Doğu Akdeniz sularında sınır hatları ve münhasır ekonomik bölgelerin belirlenmesi yıllardan bu yana tüm bölge ülkelerinin yakından ilgilendiği bir konu oldu.
Doğal gaz kaynaklarının da keşfedilmesiyle bu mesele daha da öncelikli bir konu haline geldi.
Tıpkı Türkiye ile Yunanistan gibi, İsrail ve Lübnan da sınır konusunda uzlaşma sağlayamayan ülkeler arasında yer alıyor.
Güney Kıbrıs Rum Yönetimi'nin (GKRY) 2007'de Lübnan'la 2010'da ise İsrail'le ayrı ayrı deniz sınırı anlaşmaları imzalaması, Tel Aviv ile Beyrut arasındaki deniz sınır ihtilafının kıvılcımı oldu.
2 ülkenin arasında tansiyonu yükselten bu ihtilaf 2017-2018 yıllarında ufukta bir savaş ihtimalini beraberinde getirse de 2019-2020'de yaşanan gelişmelerle müzakerelerle çözüm yoluna girdi.
Ekim 2020'de bir çerçeve anlaşması üzerinde uzlaşılsa da, müzakereler değişen bölgesel ve küresel konjonktürden dolayı sekteye uğradı.
Peki bir süre daha sorun teşkil etmeye devam edecek gibi görünen bu sorun nasıl başladı?
Tıpkı Türkiye gibi Doğu Akdeniz'de kıyıdaş ülke olmasına rağmen Doğu Akdeniz Gaz Forumu'na dahil edilmeyen Lübnan'ın İsrail ile müzakereleri neden sekteye uğradı?
Katar merkezli Al Jazeera Araştırma Merkezi (Al Jazeera Center for Studies), Lübnan-İsrail deniz sınırı ihtilafının teknik boyutu, müzakerelere giden yolu, masada varılan çerçeve anlaşması, müzakerelerin sekteye uğrama nedenlerini ve son durumu ele alan bir çalışma yayımladı.
İşte TRT Haber tarafından derlenen, Ali Hüseyin Bakir'in imzasını taşıyan bu dosyanın bazı kısımları...
Bugün İsrail ile Lübnan arasında yaşanan sınır ihtilafı büyük ölçüde, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi'nin (GKRY) farklı kıyıdaş ülkelerle ayrı ayrı anlaşmalar yapmasından kaynaklandığı söylenebilir.
Bu farklı anlaşmalar, tıpkı Türkiye ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'ne (KKTC) yönelik mağduriyet yarattığı gibi Lübnan'ın da çıkarlarını benzer bir şekilde olumsuz etkiledi.
Lübnan'ın geçmişte birçok savaş yaşadığı İsrail devletini resmi olarak tanımaması nedeniyle sınır sorunu çözüm çabaları karışık bir yol izledi.
Öncelikle münhasır ekonomik bölge teriminin tam olarak ne anlama geldiğine bakalım.
Münhasır ekonomik bölge (MEB) sahildar devletin hem deniz tabanı hem de su kütlesini kapsıyor. Devletler deniz yatağı üzerindeki sularda, deniz yataklarında ve bunların toprak altındaki doğal kaynaklarının araştırılması ve işletilmesinde egemen hakları bulunur. Ancak kıta sahanlığının aksine bu bölgenin ilan edilmesi gerekiyor.
Sahilleri bitişik ve karşı karşıya bulunan devletler arasındaki MEB sınırlandırmasının "hakkaniyet" ilkesine dayalı belirlenmesi gerekiyor.
GKRY ile Lübnan, deniz sınırlarını belirleyen anlaşmayı 17 Ocak 2007'de imzaladı. Her ikisi Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi'ne (BMDHS) üye olan ülke, aralarındaki sınır hattını belirlemek için 6 coğrafi noktayı esas aldı.
[Lübnan ile GRKY arasında imzalanan anlaşma harita da kırmızı renkle belirtilen 6 noktayı esas almıştır.]
Anlaşmanın 1'inci ve 3'üncü maddesinde, 3'üncü bir tarafla anlaşma yapmak ya da daha net bir sınır hattı belirlemek amacıyla söz konusu coğrafi noktaları etkileyebilecek herhangi bir adım atmadan önce anlaşmanın her iki tarafına karşı tarafa bilgi verme ve istişare etme yükümlülüğünü de getirdi.
