Zorlu günler

Cüneyd Altıparmak/ Hukukçu
3.03.2025

Yaşam normatif düzenlemelerden ibaret değil. Sözlerimizin, eleştirilerimizin mantığa dayalı bir adalet duygusuna ihtiyacı var. Türkiye'nin TİHEK kararlarından ve ceza soruşturmalarından yola çıkarak kaleme alınacak “Yaşamın İnsaflı Biçimde Sürdürülmesine Dair Kanun” düzenlemesine ihtiyacı var. Bir de bu laiklik konusunun ne olduğunu değil ne olmadığını tarif etmeliyiz artık.


Zorlu günler

Cüneyd Altıparmak/ Hukukçu

Tam da 28 Şubat'ın yıl dönümünde, ilginç bir olay oldu. Vestel'inde içinde bulunduğu şirketler grubu olan Zorlu Holding'de tabiri caizse ve en hafif tabirle bir "had bildirme" talimatını okuduk. Süreç, zamanlama, içerik ve nihayet hukuki durum bağlamında bir analiz yapmadan önce şunu net biçimde görmemiz gerekiyor. Türkiye'de laiklik olgusunu, dinin tüm unsurlarıyla "evin içine itilmesi" olarak algılayan ve adeta bu kabulü bir "din" olarak görmüş bir kitle var. Bununla yaşıyor, bununla amel ediyorlar. Sözüm ona siyasi iklim değişmiş de olsa, bu hastalık kendisini bir yerden göstermeyi biliyor. İyi ki gösteriyor. Zira bu olayın muhatabı olan kitlenin de daha farklı yaşam biçimini özümseyenlerin de haklarını korumak ve tahkim etmek için bize konuşma ve aksaklıklara dikkat çekme imkânı veriyor....

e-posta'da neler var?

Vestel CEO'su Ergün Güler'in şirket çalışanlarına bir Ramazan Tebriği gönderiyor. Ardından kurumsal e-posta üzerinden Holding'in CEO'su yani amiri pozisyonunda olan Cem Köksal devreye giriyor. "Bizim kurumsal olarak kutlanacak günler listemizde Ramazan ayı yer almıyor, dini günlerden Şeker ve Kurban bayramları yer alıyor. Bunlar dışındaki günleri kurumsal olarak kutlamamız doğru değil" diye yazıyor. Buraya kadar bir nebze görmezden gelinebilir veya "şirket içi" olarak kalabilir diye düşünebiliriz ifadeleri. Bence bu ifadeler bile tepki alması için kâfi. Ama zaten Köksal bu aşama da kalmıyor. Şunları ekliyor: "Şirket olarak dinden bağımsız bir duruşumuz var. Çok uluslu bir şirket olmaya çalışırken, her dinden ve milletten de çalışanlarımız olmasını bekliyoruz. Dolayısıyla bu gibi bir kutlamayı kurumsal olarak yapmamızı hiç doğru bulmuyorum. Buna benzer konuda seni daha önce de uyarmıştım. Lütfen bunun hiçbir şekilde tekrarı olmasın. Bu uyarımı da ciddiye almanı özellikle rica ediyorum" diyor. Böyle bir yazışmanın içeriği nasıl dışarı sızdı bilmiyoruz. Böyle bir içeriğin bu şekilde kamusallaşması da ayrı bir hukuki problem. Ancak başlı başına bu konuda düzenlenmiş bir suç yok. Neticede böyle bir yazışma var ve herkes bunu biliyor artık...

