Yunanistan'ın topraklarında ABD askeri varlığını barındırması onun aynı zamanda taşeron ülke olarak kendi rolünü de resmi olarak kabul etmesi anlamına gelmektedir. Her ne kadar bu askeri yığınağın Rusya için yapıldığı beyan edilse de bu durum gerçekçi değildir. Polonya ve Çekya'ya 2008 yılında kurulan hava savunma ve radar sistemlerinin Rusya için değil İran için kurulduğu yalanı ile aynı minvaldedir.
Dr. Tuğrul Camaş / Yazar
11 Eylül 2001 tarihinde ikiz kulelere yapılan saldırı ile birlikte Soğuk Savaş sonrası dünya tarihinde ve uluslararası ilişkilerde yeni bir süreç başladı. Saldırıların üzerinden geçen 20 yıllık süre zarfında özellikle Kuzey Afrika, Ortadoğu, Balkanlar, Doğu Avrupa ve Afganistan'da birçok lokal savaş, çatışma ve krizler yaşandı. Asya kıtasının büyük bir kısmı Doğu Avrupa'dan başlayarak Arap yarımadasından Kore yarımadasına kadar hemen hemen mümkün olan her yerden kuşatma altına alındı. Kuşatmanın sloganı "demokratikleşme" maksadı ise ABD dış politikasının siyasi ve askeri tüm unsurlarıyla birlikte rejimleri ve haritaları değiştirme çabası. Kuşatma Batı Avrupa'nın ve Kuzey Amerika ülkelerinin sınırlarının bittiği yerlerden başlayarak mümkünse demokratik devrimlerle değilse Irak'ta olduğu gibi silahlı yollarla rejimleri kendi lehine değiştirmek olmuştur. Son olarak bu kuşatma çemberi Sovyetler Birliğinin dağılmasıyla daha da daralarak doğu yönlü ilerlemiştir. Bugün gelinen noktada açılacak bir gedik ile Asya'nın kalbine girerek ve bu bölgede yayılmaya çalışılmaktadır.
Taşeron hizmet
Bu kuşatmada Afganistan iç Asya'ya girebilmek; Rusya, Çin ve İran ile komşu olmak, Hazar-Karadeniz arasında kalan Kafkasya'yı kontrol edebilmek için stratejik öneme sahip atlama taşı olarak görülüyordu. Plana göre Ortadoğu'da gelişen Arap Baharları ise Türkiye'de iktidarı değiştirecek; İran'ın, Kafkasya'nın Anadolu'dan, Rusya'nın da Karadeniz'den kuşatılmasını sağlayacaktı. Bu hedeflere ulaşılamasa dahi kuşatma çemberinin içerisinde kalan ülkelerin sınırları istikrarsız hale getirecek; siyasi askeri ve diplomatik olarak bu ülkeler yıpratılarak içeride halk hareketleri ile rejimler değiştirilecek ve "sözde demokratikleşerek" ABD dış politikasının öngördüğü politikaları uygulayacak isimler iktidara gelecekti. Bu sayede küresel kapitalist sistemin ekonomik düzeni zarar görmeden savaşsız bir şekilde yeni haritalar çizilecekti. Yine bu sayede rejimi ABD lehine değişen ülkeler kendi ordularını ve gerekirse diğer imkânlarının komşu ülkeye karşı da düşmanlık yapmak suretiyle kullandıracaktı. Bu noktada yayılmanın "taşeron ülkesi" olarak hizmet edeceklerdi. Maksatları itibariyle bu iş kansere yakalanan kapitalist sistemin daha geniş ve daha yönetilebilir alanlara ihtiyaç duyduğu gerçeğinden hareketle yeniden sağlığına kavuşturmak olmuştur. Bu süreçte ulus devlet ise istenmeyen azılı düşman olarak görülüyordu.
