Mehmed Âkif, ikbal güneşinin batıp her alanda çöküşün dayanılmaz ağırlığı altında yaşanan ahlâkî yozlaşma, ruhî bulanıklık, tembellik ve kimlik bunalımlarının yaşandığı bir dönemde görülen bir rehberdir. Uyarıcı bir iman adamı olarak milletin inançlarına, değerlerine, ahlâk köklerine dönmesi ve silkinerek yeniden kıyama durması gerektiğini tembih eden bir istikbâl hatibidir.
S. Burhanettin Kapusuzoğlu/ Yazar
Türk düşünce tarihini inşa eden pek çok düşünür, alim, arif, sanatkâr ve şair yetişmiştir. Fikir burcunda ufukları gözleyen bu büyük isimler, yazdıkları eserlerle tarihe not düşmüşler ve talihe açıkça baht olmuşlardır. Ancak bu kurucu isimlerden bazıları, millet vicdanında iz bırakarak yaşadıkları zamana değer katmışlar ve zamanlarındaki hâkim ruhun kudretli şârihleri olmuşlardır.
İşbu ilim ve irfan meydanında en saygın isimlerden biri olan Mehmed Âkif Ersoy, ifade kudreti açık olan nesirleri ve şiirleri ile olduğu kadar, ahlâkı, yüksek karakteri, fikrî duruşu ve önderliğiyle de milletimizin hâfızasında haklı bir yer edinmiş mehabetli bir isimdir.
Mehmed Âkif, bu toprağın has evlâdıdır, bizdir, hepimizdir. Babası Kosovalı bir Arnavut, annesi Buharalı bir Türk olarak baht şehir İstanbul'da hayata doğan bir akıncı beyi olarak fikir meydanında akından akına koşmuştur.
Âkif Bey, sadece güçlü şekilde icra ettiği sanatı ile değil, aynı zamanda düşünceleriyle de sorunlar yumağı olan en ağır devre damgasını vurmuştur. Türk düşünce külliyatında; inanmış, sürekli okuyan, düşünen, sanatkâr, akleden kalp sahibi, zamanının farkında, ahlâkı gözeten, rehavete razı olmayan, cehalete amansız düşman, tembelliğe hasım, sürekli çalışmayı, üretmeyi, birliği, dirliği ve kardeşlik hukukuna riayeti önceleyen bir zat olarak haklı ve saygın bir yer edinmiştir.
Uyarıcı bir iman adamı
Âkif Bey, ikbal güneşinin batıp her alanda çöküşün dayanılmaz ağırlığı altında yaşanan ahlâkî yozlaşma, ruhî bulanıklık, tembellik ve kimlik bunalımlarının yaşandığı bir dönemde görülen bir rehberdir. Uyarıcı bir iman adamı olarak milletin inançlarına, değerlerine, ahlâk köklerine dönmesi gerektiğini ve silkinerek yeniden kıyama durmasını tembih eden istikbâl hatibidir.
Âkif Bey ve emsâlleri, fevkalâde zor zamana denk geldiler. Balkan bozgunun ve Birinci Cihan Harbi'nin beşer takatini aşan felâketleri karşısında yeniden umut yeşertmeye çalıştılar. Asırlarca canhıraş bir mücadele ile karşı karşıya geldiğimiz Batı dünyası, Sanayi Devrimi'ni yapıp, üretim araçlarını kuvvetli bir şekilde arttırmasını ve ezici modernleşme sürecini sömürgeleşme ve sömürü ile dayatmasını iyi biliyordu. Devlet ve aydınlar ise bu çağın farkında idiler. Fakat her türlü gayrete ve tedbire rağmen çöküşe set çekecek hamleler tabii ki yetmiyordu. Bu hengâmda Batı'nın bilimsel ve teknolojik ilerlemesine kör kalmadan alınması gerekenin alınmasının gerekliliğini söylemiştir. Bunun yanında modernleşme ile gelen Batı medeniyetinin kültürel yabancılaşmaya yol açan yönlerine yönelik eleştirileri ile Âkif Bey bilhassa dikkat çekmiştir.