İfadeleri analiz edelim

Köksal'ın söylediklerini iki bölüm üzerinden değerlendirmek gerekiyor. İlki "kurumsal olarak böyle kutlamalara" yer vermiyoruz, biçimindeki bölümü. Yani şirket sadece Şeker ve Kurban Bayramı olarak ifade ediyor dini günleri. Ramazan yok, Ramazan ay olarak da bayram olarak da yok. Buraya kadar "hazmedemesek de" takdir der geçeriz ancak esas bomba sonraki satırlarda patlıyor. Dinden bağımsız bir duruşumuz var diyor, Köksal ama Şeker ve Kurban için bir müsamaha alanı oluşturuyor sağ olsun! Her milletten çalışanımız var diyor, çok ulusluyuz diyor. Yani böyle yaparsak herkesin dini günlerini takip etmek zorunda oluruz demek istiyor. Ancak bu bakış açısı ile çok uluslu olunmaz bunu unutuyor!.. Her milletin ve dinin mensubu çalışanlarına bu şirketin yaklaşımı; kendi ülkesinin dinine davrandığı gibiyse vay halimize... Vay halimize diyoruz ama ne cadılar bayramı ne Noeller ve ne de sevgililer günü kalmış kutlamadığı Vestel'in! Ve esas sorunlu cümle ise sonda: Benzer bir konuda uyarmıştım, bir daha olmasın!

Olsa olsa kandil mesajıdır!

Köksal'ın daha önce yaptığı uyarılara dair iki ihtimal var. Birinci "hayırlı cumalar" mesajı, ikincisi ise "kandil mesajı". Bunun dışında dini bir günümüz yok. Bayramları ise zaten şirket kutluyor. Buradaki ifade açık şekilde işe dönük. "Böyle bir mesajı bir daha paylaşma" demek ise bir yasaklayıcı. Neresinden bakarsak bakalım, doğru değil. Toplumda zaten tepki gösterdi. Yine bir kısım "şirket için görüşmeye de mi müdahale ediliyor" dedi. Tipik savunma. Sonrasında başlatılan soruşturma ve gözaltı işlemi ise yadırgatıcı geldi herkese eminim. Bunun altında yatan sebep ne biliyor musunuz? Böyle bir durumun daha önce soruşturulmamasının verdiği izlenim. Muhafazakar kesimden de itirazlar geldi bir insaf belirtisi olarak. Ancak "böyle olmaz" biçimindeki ifadelerin temel saikini iyi okumak gerekiyor. Ve hukukun meseleye bakışını bilerek tepki vermek gerekiyor.

Hukuk ne diyor?

Suç var veya yok diyemeyiz. Köksal pişman da olmuştur, belki. Sonradan kabahatini anlamıştır. Bu bağlamda bir sorun yok. Ancak hukuki olarak bu tip olaylar ile mücadele edilmezse çokça başımıza geleceğini bilmemiz gerekiyor. Daha geçen yıl bir sitede tesettürlü bayanların havuza giremeyeceği düzenlenmişti. Site yönetimine itiraz dilekçesini ben yazdım. Neyse ki erken anladı durumu yönetici ve sorun çözüldü. Çözülmeseydi ne olacaktı? Doğrudan TİHEK'e başvuru yapacaktım. TİHEK'in sayfasında benzeri kararlar mevcut. İlginç biçimde bunlardan ders çıkarmayan bir yapımız var. Daha birkaç ay önce TİHEK bir işçinin dosyasında karar verdi. Olayda TİHEK işçinin cuma günü öğle vaktinde namaza gitmesi üzerine şirket tarafından tutanak tutulduğunu ve bu sebeple iş sözleşmesinin feshedildiğini tespit etmiş ve en yüksek tutarda para cezası uygulamıştır (2024/453).

"Bu giyim tarzı ile olmaz!"

Çok değil 2022 yılında bir karar da öğrencinin tesettürlü olması sebebiyle sınava alınmama işlemine dair şikayet olduğunu görebiliriz (2022/1841). Burada öğrenciye karşı hocası tarafından sarf edilen sözler ise şöyle: "H. K.'nin kendisiyle olan konuşmasında; inancını ve tesettürünü hedef aldığını, tesettür şeklinin itici olduğunu, kıyafetiyle hiçbir yerde çalışamayacağını, Okuduğu bölümün kadınlar için uygun meslek olmadığını, yozlaşmış olduğunu, tesettür şeklinin İslam inancında yeri olmadığını, Arap kültürü olduğunu, toplu taşımada karşı cinsle iç içe seyahat edip dip dibe otururken yüzünü kapatmasının anlamsız olduğunu, özgüven eksikliği, çirkin olduğunu düşünmesi veya yüzünde bir iz olmasından dolayı bu şekilde giyiniyor olabileceğini, babasının veya eşinin baskılarından dolayı yüzünü kapattığını, cemaatlerin beynini yıkadığını, canlı bomba bile olabileceğini, çevresindeki insanlara güven sağlaması ve dışlanmaması için yüzünü açması gerektiği" ifade edilmiş. Pek tabi sonucunda ihlal kararı verilmiş ama zihniyet, halen dolaşıyor aramızda.