Sahil hattının kuzeyden birleştiği Suriye ve güneydeki kıyıdaş İsrail ile herhangi bir karşı karşıya gelme durumunu istemeyen Lübnan'ın burada bazı konularda temkinli bir pozisyon elde etmeye çalıştığı anlaşılıyor. Bunlardan birincisi, belirlenen hattın ileride daha da detaylandırma ihtiyacına karşı zemin oluşturmak. ikincisi, Lübnan'ın diğer kıyıdaş ülkelerle sınır belirleme ihtiyacı ve bu konuda oluşabilecek herhangi bir sorunu giderme imkanı yaratmak.
GKRY Lübnan ile imzalanan anlaşmayı onaylarken Lübnan onama sürecini tamamlamadı. 30 Aralık 2008'de Lübnan Bakanlar Kurulu, Güney Kıbrıs ile varılan anlaşmanın yeniden gözden geçirilmesi amacıyla bir komite oluşturdu. Bu komiteye münhasır ekonomik bölgenin sınırlarını belirleme görevi de yüklendi.
Suriye ve İsrail ile müzakere imkanı bulunmaması nedeniyle komite, Nisan 2009'da Lübnan'a ait münhasır ekonomik bölgenin sınırlarını tek taraflı olarak belirledi ve bu amaçla "Nokta 1"in güneyinde bir nokta daha eklendi; "Nokta 23". Kuzeyde ise "Nokta 6"nın kuzey tarafına "Nokta 7" diye yeni bir nokta belirlendi. (Haritaya 1'e bakınız)
Lübnan noktaların güncellemesi ve yeni koordinatları 2010'da BM'ye bildirdi.
Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY), İsrail ile yürüttüğü müzakereleri de sonuçlandırarak, 2 ülkenin münhasır ekonomik bölgelerini belirleyen anlaşmayı 17 Aralık 2010'da imzaladı.
İsrail'in BM Deniz Hukuku Anlaşması'na üye olmayışı gerçeği, 2 ülkenin anlaşmasında herhangi bir olumsuz etki yaratmazken anlaşmada belirlenen koordinatların biri Lübnan'ın belirlediği münhasır ekonomik bölgesinin içinde yer alması nedeniyle İsrail ve Lübnan arasında ihtilaflı bir bölge ortaya çıktı.
GKRY-İsrail anlaşmasında 860 kilometre karelik bölgenin İsrail'e ait olarak gösterilmesi nedeniyle Lübnan, BM nezdinde bu anlaşmaya itirazda bulundu.
Lübnan ayrıca GKRY'ye de itirazını iletti ve anlaşmada yer alan bilgi verme ve istişare etme yükümlülüğüne riayet edilmediğinden dolayı İsrail ile yapılan anlaşmanın revize edilmesini talep etti.
GKRY ise Beyrut ile yapılan ikili anlaşmanın Lübnan tarafından onaylanmadığına vurgu yaparak İsrail ile yapılan anlaşmayı revize etmeyi düşünmediği yanıtını verdi. Ortaya çıkan ihtilaflı bölge sorunun çözüm adresi olarak İsrail'i işaret etti.
Lübnan 1 Ekim 2011'de tek taraflı olarak münhasır ekonomik bölgeyle ilgili kararname yayımlayarak koordinatları 19 Ekim 2011'de BM'ye bildirdi. Beyrut'un bu adımına daha sonra hem İsrail hem Suriye'den itiraz gelecekti.
Lübnan ve İsrail tarafından karşılıklı tek taraflı adımlar gelmesi, Tel Aviv'in bölgede daha fazla gaz kaynakları tespit etmesi ve yeni keşifler için bazı şirketlere ruhsatlar verilmesi nedeniyle 2 ülkenin arasındaki ihtilaf daha da derinleşti. Tırmanan krizin çözüme kavuşturulması için arabuluculuk girişimleri başladı.
İsrail ile Lübnan arasındaki deniz sınır ihtilafındaki arabuluculuk sürecini 4 farklı döneme ayırmak mümkün:
1- Frederic Hof dönemi: ABD İsrail ile Lübnan arasındaki sorunun giderilmesi için ABD'nin eski Suriye Özel Temsilcisi Fredric Hof'u görevlendirdi. 2010 ile 2012 arasında bu konuyla ilgilenen Hof, ihtilafı bölgenin 3'te 2'si Lübnan'a, 3'te 1'i ise İsrail'e verilmesi suretiyle bu bölgenin 2 ülke araında bölüşülmesi önerisinde bulundu.