Şartların kendine özgü bir düşünce inşa etmesine zemin hazırladığı Âkif Bey, Batı'yı mutlak bir öykünme nesnesi olarak görmemiş, insanî, ahlâkî ve manevî değerlerin insanı insan yapan unsurlar olduğunu ilân etmiştir. Bu nedenle onun fikirleri, yalnızca kendi döneminin değil, aynı zamanda bugünün de çözüm bekleyen meselelerine ışık tutmaktadır.
Âkif Bey'in Türk düşüncesindeki yeri ve önemini görüp anlamak için şiirleri, makaleleri, vaazları ve hatıralardaki cihan değer ayrıntılara âgâh olarak bir yolculuğa çıkmak gerekmektedir. Ancak böyle bir ilim ve fikir imkânı sayesinde, onun yaşadığı dünyayı ve düşünce külliyatını derinlemesine ele alıp anlamak onu tanımamızı temin edecektir.
Türk toplumunun kültür, ilim, irfan ve ahlâk yapısını anlamada Âkif Bey'in sunduğu perspektifler, yeni keşiflere yol açacak bir kılavuz olarak kendine çağırmaktadır.
Onu, bugünün ideolojik tasnif ve kamplaştırmalarına göre tarif edecek olursak, ona Türk İstanbul'un İslâmcısı diyebiliriz. Esasen yaşadığı Meşrutiyet devrinin Türkçüleri fikirleri bakımından İslâmcı'dır da. Soğuk Savaş döneminin kurgulanmışlıkları arasında konumlanıp Âkif Bey'e bakmanın sağlıklı olmadığı ortadadır.
Âkif, Türk'ü İslâm'sız düşünemez. Mesele sadece Türk olmaksa kim ondan daha Türk'tür acaba? Gayet nettir: O; "Türk'e hiçbir kavmin horoz olmasına tahammül edemem!" diyen bir ezel bahtlısıdır... Onun idraki, milleti imanı ve kimliği ile harmanlayan, ahlâkî dirilişe çağrısını sürekli yapan ve özgün bir entelektüel düşünce ortaya koyan mirası, bizlere yalnızca geçmişe dönük değil, aynı zamanda geleceğe yönelik bir fikrî yol haritası sunmaktadır.
Âkif'in toplumu aydınlatma yolunda verdiği emeklerin, bugün de toplumun aklına ve gönlüne ışıklar saldığını görmekteyiz. Onun felsefesinin ve edebî mirasının köklerine inmek için okudukça, okuduklarımızın ilhamı ile millet rehberi mütefekkir şairin karşısında sadece ihtiramla durabiliriz.
İstanbul kadar geniş bir ufuk
Âkif Bey'in, Türk düşünce ve edebiyatında derin izler bırakan bir şair, yazar ve düşünür olduğu şüphesizdir. Varlık yokluk mücadelesinin verildiği Seferberlik yıllarında ve bilhassa Millî Mücadele uğrunda başında olduğu Sebilürreşad Dergisi, makaleleri ve camilerde verdiği vaazlarının muazzam etki gücü sayesinde, istiklâl duvarına konan harcın en büyük emektarlarından biri yapıştır onu. Millî mutabakat metni hükmündeki İstiklal Marşı'nın şairi olmakla bahtlanan Âkif Bey, kurtuluş mücadelesine yönelik inancını, ahlâkî değerleri ve sosyal meseleleri ele alarak bilincin açılmasına büyük katkısı olan mürebbi bir isimdir.
Âkif Bey, ilmiye mensubu bir babanın oğlu olarak iyi eğitim almış, özel derslerle ilmini ve irfanını tahkim etmiş bir İstanbulludur. Çok iyi derecede Arapça, Farsça ve Fransızca bilmektedir. Türk edebiyatına hakimiyeti şaşırtıcı derecede güçlüdür. Eğitim hayatı boyunca Doğu kültürünü ve Batı fikir akımlarını okumuş ve iyi anlamıştır. Bir yandan felâketler çağında yaşamanın hüznüne yenik düşmeden, Osmanlı Devleti'nin çöküşüne şahitlik ederken, diğer yandan da cehaletin ve emperyalist işgalin altındaki İslâm dünyasının Batı karşısında yaşadığı sorunlara karşı düşüncelerini ilân etmiştir. Bu süreçte, köklü/gelenekli ve modern bir Müslüman olarak İslam'ın modern dünyaya karşı nasıl anlaşılıp anlatılması gerektiğini ve Müslümanların cehalet girdabından sıyrılarak hurafelerden nasıl arınması gerektiği konusunu etraflıca sorgulamıştır. Bunu yaparken de Türkistan'ı, Kazan çevresini, Mısır'ı ve Hint kıtasını yakından takip etmiştir.