Her şey suç olmalı mı?

Vestel'deki durum böyle ama bakiye bir tartışma bıraktı geriye. Bunu tartışmak zorundayız. Bu ve benzeri eylemleri hangi angajmanla ele almak gerekiyor? Adli mi idari mi? Yani suç sayıp hapis veya adli para cezası mı verelim yoksa idari para cezası verip birer kabahat olarak mı bırakalım. Öncelikle mevzuatta bu bağlamdaki suçlara göz atmak da yarar var. Türk Ceza Kanunu formülasyonundaki bu tür suçların ortak özelliği cebir, tehdit veya zorlama suretiyle icra edilmesi yönünde. Failin temel motivasyonu ise "ötekine" duyduğu nefret ve bunu ayrımcı bir öğe olarak zihninde kabul etmesidir. Bu bağlamda ilk olarak TCK m. 122'deki "nefret ve ayrımcılık" suçuna bakabiliriz Burada temel ayrımcılık parametreleri sayılmıştır. "Dil, ırk, milliyet, renk, cinsiyet, engellilik, siyasi düşünce, felsefi inanç, din veya mezhep farklılığından kaynaklanan nefret nedeniyle...", bir kimsenin mal, hizmet, iş veya ticari faaliyette bulunmasına engel olunuyorsa suç oluşacaktır. Cezası 1 ila 3 yıl arasında hapistir.

TCK m.115'te düzenlenen bu suç son günlerde konuştuğumuz konuya dair. Uygulamada pek karar bulunmayan bir madde. Bu da çok kullanılmadığı, benzer durumların kabahatler disiplini ile çözüldüğüne işaret ediyor ilk elden. Buna göre "cebir veya tehdit kullanarak", bir şahsın dini, siyasi, sosyal, felsefi inanç, düşünce ve kanaatlerini açıklamaya veya değiştirmeye zorlamak, açıklamasını yasaklamak suç olarak düzenlenmiş. Madde ayrıca sadece "cebir veya tehdit olmasa bile" hukuka aykırı başka bir davranışla bir kimsenin inanç, düşünce veya kanaatlerinden kaynaklanan yaşam tarzına ilişkin tercihlerine müdahale etmeyi ve veya bunları değiştirmeye zorlamayı suç olarak düzenlemiş. Köksal'ın e-postasına bu açıdan bakalım. Ortada cebir veya tehdit yok diyen hukukçular özellikle buraya iyi bakmalı. Kaldı ki iş konusunda bir tehdit olduğu da açık. Ama bir an için yok diyelim, personele böyle açıkça "talimat vererek amir olma" yetkisinin kullanılmasının sınırı bu! (Karşılaştırınız: TCK m.117)

Gelelim tartışmaya...

Bu tip konulara ilişkin olarak daha öncede söylediğim bir hususu arz etmek istiyorum. Tutuklanmalı mı fail derhal yoksa adli kontrol yeterli mi olmalı? Bunlara karar verip, ölçülü ve orantılı ve fakat toplumun tümünün "evet bu doğru" bir adım diyeceği bir düzenlemeye, kurallar bütününe ihtiyacımız olduğunu düşünüyorum. Gelişen konjonktür ve deva bulmaz bu hastalık bize toplumun tüm kesiminin rahata ereceği düzenlemeleri konuşmayı öğütlüyor. Ancak yaşam normatif düzenlemelerden ibaret değil. Sözlerimizin, eleştirilerimizin mantığa dayalı bir adalet duygusuna ihtiyacı var. Türkiye'nin TİHEK kararlarından ve ceza soruşturmalarından yola çıkarak kaleme alınacak "Yaşamın İnsaflı Biçimde Sürdürülmesine Dair Kanun" düzenlemesine ihtiyacı var. Bir de bu laiklik konusunun ne olduğunu değil ne olmadığını tarif etmeliyiz artık.