Uluslararası yargı mercilerinin nesnel ve somut delillere dayalı yargılama süreçleri İsrail ve Netanyahu yönetiminin topyekûn Filistin halkını ortadan kaldırmaya yönelik amaçları konusunda uluslararası farkındalığının gelişmesine katkı sağlıyor. 7 Ekim sürecinden bu yana Filistin devletini tanıyan ülke sayısı giderek artmakla birlikte soykırım ve savaş suçu işleyen İsrail ve Netanyahu yönetimini eleştirmenin de anti-semitizm olarak kabul edilmeyeceğine dair görüş de ağırlık kazanmaya başladı.
Prof. Dr. Ramazan Erdağ/Eskişehir Osmangazi Üniversitesi İİBF Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi
7 Ekim 2023 sonrasında Filistin toprağı Gazze'nin işgalinde işledikleri savaş suçlarından dolayı Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM) Başsavcısı Kerim Han 20 Mayıs 2024'te İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ve eski Savunma Bakanı Yoav Gallant hakkında mahkemeden tutuklama kararı çıkarılmasını talep etti. Başsavcı Han, Netanyahu ve Gallant'ın Filistin topraklarında savaş suçu ve insanlığa karşı suç işlediklerine dair somut gerekçelere işaret ederek, İsrail'in açlığı bir savaş aracı olarak kullanması, gıda, ilaç, temiz su gibi temel ihtiyaç maddelerinin Gazze'ye girişinin engellenmesi ve Netanyahu ve Gallant'ın Filistin halkını topyekûn cezalandırmaya yönelik nefret söylemleri gibi nedenlerle tutuklama talebini mahkemeye iletmişti.
'Afrika ve Putin gibi haydutlar'
UCM Başsavcısı Kerim Han CNN televizyonuna yaptığı açıklamada tutuklama talebinin ardından tehdit mesajları aldığını hatta bir devlet başkanının kendisini arayarak UCM'nin "Afrika ve Putin gibi haydutlar için" kurulduğunu söylediğini açıkladı. Kerim Han aldığı tehditlerin kendilerini caydırmayacağını belirterek UCM'nin "hukukun güce ve kaba kuvvete galip geldiği yer" olması gerektiğini vurguladı.
Başta ABD olmak üzere birçok Batılı devletin İsrail'in Filistin topraklarını işgalini ve Filistin halkına uyguladığı soykırımı görmezden geldiği hatta koşulsuz şartsız bir şekilde İsrail'i ve Netanyahu yönetimini desteklediği bir dönemde UCM Başsavcısı Kerim Han'ın insanlığa karşı işlenen suçların üstüne cesaretle giderek soruşturmayı yürütmesi ve UCM'nin Başsavcının talebini kabul ederek 21 Kasım 2024 tarihinde Netanyahu ve Gallant hakkında tutuklama kararı çıkarması tarihi nitelikte. Filistin soykırımı ve işgali karşısında uluslararası sistemin acizliği, Birleşmiş Milletler (BM) Güvenlik Konseyi'nin asli sorumluluğu olan uluslararası barış ve güvenliği sağlayamaması karşısında UCM aldığı bu kararla uluslararası hukukun rolünü ve önemini hatırlattı.
Başsavcı Kerim Han UCM'nin Netanyahu ve Gallant hakkında verdiği tutuklama kararının ardından yaptığı açıklamada soruşturmanın bağımsız bir şekilde büyük bir titizlikle yürütüldüğünü, tutuklama talebinin ve kararının somut delillere dayandığını kaydederek UCM Tüzüğü'ne(Roma Statüsü) taraf olan devletlere mahkeme kararını uygulama çağrısında bulundu. Han açıklamasında ayrıca,uluslararası hukuka saygı ve insanlığa karşı işlenen suçlar karşısında işbirliğini güçlendirmek açısından Roma Statüsü'ne taraf olmayan devletler tarafından da söz konusu kararın uygulanmasına dikkat çekti.
Kırılma noktası
UCM'nin vermiş olduğu karara tepkilere geçmeden tutuklama kararının İsrail'in işgal ve soykırımı konusunda önemli bir kırılma noktası olduğunu belirtmek gerekiyor. Şöyle ki UCM'yi bu karara götüren delil ve kanıtlar İsrail'in ve İsrail'i koşulsuz şartsız destekleyen devletlerin bütün argümanlarını çürütmüş oldu. Konunun İsrail'in güvenliği ya da Hamas olmadığı; İsrail'in işgalci, soykırımcı ve topyekun Filistin halkını ortadan kaldırmaya çalışan ve Filistin topraklarını gasp etmeye çalışan bir politika yürüttüğü gerçeğini bir kez daha gözler önüne serdi. Soruşturma sürecinde elde edilen deliller Netanyahu ve Gallant'ın İsrail yönetiminde görevlerini kötüye kullandıklarını, savaş suçu ve insanlığa karşı suç işlediklerini açıkça ortaya koyuyor. Uluslararası mahkemelerce verilen kararlar ileride İsrail yargı mercilerini de söz konusu kişiler hakkında bahse konu suçlar hakkında yargılama sürecine yönlendirebilir. Bugüne kadar uluslararası hukukun norm ve ilkelerini ihlal eden, BM Güvenlik Konseyi'nin bağlayıcı kararlarını uygulamayan hatta bunların aleyhine adım atan birçok Batılı devletin UCM'nin vermiş olduğu karar karşısında nasıl tavır takınacağını kestirmek hiç de zor değil.
