23 Şubat 1965. Köln'deki Türkiyeli işçiler bayram zamanı için yer arıyorlar. Müslümanlar arasında kendiliğinden doğan bir arayış. Sonuçta Köln'ün en büyük kilisesi olan Dom Katedrali için papaza başvuruyorlar. Orada bayram namazı kılmak için yer tahsisinde bulunurlar. Papaz taaccüple karşılar, ilk defa böyle bir taleple karşılaşmıştır.
Türkler, izin alır. Katedralin bir bölümü onlara tahsis edilir. İşçiler, el ilanları dağıtarak Müslümanları burada bayram namazı kılmaya çağırır. Kilisenin tahsis edilen kısımdaki ikonların üstünü gazete ve çarşaflarla örterler. Bayram günü, 700 kişiden fazla bir cemaatle ilk defa Köln'de ramazan bayramı namazını eda ederler. Ezan okunur. Daha önce haçlı seferleri için yola çıkmak için çanların çalındığı bu mabette, bu defa ezan okunmuştur.
Müslümanlar, namaz sonrasında kendi aralarında topladıkları paraları katedral yönetimine bırakırlar. Yıllar geçer. İşçiler, merdiven altı Müslümanlar, köylüler kendi gayretleri ve imanlarıyla organize olurlar. Anadolu'nun köylerinden çıkıp Avrupa'nın bir kasabasındaki fabrikada çalışmaya gelen Süleyman gibi nice insanlar mescitler açar, camileri inşa eder. Herkesi bayramlarda buluştururlar. Şimdi Köln'de büyük bir cami var. Artık Müslümanlar orada bayram namazlarını ve beş vakit namazlarını kılıyorlar. Bayram nice diriliğe ve yaşama yolları bulmuştur. Köln'de yaşanan da bunlardan biridir. Bayram etrafında yükselen diriliş ve var oluş gayretidir.
Hasretlik insana birçok şeyin değerini derinden hissettirir. Anadolu'da bayram namazlarının içinden geçerek Avrupa'da yaşayan Müslümanların bayram hasreti de böyledir. Bayram Avrupa'da hasrettir. Müslüman olmayan toplumların hepsinde böyledir. Bayramı dışarda yaşayan bunu derinden hisseder. Çünkü anne-baba, arkadaşlar, çocuklar, mahalle ve sosyal çevreyle yaşanır bayram. Tek başına yaşanacak bir şey değil. Bir sosyolojisi var bayramın. Sevinç coşkusunu üreten kolektif ruh, bu bayram sosyolojisinden gelir.
Memleketlerimizden koptuktan sonra da uzun süre bu bayram hasretini yaşarız. Çocukluğumuzun ve anne-babalarımızla yaşadığımız bayramları ararız. Bayram sevinç kadar büyük bir hasret de taşır içinde. Bazen bu özlemi aşmak için memlekete koşarız. Ana-babamıza gideriz. Onların hasretlerine hasretlerimizi katarak bambaşka bayramlar yaşarız. Yolumuzu gözleyen hüzünlü kalplerine derman oluruz. Hasretliğimizin kabuk bağlayan yarası iyileşir. Mutluluk ve huzur dolar içimize. Bayramla yeniden varoluşsal canlılığa kavuşuruz. Hayat suyu bedenleşir bizde.
1965'lerin Köln'deki bayram aşkları halen var mı?
Sekülerlik, bayrama da çarpıyor. Onu da kutsallığından ve ruhundan koparıyor. Bayram tatil ve tüketim eylemine dönüşüyor. Ruhu epeyce irtifa kaybına uğruyor. İbadet ve şevkin beraberliği ayrışıyor. İmanın şevke dönüştüğü zamanın renkli dünyası başkalaşıyor. Sekülerleşme, bayramı kutsal hazdan çıkararak salt maddi hazza çeviriyor. Hazın yaygınlaşan etkisi bayrama da bulaşıyor. "Haz bayramları" doğuyor. Paket tatil programları içine yerleşen bayramlar...
Bütün bunlara rağmen bayram direniyor, yine de kadim ruhu devam ediyor. Bayram namazlarının cemaatleri hala büyük. Ziyaretleşme ve ziyafetleşme sürüyor. Ana-baba ziyaretleri ve akraba selamlaşmaları bitmiyor. Kutsallığın bereketi, sevinci, beraberliği birçok insanda, ailede ve çevrede diriliğini koruyor. Avrupa ve ABD başta olmak üzere Müslümanların olduğu bütün yabancı memleketlerde mescitlerde ve camilerde bayram namazları kılınıyor. Bayramın taşıdığı umut bitmiyor. Varoluşsal canlanma devam ediyor. Sekülerleşme gelip gider, ama bayramın bu varlığa verdiği ab-ı hayat devam eder.
Bayram, her şeyiyle muhabbettir. Uzun diyarlarda yaşayan insanları bir araya getiren muhabbet. Küs olanları barıştıran muhabbet. Zenginle fakiri aynı safta ve aynı inanç ikliminde buluşturan muhabbet. Hastayla sağlıklı olanı, yaşlıyla genci, güçlüyle güçsüzü, doğuyla batıyı aynı imanda buluşturan muhabbet. Şimdi bu muhabbetin içinde yüzmeye başlıyoruz.
Bütün Müslümanların bayramını kutluyorum. Daha huzurlu, daha güvenli ve daha adil bir dünyanın ramazan bayramlarını diliyorum.