisi (HÜDAPAR) Mersin m.vekili, Faruk Dinç, Meclis'te evvelki gün yaptığı konuşmada, 'Kemalizm bir zehirdir ve biz bu zehri yutmayacağız..' demiş.
Her bir m.vekili, 'ilk kez Meclis kürsüsünde dile getirilmesi' şartıyla, o sözlerini, görüşlerini daha sonra başka yerlerde de, o sınırlar içinde kalarak tekrarlayabilir ve bu, suçlama konusu olamaz.
Buna rağmen, Meclis'te, 'DEM Partililer hariç, diğer bütün partiler, bu sözleri 'M. Kemal'in şahsına yönelik bir saldırı' olarak değerlendirip tepinmişler, protesto etmişler.
'Kemalizm', 'Kemal' adında herhangi bir kişinin ismi etrafında, 'Kemalcilik' diye oluşturulabilecek bir cereyan da olabilirdi. Ama, bu 'terim' TC.'de M. Kemal'e nispet edilerek geliştirilmiş bir 'ideolojik cereyan'ın ismidir.
Bu isimlendirmenin, bizzat M. Kemal tarafından da 1935'lerde benimsendiği anlaşılıyor. Öyle de olsa, bir kişi adına tesis edilen ve bu zamana kadar birbirine aykırı değişik tarifleri yapılmış olan bir ideolojik cereyana yapılan eleştiriler, o kişinin şahsına yönelik bir saldırı ve hakaret sayılabilir mi? Ki, bir siyasî kişinin sadece ölümü üzerinden bile 87 sene geçmişken ve de onun şahsiyetinin kanun yoluyla korunmaya çalışılması, dünyada hiç bir diktatörlükte de kalmamışken..
Beğensek de, beğenmesek de, geçmiş tarihimizde yer alanları anlamaya, değerlendirmeye mecburuz, sağlıklı yarınlar kurabilmek için.. Ama, böyle yasaklarla mı?
*
İddia olunur ki, Karl Marx'ın ünlü eseri 'Das Kapital' ve 'Marksizm' üzerine Viyana'da, 1870'lerde 2-3 gün süren bir toplantı yapılır. Toplantıya birçok sosyal araştırmacılar katılmıştır, müzakere ve tartışmalar yapılmıştır. Sonunda, gür sakallı bir kişi söz ister ve, 'Dostlar, bu sempozyumu ben de dikkatle dinledim. Bu anlatılanlara göre, 'Ben marksist değilim' der. Ve sonra kendi kimliğini açıklar: 'Adım, Karl Marx!'
*
M. Kemal de, fırsatını bulsa, Karl Marx gibi bir laf edebilir miydi?
M. Kemal, 1930'larda, (o zaman, Paris'te sefir/elçi olan) çocukluk arkadaşı 'Fethi (Okyar) Bey'e gönderdiği mektubunda, 'Bugünkü manzaramız 'diktatörlük' manzarasıdır' diye yazar ve bu mektup metni, gazetelere de verilir ve kendisinin lideri olduğu Cumhuriyet Halk Fırkası'na muhalefet edecek bir başka partinin daha kurulması gerektiğini söyler ve 'Bu fırkayı sen kur!' der. O da gelir ve (kısaca Serbest Fırka diye anılacak olan) Serbest Cumhuriyet Fırkası'nı kurar ve halk kitleleri bunu gerçek zanneder.
Fethi Bey de, Ankara'dan İzmir'e doğru bir geziye çıkar ve gittiği her yerde, yoksul kitlelerinin, 'Kurtar bizi..' feryatlarıyla karşılaşır ve İzmir'de ise tezahürat tamamen kontrolden çıkıp, M. Kemal ve İsmet Paşa'ların resmî veya hususî her yerdeki fotoğrafları sokaklarda yakılır; çıkan karışıklarda 15 kadar kişi hayatını kaybeder ve Serbest Fırka, kuruluşunun 99. gününde M. Kemal tarafından kapatılır.
