28 Nisan 2025 Pazartesi / 1 Zilkade 1446

Mohsen Namjoo Barış Manço ve diğerleri

Bazı şeylerin kazası mümkün. Bu da gecikmeli bir Mohsen Namjoo yazısı. Geçen hafta konsere gidenler yaptıkları kayıtları tekrar tekrar izleyedursun kültür mantarına da kayıt düşmekte fayda var bu dinletiden geride kalanları...

Gülcan Tezcan7 Şubat 2015 Cumartesi 07:00 - Güncelleme:
Mohsen Namjoo Barış Manço ve diğerleri

İran’ın Bob Dylan’ı olarak tanımlamayı tercih etmişti basın bültenini kaleme alanlar. Acem-Blues ustası Mohsen Namjoo’yu böyle adlandırdılar.

Bu kompleksi kolay kolay aşamayacağımız ortada. Ama bana kalsa ve ille de birine benzetmek gerekiyorsa İran’ın Barış Manço’su derdim belki. Namjoo’nun Türkiye’de ilk kez konser vereceğinin haberi aylar öncesinden duyulmuş, biletler kısa sürede tükenmiş ve karaborsaya düşmüştü. Ankara konserinin yansımalarını bir gün öncesinden sosyal medyadan takip edip İstanbul konseri için salona geldiğimizde kalabalık görülmeye değerdi. Üstelik dinleyicilerin büyük çoğunluğu da İranlı müzikseverlerdi. Konser başladığında bunun ne anlama geldiğini de görmüş olduk. Memleket hasreti ve Namjoo özlemi birbirine karışmıştı. Konser boyunca dakikalar süren karşılıklı konuşmalar, ardı arkası kesilmeyen istek şarkılarla dinleyicilerin yönettiği bir konsere dönüştü bu özel dinleti.

DOĞU’NUN SESİ BİR BAŞKA

Doğu’nun sesleri ve sözlerinde bir başkalık olduğu aşikâr... Namjoo’yu dinlerken bir kez daha fark ettim bu durumu. Politik olarak ülke yönetimini eleştirmekten geri durmayan, sürgünde yaşayan ama kimliği, kültürü ve değerleriyle bağını koparmamış bir usta Mohsen Namjoo. Fars kültürü ve şiirinin hâkim olduğu müziğini, Batı müziğiyle öylesine güzel yoğurmuş ki söylediği her şarkı kelimelerini anlamasanız bile yüreğinize işliyor. Tıpkı bizim âşık geleneğimizdeki gibi gönlünün derinlerinden kopup gelen duyguları sese, söze döküyor.

Barış Manço gibi Batı’da kendisi olarak ve kendisi kalarak müziğini yapma başarısını gösteren bir isim Namjoo. Tam da Barış ağabeyin ölüm yıldönümünde İstanbul’a gelmesi elbet bir tevafuk... Ama bir kez daha düşünmek için de iyi bir vesile. Hep sinema üzerinden verdiğimiz örneğin müzik alanında hayat bulan isimleridir Farid Farjad ve Mohsen Namjoo. Bizde hâlâ ve ısrarla geçmişle bağ kurmak denildiğinde garip bir ‘endişe’ hatta ‘gerilim’e sebep olan şeyi belki de hiç yaşamadıkları, o kültürel kopukluğun mağduru olmadıkları için yaptıkları iş bu kadar etkileyici.

Ortak bir medeniyet havzasından beslendiğimiz bu ustalar yüzünü Mevlana’ya, Sadî’ye, Niyazi Mısrî’ye dönmüşken bizdeki genç kuşak müzisyenlerin şiirle tanışıklığı yok denecek kadar az. Oysa Barış Manço ve Cem Karaca iki güzel örnek olarak belleklerimizde taptaze. Artık bu ustaları ölüm yıldönümlerinde mezarları başında anmakla yetinmek yerine bıraktıkları mirasa sahip çıkmak daha anlamlı olmaz mı? Gerçi İsmail Kılıçarslan’ın umudu yok ama yine de kurudu zannettiğimiz toprakların derinlerinde bir damarın yol bulup filizleneceğini ümit ediyorum, her şeye rağmen...