İmparatorluğun yabancı etki merkezlerinin politikalarına karşı devletin takip ettiği politikalardan biri olarak Müslüman unsurların etnik tuzaklara düşmemesi için verdiği mücadelede Âkif Bey, dikkat çekici bir mevkidedir. İngiliz, Fransız, Rus ve İtalyan sömürgesi olmak zilletine düşmüş Müslüman toplulukların yaşadıkları her yerde bu politika, müstevlileri hayli rahatsız ve tedirgin etmiştir.
Âkif Bey, Müslümanların İslâm'ın mukaddesleri arasında vazgeçilemeyeceklerinden olan inanç birliğinden kaynaklanan kardeşlik ve birlik ilkesini ısrarla dile getirmiştir. Tabii ki romantik değildir asla, ayakları yere basmaktadır.
Âkif Bey nazarında, ilim ve ahlâkla donanıp cehaleti terslemeleri ile beraber, Müslüman milletlerin dayanışması ve İslâm'ın birleştirici ve dirileştirici gücü, toplumsal sorunların çözümünde kritik bir rol oynamaktadır. Bu bağlamda, yeryüzündeki Müslüman unsurlara hitap ederken, aynı zamanda millî bilinci ayakta tutmayı ve kök kimliğin korunmasını da bilhassa önemsemiştir. Milletin bağımsızlığının, ahlâk ilkeleri ve manevî değerlerle desteklenmesi ile güçlü şekilde sağlanabileceğini ve sürdürülebileceğini ve bu çerçevede bir "manevî diriliş" sayesinde var olunabileceğini ifade etmiştir. Bu hükme kani olmak için sadece İstiklâl Marşı'nın ilim, tarih, irfan ve hikmet zaviyesinden şerhi yeterlidir.
Âkif Bey, felâketin eşiğindeki dönemin ahlâkî çöküntüsüne ve ruhî fırtınalarına dair sert eleştirilerde bulunmuştur. Toplumdaki yozlaşmayı, manevî değerlerden uzaklaşmayı ve Batı'ya temelsiz ve şuursuz bir özenti içinde debelenen kesimlerdeki kültürel yabancılaşmayı çok sert eleştirir. İç âlemde bir arınma ve ahlâkî bir diriliş çağrısı yapar. Batı/Avrupa medeniyetine bakışında, "hikmeti mü'minin yitiği gördüğü ve her nerede görürse görsün alması gerektiği" için, bir yandan teknolojik ve bilimsel ilerlemeyi takip ederken, diğer yandan fikirdeki yönelişlerin derin etkisi sonucu yaşanan yozlaşmaya dikkat çeker. Batı'nın bilim ve teknoloji alanındaki ilerlemelerini örnek almak gerektiğini, ancak değerler dünyasına ait unsurlarda köklere bağlı kalınmasının daha sağlıklı ve isabetli bir yaklaşım olduğuna vurgu yapar. Şüphesiz bu ısrar, Âkif Bey'in İslam medeniyetinin yeniden canlandırılmasına yönelik bir çağrısı niteliğindedir.
Şiir, şair ve şuur
Âkif Bey'in önemli eseri Safahat, fikir dünyasının sanatın âhengi ile berrak bir şekilde yansıdığı müstahkem bir hisardır. Meşrutiyet devrinde kendine has bakışı ile dikkat çeken Âkif Bey, şiirlerinde sanatın estetik kıvamı ile somutlaşmış; "belâgat kasırgası" eseri Safahat'ında, halkın dertlerine, umutlarına ve acılarına tercüman olmuştur. Onun, toplumun yeniden dirilişi ve ahlâkî tahkimatı adına sunduğu eleştiriler, genç nesiller için bir uyanış vesilesi olmuş ve Âsım'ın şahsında esaslı bir rol modeli millî irfana takdim etmiştir. Âkif Bey'in eleştirileri, aslında toplumun kendine dönme çağrısı, millî ve manevî değerlere sırtını dayayarak geleceğe güvenle bakabilme arzusudur.
