Sekülarizm, sekülerliğin ideoloji, dogma ve inanç olarak varoluşudur. Kilise ve devletin kanlı bıçaklı savaşından esinlenir. Bu kanlı tarihin çocuğudur. Bundan dolayı serttir, dışlayıcıdır, din karşıtıdır. Kilisenin mallarına el konur, kiliselerin kimisi kapatılır, binlerce papaz boğazlanır, kimisi yurtdışına kaçar. Fransa'da daha 70'lerin sonlarında devlete sadakat yemini yapmadı diye binlerce papaz yurtdışına gitmek zorunda kalıyor. Sekülarizm, bilim ve kültürde de dini kovmak ister. Dine karşı, kendisini din olarak ortaya koyar hatta.
Sekülarizm, kara Avrupa'sının baskıcı ve skolastik kilise düzenine meydan okuyarak ortaya çıktı. Kilisenin engizisyon düzenine başkaldırının sonucunda doğan bir ideoloji. Papalığın devletlere kral atadıkları otoritesine kızgınlığın ürünü. Halka cennetten arsalar satan Katoliklik değerlerine karşı inancını kaybeden bilincin doğuşu.
Sekülarizm, sadece devlet ve kiliseyi ayırmadı, dinin toplum ve kültür hayatındaki etkisini azaltmakla yetinmedi. Aynı zaman da kendisini dogmatik ilkelere anlayışlar olarak sundu. Türkçe'de buna laikçilik deriz. Tek parti CHP rejimi bunu uyguladı. Olmayan kiliseye karşı Don Kişot gibi kavgaya girişti. Yukarıdan emirlerle ve en sert yöntemlerle sekülarizm uygulandı. Din ve gelenek yerine kendisini koymaya yöneldi. Ancak bir ethos ortaya koyamadı. Toplumsal ahlak inşa edemedi.
1945'lerden itibaren devlet sekülarizm projesinden vazgeçti. Seküler açılımlara yöneldi. Laikçilik bırakıldı, ama laiklik devam etti. Dinle yakınlaşma, barışma ve temsil imkanları verildi. 12 Eylül sonrası şartlar ve Özal döneminde bu din derslerinin zorunluluğu, medyadaki dini kesimlerin önünün açılması, orta sınıfla gelen dini sosyolojik dalganın yükselişi serbest bırakıldı. 28 Şubat, bunu durdurmaya yönelen ve sekülarizmi yeniden tahkim etmeye çalışan bir girişimdi. Bu nedenle dini faaliyetler, partiler, İslamcılar ve cemaatlere yönelik kuşatmalara gidildi.
2002 yılında AK Parti iktidara geldi ve yeniden sekülarizmden çıkışın önemli adımları atıldı. Başörtüsü bütün kamu kurumlarında serbest hale geldi, İHL eski statülerine kavuştu, orta sınıf sermayenin önü açıldı, dini görünüm devlet merkezinde daha fazla seferber oldu. Sert laiklik, yani sekülarizm ciddi güç kaybına uğradı.
Şimdi yeni bir süreç başlıyor. Sekülarizm yerine yumuşak sekülerlik adını verdiğim süreç. Türkiye'de yeni bir olgu olarak bu sekülerlik eğilimi de Özal zamanında doğdu. Toplumda sivil düzeyde, gündelik yaşam ilişkilerinde gelişti. Zenginleşme, şehirleşme ve liberal politikalarla tanışma sonucunda güçleniyor. Son yıllarda daha da belirgin hale geliyor.
Yumuşak sekülerlik, gündelik yaşam alanında ortaya çıkıyor. Gençler arasında taraf buluyor. Popüler kültür eşliğinde hayatiyet kazanıyor. Düğünler, eğlenceler, giyimler ve modada yansıyor. Tatil alışkanlıkları ve alış veriş ilişkilerinde yaşanıyor. Modern kutlamalarla uzlaşmalarda görülüyor.
Mesela 14 Sevgililer Gününde başörtülü kızlar ve kadınlar muhafazakar Üsküdar meydanında ve metroda ellerinde kırmızı renkli ve kalp şeklindeki kocaman balonları taşıdılar. Hem Müslümanlık hem de sekülerlik beraber veya yan yana yürüdü. Doğum günü kutlaması, dinin ve geleneğin kutsallık taşıyan kutlamalarıyla hiçbir ilişkisi yok. Ama hızlı bir şekilde önce çocuklar, sonra gençler ve şimdi de yetişkinler kutluyor.
Yumuşak sekülerlik dinle seküler olanı yan yana tutuyor. İnsanlar doğum günü kutluyor diye ya da sevgililer günü kutlayan başörtülü kadınlar namazlarına, oruçlarına, başörtülerini taşımaya devam ediyorlar. Acaba seküler kimi alışkanlıkları kendi dünyalarına eklemleyerek onları yabancılıktan çıkarıyorlar mı? Ya da aşama aşama sekülerleşme ile zamanla dinin etkisi daha da azalacak mı? Fakat net olan bir şey var. Gidişat ne sekülaristlerin, yani laikçilerin beklediği gibi ne de dindarların. Bir süreci ve oluşu yaşıyoruz. Bakalım nereye gidecek!