2- Amos Hochstein dönemi: 2013 yılında ABD Enerji Bakan Yardımcısı Amos Hochstein, soruna geçici bir çözüm önerdi. Lübnan ile İsrail arasındaki kara sınır bölgesinde uygulanan "mavi çizgi" uygulamasına benzer bir şekilde denizde de ihtilaflı bölgenin ortasında mavi çizgi belirtilmesini önerdi. Buna göre, mesele nihai bir çözüme kavuşturuluncaya dek bu hattın etrafındaki deniz alanında hidrokarbon kaynaklarına yönelik herhangi bir işlem yapılmamasını teklif etti. Ancak bu öneri kabul edilmedi.
3- David Satterfield dönemi: Ekonomik sorunlarla baş etmeye çalışan Lübnan, Doğu Akdeniz'deki kaynaklardan faydalanma sürecini hızlandırma arzusundan yola çıkarak, İsrail ile müzakere mekanizmasıyla ilgili bir öneri sundu. Yakın Doğu işlerinden sorumlu dönemin ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı David Satterdield bu öneriyi Tel Aviv'e taşıdı.
Lübnan Deniz sınırını belirleme sürecinin kara sınırında benzer bir süreçle ilerletilmesini istiyordu. Müzakerelerin Lübnan güneyinde BM barış gücünün (UNIFIL) Nakura bölgesindeki merkezinde BM arabuluculuğunda yapılmasını isteyen Lübnan müzakerelerde bir süre kısıtlaması olmamasını talep ediyordu.
[Tel Aviv ile Beyrut arasında yürütülen dolaylı müzakereler Lübnan'ın güneyindeki BM GEçici Görev Gücü'nun (UNIFIL) denetiminde yürütüldü.]
İsrail ise sadece deniz sınırı konusunda müzakereye sıcak bakıyordu. Müzakerelerin ise Avrupa ya da ABD'de yapılmasını istiyordu. Ve bu süreç için 6 aylık gibi bir süreyle kısıtlı olmasını istiyordu.
Sonuç itibarıyla bu süreçte önemli bir ilerleme kaydedildi. Ancak asıl sıçrama bir sonraki dönemde olacaktı.
4- David Schenker dönemi: Haziran 2019'da Satterfield'in yerini alan Schenker, Ekim 2020'de İsrail-Lübnan arasında bir çerçeve anlaşmasına varılmasını sağladı. Buna göre, 2 ülkenin arasındaki müzakereler dolaylı bir şekilde yürütülecek. ABD ve BM kolaylaştırıcı rolünü üstlenecek. Müzakereler Nakura'daki UNIFIL'in merkezinde olacak. Kara sınır meselesi ayrı bir şekilde ele alınacak ancak bu mesele, deniz sınırı konusunda ilerleme kaydedildikçe gelişecek.
Burada önemli bir hususa dikkat çekmek gerek. O da Hizbullah'ın müzakerelere onay ve destek vermesi. Zira bu onay olmasaydı herhangi bir ilerleme kaydetmek mümkün olmayacaktı. İran'ın da bu meseleye karşı sessiz kalması, zımni bir onay anlamına geliyor.
Hem Lübnan'ı hem İsrail'i müzakereye sevk eden en önemli faktör, doğu Akdeniz'deki kaynaklardan hızlı bir şekilde faydalanma arzusu. ABD'nin bölgeye yönelik politikası ve Hizbullah ile İran faktörleri de müzakerelerde önemli bir rol oynadı.
Lübnan, 2007 yılında GKRY ile anlaşma imzaladığında büyük bir ihtimalle bu konuda Suriye ve İsrail'den bir adım ileride olmak istiyordu. Mısır'ın GKRY ile 2003 yılında benzer bir anlaşma imzalamış olması da belki de Lübnan'ı bu yolda adım atmaya teşvik eden faktörlerden biriydi. Ancak bu mesele Lübnan'ın içinde yeterince olgunlaşmamış olması ve birçok konuda olduğu gibi ülkenin farklı siyasi ve mezhepsel akımların arasında polemik malzemesi yapılması sürecin akıcı ilerlemesine engel oldu.