Esasen o, şiirini; Haçlı Seferleri ve Moğol İstilasına eklemlenen tüm zamanların en çetin durağında söylemiştir. Şartlar, sadece sanat endişesi ile bütünüyle naif söyleyişlere mani olmuştur. Halbuki onda Fuzûlî ve Şeyh Gâlib'in ardı sıra çok güçlü şiirlere hayat verecek kudretli bir şiir kumaşının olduğu çok belirgindir. Safahat, maddî ve manevî hayatın her haletine denk düşen konularla ve hisli söyleyişlerle doludur.
Hele ki İstiklal Marşı, Türk milletinin varoluş mücadelesini, vatan sevgisini anlattığı ve kendi gökkubbemiz altında bir bayram saati hazzı ile ömürler sürülmesinin birlik ilkesine bağlı oluşunu ve ardınca dirlik ikramını gayet beliğ bir şekilde dile getirdiği millî mutabakat metnidir. Hakikatli bir akıncı beyi olarak "Kahraman Ordumuza" ithaf ettiği Millî Marş, milletin millî=manevî bir rehberi olma niteliğindedir.
Âkif Bey, Türk düşünce tarihinde önemli bir yere sahiptir. Şairdir, hatiptir/vaizdir, mütefekkir bir yazardır, yayıncıdır, mûsıkîye vâkıf bir neyzendir, "Cenâb-ı Mevlânâ" diye ihtiramla hitap ettiği Hazreti Mevlânâ'nın Mesnevî'sini okuyan bir âşıktır ve ahlâk abidesi bir alimdir. Onun düşünceleri, İmparatorluğun hazanında Müslüman bir Türk'ün millî ve manevî alana mahsus fikirleri kâmilen harmanlayan, daima ahlâkî değerleri merkeze alan ve Batı medeniyetine eleştirel bir bakışla yaklaşan felsefî çerçeve sunar.
Âkif Bey, Osmanlı'nın son dönemlerinde doğan, Cumhuriyet'in ilk yıllarına şahitlik eden ve gurbette de çile dolduran bir düşünür olarak, milletinin ait olduğu inanç ve kültür dünyasına ait kıymet hükümlerini müdafaa eden bir sima olarak dikkate şayandır. Tabii ki yalnız değildi. Emsalleri, arkadaşları ile beraber başyazarı olduğu dergi ile geniş bir coğrafyaya hitap eden, bunu yaparken de toplumun tüm katmanlarına nüfuz eden bir değerler bütününü hem yaşıyor hem de müdafaa ediyordu. Bu anlayışı, onun eserlerinde belirgin bir şekilde kendini göstermektedir ve günümüzde de hak edilmiş etkisini sürdürmektedir.
Âkif Bey, Batı'yı görmüş bir aydın sıfatıyla, duruşunu, Batı'ya karşı körü körüne bir reddediş ya da hayranlıkla değil, seçici bir tavırla şekillendirmiştir. Batı'nın bilim ve teknolojik gelişmelerini sıkı takip edip mutlaka almak gerektiğini sürekli ihtar etmiş, kültürel farktan dolayı Batılı değerlere olan eleştirisini muhafaza etmiştir. Bu yönüyle, onun düşünceleri bugün de İslam toplumları için bir rehber niteliği taşımaktadır.
Türk toplumunun modernleşme sürecinde karşılaştığı zorluklar karşısındaki durumuna yönelik getirdiği eleştiriler, günümüzde de geçerliliğini korumaktadır. Güneşin gurûb ettiği âteşîn zamanın toplumuna ayna tutan şiirleri ve düşünceleri, ülkede kültürel ve ahlâkî bir dönüşümün yapı taşları olarak kabul edilebilir. Dolayısıyla, onun fikirleri, Türk düşüncesinde hem millî hem de manevÎ bir rehber olarak büyük bir önem arz etmektedir.
