29 Ocak 2025 Çarşamba / 30 Recep 1446

Harbiye konserleri s.o.s veriyor

İstanbulluların yaz aylarında en çok rağbet ettiği kültür sanat etkinlikleri yıllardır Açıkhava konserleri olurdu. Ancak son dönemlerde konser veren isim sayısının 10-15 kişiyle sınırlı kalması ve sanatçıların adeta tekrara dönüşen programlarla sahne alması müzikseverlerde bıkkınlığa yol açtı.

Gülcan Tezcan4 Temmuz 2015 Cumartesi 07:00 - Güncelleme:
Harbiye konserleri s.o.s veriyor

Sezon boyunca özel ve ödenekli kurumların nitelikli konserleriyle çıtası yükselen sanatseverler ‘ölü sezon’ denilse de yaz aylarında da aynı kalitede işler bekliyor haklı olarak. Sözgelimi Avea Konserleri’nde her ay dünyanın farklı coğrafyalarından parlak isimler seyirci ile buluşurken Cemal Reşit Rey Konser Salonu da yine dünya starlarını ağırlıyor. İKSV’nin Müzik ve Caz Festivali de her ne kadar yerli damarı yeterli ölçüde olmasa da seçkin ve özel sanatçıları müzikseverlerin ayağına getiriyor. Yine dünya starlarının turnelerinde İstanbul önemli bir durak olmaya başladı.

Hâl böyle olunca müzik konusunda artık son derece seçici olan bir kitleye dönüp dolaşıp on yıllardır aynı şarkıları söyleyen sanatçıları sunarsanız elleriniz bomboş kalacaktır elbette. Ha, bir de işin bambaşka ve üzerine çokça düşünülmeyen bir kısmı var ki, bu etkinin bir süre sonra sanatın diğer disiplinlerinde de sanat alıcısını salonlardan uzaklaştıracağını söylemek hiç de kehanet olmaz. Gezi sonrası hızlı bir şekilde edebiyat ve sinemaya taşınan bu siyasi söylem zaten giderek kan kaybeden müzik alanında da kendini gösterince zaten boğazına kadar siyasete batmış ve artık nefes almak isteyen sanat alıcısında ciddi rahatsızlığa yol açtı.

Festivallerin açılış ve kapanışlarında, ödül törenlerinde yerli yersiz her sanatsal etkinlikte, konserlerde Gezi’ye selam göndermeler, slogan atmalar öylesine kabak tadı verdi ki seyirci de ayağını kesmek zorunda kaldı salonlardan. Bunun Harbiye Açıkhava Tiyatrosu ile ne ilgisi var diyecek olursanız Gezi destekçisi sanatçıların özellikle Gezi’nin hemen ertesinde ve yıldönümündeki konserlerinde atılan sloganları, sanatçıların da sahneden bol bol bu coşkuya nasıl karşılık verdiklerini hatırlatmam yeterli olur sanırım. 

Eleştiride sınır tanımazlık

Twitter’daki ölçüsüz ve sorumsuz öfke dili gazete köşelerine de sıçradığında ortaya son derece rahatsız edici durumlar çıkıyor. Edebiyatçıların gazete yönettiği ve yazarlık yaptığı, polemikleri dillere destan pek çok usta kalemin yazdıklarını düşündüğümüzde her zaman belli bir seviyenin korunduğunu görüyoruz. Ancak sosyal medyanın verdiği rahatlık duygusunun da etkisiyle artık eli klavyeye giden, hasbelkader köşe yazısı yazan hemen herkes alabildiğine fütursuz, hem muhatabına hem okuruna karşı alabildiğine saygısız, hatta saldırgan bir dil kurmakta herhangi bir beis görmüyor. Kültür ve sanat alanında elbette eleştiriye fazlasıyla ihtiyaç var. Mesele eleştiriyi nasıl bir dil üzerinden kaleme aldığınız ve ‘eleştiri’ den ne anladığınız... ‘Eleştiri’ deyince akla gelen ele alınan eseri, işi, kurumu, kişiyi yerden yere vurmak, gençlerin tabiri ile ‘gömmek’ ise o kolay... Sosyal medyada yapıldığı gibi aslı astarı olmayan veriler, varsayımlar, söylentiler ışığında muhatabınızı yerin dibine sokar, sonra da kısa süreliğine kendiniz gibi düşünen bir avuç insanın kahramanı olursunuz. Ama maksat yapıcı ve iyi niyetli eleştiriyse hakkaniyetli ve ölçülü bir dille ele aldığınız mevzunun olumlu yanlarının yanı sıra eksiklerini, gediklerini de ortaya koyar, o eksiklerin kaynağına işaret edersiniz. Ha, niyetiniz bağcıyı dövmekse o başka...