2012-2016 yılları arasında Lübnan, İsrail ile müzakereye oturmak ve sınır ihtilafını çözmek için isteksiz bir tavır sergiledi. Hizbullah'ın Suriye'deki savaşa müdahalesi ve ülkenin siyasi aktörleri arasındaki uzlaşma sağlanamaması sonucunda 2014'ten 2016'ya kadar ülkede cumhurbaşkanı seçilememesi, 2015 yılında İran'ın 5+1 ülkeleriyle imzaladığı nükleer anlaşmadan sonra Tahran ve Hizbullah'ın kendini daha güçlü bir konumda görmesi, Lübnan'ın isteksizliğinin arkasındaki en önemli sebeplerden sadece bazıları.
2012 yılında Neva doğal gaz sahasında, 2013 yılında ise Tamara doğal gaz sahasında üretime başlayan İsrail ise Mısır'daki devrimden sonra oradan gelen doğal gazın kesilmesi nedeniyle enerji ihtiyacındaki boşluğu doldurmak için Akdeniz kıyısında daha fazla kaynak arayışına girmişti.
İsrail aynı zamanda bu meselenin Lübnan ile bir iletişim kanalının açılmasında ön ayak olmasını istiyordu.
2017-2018 arasında bu ihtilafın Hizbullah ile İsrail arasında karşılıklı laf atışması malzemesine dönüşmesiyle bölgede artan gerginlik ufukta bir savaş ihtimalini beraberinde getirdi.
ABD Başkanı Donald Trump'ın 2018 yılında İran ile nükleer anlaşmasından geri çekilmesi ve Tahran'a maksimum baskı politikası uygulamasının da Lübnan-İsrail sınır ihtilafına yansımaları oldu.
2019-2020 yılları sadece İsrail-Lübnan arasındaki sınır sorunu için değil Doğu Akdeniz bölgesindeki gelişmeler için bir dönüm noktası oldu.
İsrail, bu yıllarda Doğu Akdeniz'deki konumunu güçlendirdi. Keşfedilen kaynaklardan sonra doğal gaz ithalatçılığından ihracatçı bir ülke konumuna gelen İsrail, 2019'da Doğu Akdeniz Gaz Forumu'nda yerini aldı. Aralık 2019'da ise Tel Aviv, Mısır'a doğal gaz satmak için anlaşma imzaladı. Ocak 2020'de ise İsrail, gazını Avrupa'ya ulaştırmak için Yunanistan ve GKRY ile EastMed Boru Hattı anlaşmasını imzaladı.
[İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, Yunanistan Başbakanı Kiriakos Miçotakis ve Rum Yönetimi lideri Nikos Anastasiadis, EastMed Gaz Boru Hattının anlaşmasını imzaladıktan sonra el sıkıyor.]
Bu yıllarda Türkiye'nin attığı hamleler de Doğu Akdeniz'e damgasını vurdu. Kasım 2019'da Ankara'nın Libya'daki meşru hükümet ile imzaladığı deniz sınır anlaşması, oyun değiştirici oldu.
Yunanistan ve Mısır Ağustos 2020'de benzer bir anlaşmaya imza atarak Doğu Akdeniz'in sularını daha da ısıttı. Sahillerine hapsedilmeye çalışılan Türkiye karşıtı bloklaşma girişimlerine bir yenisi daha eklendi. Birleşik Arap Emirlikleri ve Fransa da Türkiye aleyhinde pozisyon alan Yunanistan, GKRY, Mısır ve İsrail'in yanında saf tuttu.
2019 ve 2020 yılları Lübnan için olumlu gelişmeler taşımadı. Ekim 2019'da ülkede yaşanan hükümet karşıtı protestolardan sonra siyasi istikrarsızlık ve hükümet istifasını ekonomiye ağır bir yansıması oldu. Ülkenin dışına para akışı ve bankaların mali kriz yaşaması yerel liranın dolar karşısında büyük değer kaybına neden oldu.
[Lübnan'da Ekim 2019'da başlayan hükümet karşıtı protestolardan sonra ülke derin bir ekonomik ve siyasi krize sürüklendi.]
Kamu borcu 92 milyar dolara yükselirken Lübnan Merkez Bankası rezervlerinin erimesi nedeniyle dış borcunu ödeyememe noktasına geldi ve IMF'den yeni borç için müzakerelere yöneldi. Ülke ekonomideki yaralarını sarmaya çalışırken Ağustos 2020'de Beyrut limanında büyük bir patlamayla sarsıldı. Olayda yaklaşık 200 kişi hayatını kaybetti.
Tıpkı Türkiye gibi Lübnan da Doğu Akdeniz Gaz Forumu'nun Eylül 2020'de kurulduğu zirveye davet edilmeyerek yalnızlaştırılmaya çalışıldı.