Verilen tepkilere bakıldığında ABD'nin kararı tanımayacağını açıklaması buna somut bir örnek. Dahası UCM'nin kararını uygulayacak olan ülkeleri tehdit eden söylemleri Netanyahu ve İsrail'i daha fazla soykırıma teşvik ettiği de ortada. Bununla birlikte bazı ülkeler UCM'nin tutuklama kararını uyacaklarını açıklarken bazı ülkeler ise Netanyahu yönetimini destekleyerek UCM'nin bu kararına karşı çıktı. Fransa ve Almanya'nın açıklamaları çelişkili olmakla birlikte kararı net olarak uygulayıp uygulamayacakları konusunda belirsizlik hakim. İngiltere de benzer bir tavır içerisinde. Bunun yanında Hollanda, İspanya, Kanada, İsveç, Norveç, İtalya, Belçika ve İrlanda gibi ülkeler UCM'nin kararını uygulayacaklarını, Netanyahu ve Gallant'ın ülkelerine giriş yapmaları halinde söz konusu kişileri tutuklayacaklarını açıkladılar. Macaristan ise Netanyahu'yu ülkelerine davet ederek UCM'nin kararını tanımadığı deklare etti.
AB Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Josep Borrell bazı AB ülkelerinin de içinde bulunduğu UCM'nin kararını uygulamayacağını açıklayan devletlerin yaklaşımı eleştirerek UCM'nin kararının desteklenmesi gerektiğini ve küresel adalet ve hesap verebilirliğin en geçerli yolunun bu olduğunu ifade etti. Bu yönüyle bakıldığında UCM'nin tutuklama kararı karşısında ABD ile çoğu AB üyesi ülkeler arasında nispi bir farklılaşma olduğu ortada. Ancak AB üyelerinin çoğunluğunun, İspanya gibi örnekle dışında, UCM'nin kararını destekler söylemlerine karşın İsrail'e soykırımı ve işgali önleme konusunda gerekli baskılama yapmak konusunda çok da istekli olmadıkları da bilinen bir gerçek. Daha açık bir ifade ile UCM kararını destekleyeceğini açıklayan AB üyelerinin çoğunluğu söylem olarak uluslararası hukukun yanında görünseler de fiili olarak İsrail'in yanında konumlanmaya devam etmekteler. Bu yönüyle AB'nin İsrail'den vazgeçtiğini söylemek elbette mümkün değil.
Batı görmezden geldi
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ise yaptığı değerlendirmede Türkiye'nin UCM'nin vermiş olduğu kararı desteklediğini açıklarken Türkiye'nin özgür ve bağımsız bir Filistin için büyük bir gayretle çalışmaya devam edeceğini söyledi. Türkiye'nin başından itibaren iki devletli çözüm ve 1967 sınırlarına dayalı başkenti Doğu Kudüs olan bağımsız Filistin devletinin egemenliğinin tesis ettirilmesi yaklaşımı yanında birçok Batılı devletin İsrail'in işgal, ilhak ve soykırımını görmezden gelen tavrı, İsrail'in soykırım ve işgali yeni cepheler açmak suretiyle genişletmesini beraberinde getirdi. Trump'ın ikinci başkanlık döneminde de ABD'nin koşulsuz şartsız İsrail'e desteği devam edeceği ortada ve Filistin devletinin egemenliği konusunda uluslararası alanda destekçisi giderek artan iki devletli çözüm modelini de ne derece benimseyeceği ciddi bir soru işareti. UCM'de Netanyahu ve Gallant hakkında devam eden hukuki süreç dışında Uluslararası Adalet Divanı'nda (UAD) Güney Afrika Cumhuriyeti'nin açtığı ve Türkiye'nin de müdahil olduğu İsrail'e karşı soykırım davası da yürütülmekte.
Uluslararası yargı mercilerinin nesnel ve somut delillere dayalı yargılama süreçleri İsrail ve Netanyahu yönetiminin topyekûn Filistin halkını ortadan kaldırmaya ve Filistin topraklarının tamamını gasp ve işgal etmeye yönelik amaçları konusunda uluslararası farkındalığının gelişmesine katkı sağlıyor. Şöyle ki 7 Ekim sürecinden bu yana Filistin devletini tanıyan ülke sayısı giderek artmakla birlikte soykırım ve savaş suçu işleyen İsrail ve Netanyahu yönetimini eleştirmenin de anti-semitizm olarak kabul edilmeyeceğine dair görüş de ağırlık kazanmaya başladı.
Güçlü bir garantörlük
Bu süreçte Türkiye insani ve ilkeli duruşuyla sorunun çözümü ve kalıcı bir istikrar ortamının sağlanması açısından iki devletli çözüm formülünü işletecek güçlü bir mekanizma öneriyor. Türkiye, İsrail'in savaşın sona ermesinden sonra yeniden benzer bir işgal ve soykırım girişimini engellemenin ve Filistin devletinin egemenliğinin tesis edilmesinin tek çıkar yolunu güçlü bir garantörlük mekanizması ile tahkim etmeyi öneriyor. Geçmiş örneklerinde olduğu gibi Filistin konusunda da Türkiye'nin garantör ülkesi olabileceğine dair önerisi uluslararası topluma açık bir çağrı niteliğinde. Elbette bunun başarılabilmesi için öncelikle Gazze'de koşulsuz, şartsız ve daimi olarak ateşkesin sağlanması, İsrail'in Filistin topraklarındaki işgalinin sona erdirilmesi ve insani yardımların Gazze halkına hızlıca ulaştırılmasının sağlanarak Gazze'nin yeniden imarı çalışmalarına acilen başlanması gerekiyor.