Âkif Bey'in seçici modernleşme anlayışı, Batı'nın değerlerini taklit etmeden, İslâm'ın inanç ilkelerinden doğan sâbiteleri ve kültürel kimlik icabı vazgeçilmez unsurları koruyarak yeniliklere açık olma şeklinde özetlenebilir. Bunu kendisi kalarak yenilenme, değişme ve gelişme şeklinde ifade edebiliriz.
Âkif Bey'in, Âsım'ın şahsında yeni nesillere söylediklerini, zamana uygun bir dille yeniden ifade edilmesi, şimdiki zamanın rehberlerinin kaçınılmaz görevidir. Hızlı değişim sürecinin, değerlerden uzaklaşma eğiliminin, dijital dünyada bireysel hazların ve anlık tatminlerin peşinde... genç nesillerin yorulup tükenmesine razı olacak yoktur.
Duru ve dimdik ahlâkî duruş
İnanmış bir hakikat adamı olarak Türk düşünce dünyasında derin izler bırakan Âkif Bey, sadece bir şair ve yazar olarak değil, aynı zamanda bir ahlâkçı düşünürdür. Bu bakımdan ihtiramı hak eden ender şahsiyetlerden biridir.
Âkif Bey, Millî Mücadele'nin fikir önderlerinden bir bahtlıdır. Milletin bağımsızlık mücadelesine duyduğu derin inançla toplumu dirilişe çağıran düşünceleri ile milletin istikbaline himmet eden aziz bir mânâ mimarı haline gelmiştir. Türkiye'nin kültür ve düşünce mirasında yeri kalıcıdır.
Âkif Bey, ahlâk ve adalet arayışında Türk toplumuna bir model sunarak, İslâm'ın özüyle uyumlu bir modernleşme fikrini savunmuştur. Gelenekçi değil, geleneklidir. Zamanın gerisine düşmemek ve oyun dışında kalmamak için ilim ve fikir mirasının bugünün meselelerine ışık tutacak şekilde yeniden söylenmesi noktasında ısrarcıdır.
Âkif Bey'in, yobazlığın ve softalığın her türlüsüne kapısı kapalıdır. Batı'nın ilim ve teknolojisindeki gelişmesini takip ederken, kendi toplumunun kök değerlerine sıkı sıkıya bağlı kalan bir düşünür olarak, "medeniyet" kavramını yeniden yorumlamıştır. Bu haliyle Türk milletine ve ebedî kardeşleri bütün Müslüman unsurlara, manevî ve ahlâkî değerleriyle barışık bir gelişim yolunu işaret etmiştir.
Türk düşüncesinde Âkif Bey'in yeri, onun saf, duru ve dimdik ahlâkî duruşu ve vatan sevgisiyle şekillenir. Eserlerini ve fikirlerini incelerken, Türk toplumunun geçmişine dokunan, günün meselelerine teşhis koyan ve yarının ufkunu aydınlatan anlamlı bir mirasa sahip olduğumuzu görürüz. Düşünce dünyasını derinlemesine kavrarken, onun mirasının, hayatı anlama ve değerli yaşama çabamızda rehber olarak nefes aldırdığına şahitlikle rahatlarız. Dirilişi, kimlik arayışını ve millî ruhu yeniden ihya etme çabasını ve bir gelecek rehberi olduğunu fark ederiz; farklılığımız belirginleşsin ve artsın diye...
Son olarak şu kadarını söylemek zâit addedilmese gerek:
Âkif Bey merhum; "Allah, bir daha bu millete İstiklâl Marşı yazdırmasın!" diye dua etmiştir. Hayfâki, bu duaya aldırış etmeden İstiklâl Marşı'mızı değiştirme teşebbüsleri cümlenin malumudur. Fakat tecellî öyle mehabetli olmuştur ki, Âkif Bey'in duası yenmiştir niyet ve gayret sahiplerinin alayını. Onun için, Safahat'ı elimizden düşürmeden, aşk ile; "Bu duâya cümlemiz diyelim; Âmin! Âmin! Âmin!"