ABD Başkanı Donald Trump'ın Hizbullah'a karşı baskı politikası ve Fransa'nın Lübnan'a dönük ortaya attığı insiyatifinin başarısız kalması nedeniyle ülkedeki siyasi elitler, İsrail ile müzakereleri sonuçlandırma arzusunu artırdı.
2020'nin ekim ve kasım aylarında Beyrut ve Tel Aviv, Lübnan'ın güneyindeki Nakura bölgesinde BM'ye ait merkezde 3 müzakere turu gerçekleştirdi. ABD burada kolaylaştırıcı rolünü üstlendi. 14 Ekim'de başlayan ilk turda iki tarafın arasında fikir alışverişiyle sınırlı kalırken, 28-29 Ekim'de yürütülen 2'nci turda Lübnan hak iddia ettiği bölgeyi daha da genişletirken çıtayı yükseltti.
Lübnan, İsrail'in tarafındaki kayaların kıta sahanlığı olamayacağı ve bu yüzden Nakura bölgesinden orta çizgi kuralının uygulanması gerektiğini dile getirerek hak iddia ettiği 860 kilometrekarelik alanın yanına 1430 kilometrekarelik bir alan da ekledi. (Harita 3).
[Harita 3: Lübnan münhasır ekonomik bölgesindeki parseller ve Lübnan'ın İsrail ile yürüttüğü müzakerelerde hak iddia ettiği bölgeler.]
İsrail de bu pozisyona karşın taleplerini yükseltti ve daha büyük alanda talepler öne sürdü.
3'üncü tura gelindiğinde 2 tarafın arasındaki ihtilaf daha da genişlemişti. Zira görüşmeler, ihtilaflı parsel 8, 9 ve 10'un yanı sıra bir Yunan enerji şirketinin çalışma yaptığı İsrail'in Kariş gaz sahasını da kapsayacak noktaya gelerek toplam ihtilaflı alan 2290 kilometre kare oldu. (Harita 3)
İki ülkenin arasındaki deniz sınır çizgisinin farklılığı birden çok faktöre bağlanabilir. Koordinatların belirlenmesinde coğrafi, teknik ve tarihi faktörler de rol oynarken ilgili tüm tarafları bir araya getiren bir süreç yürütülmemesi ve her ülkenin kendi münhasır ekonomik bölgesini maksimize etme çabası da ihtilafları daha da derinleştirdi.
İsrail, Lübnan'ın iki ölçekli bir politika uygulamakla suçlayarak Beyrut'un Suriye ile deniz sınırını belirlerken kendine ait adaları hesaba kattığı, İsrail ile aynı hesaplama yaparken adaları görmezden geldiğini savundu.
Görüş ayrılıklarının derinleşmesiyle Aralık 2020'de kararlaştırılan 4'üncü müzakere turu ertelenirken süreci tıkayan 2 ana faktörden söz edilebilir.
İsrail, karşılıksız taviz vermek istemediği gibi Lübnan ile dolaylı değil doğrudan müzakere süreci istiyordu. Böylece Tel Aviv Beyrut'u (Birleşik Arap Emirlikleri, Bahreyn ve Sudan ile olduğu gibi) kapsamlı bir barış sürecine çekme hedefinı yakalama fırsatı olabilirdi. İkinci faktör ise Lübnan'ın taleplerini genişletmesiydi.
Trump'ın ABD'de seçimi kaybetmesi ve dolayısıyla Hizbullah'ın arkasındaki İran'ın beklentilerinin yükselmesi, Lübnan'da hakim olan zor şartların değişebileceği ve böylece Lübnan'ın daha güçlü bir konuma gelme beklentisi de müzakerelerin sekteye uğramasında rol oynayan dolaylı faktörler sayılabilir.
Müzakere yoluyla çözüm arayışı şimdilik sonuçsuz kalırken, İsrail güç dengesi bakımında güçlü taraf olması nedeniyle ihtilaflı bölgede faaliyetlerini sürdürmeye gidebilir. Ancak bu tutum, bazı riskleri beraberinde getiriyor. Bölgede gerginliğin tırmanması ve buna bağlı olarak şiddetin patlak vermesi riski her iki ülkenin de istemeyeceği bir gelişme. Bundan dolayı hem Lübnan hem İsrail'in müzakerelerin yeniden başlatılması için şartların olgunlaşmasını beklemesi en akılcı seçenek olabilir.