*
'Kemalizm', Müslüman halkın özellikle de Müslümanlığıyla ilgili yaklaşımlarından uzaklaştırılması için, hele de askerî darbeler döneminde daha bir putlaştırılan bir ideolojik cereyan ve adına tesis edildiği kişi için 'ideolojik bir sopa' olarak kullanılmıştı. Ama, 'kemalizm', gerçekten de 'M. Kemâl'in kendisi' mi demektir? Bir kişi hakkında hür olarak tartışma yapılamaması için, 1951'de çıkarılmış olan 'koruma kanunu'nun hâlâ da yürürlükte kalması, devreye her an, yine bir kanunî sopa olarak sokulabilmesi içindir. Ki, Sultan 1. Abdülmecid'e, Galata Köprüsü'nden Saray faytonuyla geçerken, 'Gâvur Padişah' diye bağırılması, ya da, Yıldız Sarayı'ndaki 2. Abdulhamid'e, 'Yıldız'daki baykuş..' diye yakıştırmaların, hem de M. Akif gibi etkili isimlerin şiirlerinde yapılmasına rağmen, o 'sultan'lar hakkında böyle bir 'koruma kanunu' yoktu.
*
Mersin M.vekili Faruk Dinç Bey'in Meclis'teki konuşması, DEM Partililer hariç, diğerlerince ve şiddetle protesto edilmiş; başta muhalefetin en büyük partisi olmak üzere.. Halbuki, 'kemalizm' bağlılığını kimseye bırakmayan bu parti, DEM Partili bir m.vekili'nin, daha bir kaç ay önce, 'M. Kemal'in itleri..' demesine itiraz etmeyip, muhalefeti güçlendirmek adına çabalarını sürdürüyordu.
Daha ilginç olan şu ki, Meclis'in o günkü oturumunu yöneten Başkan Vekili C. Adan'ın, 'devlet kurmakla rejim değişikliği yapmak arasındaki farkı bile göremeyip, M. Kemal'in, Devletin kendisine verdiği rütbe ve maaşlar başta olmak üzere devlete ait bütün imkân, mekân ve kadroları veren Saltanat rejimini 1 Kasım 1922'de kaldırdığını ve 1 yıl sonra, 29 Ekim 1923'de, halkın ekseriyetinin iradesi adına kurulan yönetim şekillerine verilen 'Cumhuriyet' adında ve amma, halkımızın iradesiyle hiç olmayan, 1923-1950 arasında 27 yıllık bir diktatörlüğün kurulduğunu fark edemeyip, M. Kemal'i 'devlet kurucusu' olarak nitelemesi ve 'M. Kemal'e zarar verecek bir kimsenin henüz anasından doğmadığı' gibi laflar etmesi ilginçti..
*
HÜDAPAR Mersin M.vekili Faruk Dinç, TBMM'de yapılan itiraz ve suçlamalarla ilgili olarak yaptığı açıklamasında, şu ifadelere yer veriyordu,-özetle-:
'Bizi kardeş kılan İslam'dır' dediğimiz için birileri hopluyor- zıplıyor. (...) Biz biliyoruz sizin düşmanlığınız İslam'adır. Derdiniz İslam'ladır. Kürt Meselesinin sebebi Kemalizm'dir. Çözümü de İslam'dadır. Siz bize çözümün zehri olan Kemalizmi öneriyorsunuz, bize bu zehri yutturmaya çalışıyorsunuz. Kemalizm zehirdir. Biz bu zehri yutmayacağız. İlacımız olan aziz İslam'da kardeş olacağız. Ve hep birlikte Türk'üyle Kürd'üyle Zaza'sıyla bu ülkede yaşayacağız."
Bu sözlere, Arnavut, Çerkez, Boşnak, Arap, Laz, Gürcü.. vs daha nice milyonlarca kavmî unsurları da ekleseydi.. Çünkü, bütün bu farklılıkları bu topraklarda birlikte tutan asıl harç, sadece İslâm'dır.
*
(Başkan Erdoğan'ın TÜSİAD patronlarına verdiği destansı cevabına ve Amerikan Başkanı Trump'ın ise, Ukrayna'yı, hatta dünyayı Putin'le paylaşma çabalarına ise, bir sonraki yazıda değinmek ümidiyle, inşaallah..)
*