Etkin çatışma sahaları
Bahse konu kuşatmanın etkin çatışma sahaları ise Ortadoğu ve Afganistan olmuştur. 11 Eylül olaylarının üstünden geçen 20 yıldan sonra Afganistan'da ABD ve müttefiklerine gösterilen gayriresmi mukavemet nedeniyle burada istediğini alamayan ABD bölgeden çıkmak zorunda kalmıştır. Hatta kendi kurduğu rejim de yıkılmıştır. Keza Suriye'de her ne kadar Türkiye, Rusya ve İran'ın menfaatleri birçok noktada uyuşmasa da bölge dışı aktöre karşı sergilenen başarılı alan savunması ABD'nin burada da istediğini alamamasına neden olmuştur. Bu nedenle ABD kuşatması şansını başka coğrafyalarda aramak ve yeni gedikler açmak üzere Doğu Avrupa'ya yönelmiştir. Bu yöneliş kuşatmanın ikinci perdesi olarak aynı zamanda yeni bir süreci de başlatmıştır. Bundan böyle akşam haberlerinde Afganistan'ı değil daha çok Ukrayna'yı duyacağımız yeni bir dönemi de başlatmıştır. Yeni ancak eski bir problemin tekrar gündeme gelmesi tesadüfi değil. Kaldı ki burada muhtemel bir savaşın olacağı zaten aşikardı.
Turuncu devrimlerin sembolü "Maydan" aslında ABD ve Rusya arasında gerilimin başladığı önemli bir dönemeçtir. Kendine gedik açamayan kuşatma demokratikleşme sloganı ile rejimini değiştirdiği Ukrayna'yı Rusya karşısında harp tarihine, diplomasi tarihine ders olacak şekilde izlediği diplomasi ile (tahrik diplomasisi) yem ederek Rusya'nın Ukrayna topraklarını işgal etmesini sağlamıştır. Burada Ukrayna yem edilmiş Rusya ise tuzağa düşürülen ülke olmuştur. Kaldı ki Rus dış politika yapıcıları ve güvenlik birimlerinin 2008 den bu yana kuşatılmışlık psikolojisi içerisinde olması ve de Rusya'nın sınırlarına yakın bölgedeki çemberin günden güne daralıyor olması Rusya'nın karşı direnci Ukrayna toprakları içerisinde göstermesinin de nedenidir. Bu süreçte Ukrayna iç siyasetine 2004'ten bu yana kendine yakın isimleri lider seçtirmeye çalışan ABD dış politikasının temsilcisi Zelenskiy'nin tarihi bir rolü vardır. Ukrayna yönetiminin başında gerçekten siyaset, tarih, diplomasi ve uluslararası ilişkiler bilen bir lider olsaydı insanlık tarihinin böylesi gelişmişlik düzeyinin yaşandığı bir döneminde kendi ülkesini işgale maruz bırakmayabilirdi. Burada ne yapılmalıydı da yapılmadı ayrı bir tartışma konusu. Ancak Zelenskiy'nin ABD dış politikasının Rusya'yı Ukrayna'ya girmesine vesilen olan tahrik diplomasisinin özel bir aparatı olarak çalıştığı tarihi bir gerçektir. Sovyetler Birliğinin dağılmasına vesile olan süreçte Afganistan'ın üstlendiği rolü Batı bu kez Ukrayna'ya vermiştir. Burada ABD dış politikasının hedefi tabii kî Ukrayna'nın bu savaşta Rusya'yı yenmesi değildir. Bu işgal kuşatmanın amaçlarından biri olan sınırların istikrarsızlaştırılması için zemin oluşturmuştur. Burada maksat Ukrayna'dan yeni bir Afganistan çıkararak Rusya'yı mümkün olduğunca uzun bir süre Ukrayna'da tutmaktır. Ancak bu sayede Rus ekonomisi yaptırımlarla ve uluslararası izolasyon ile yıpratılabilir ve yorgun düşürülebilirdi ve bu sayede Rus toplum düzeni ve iç siyasi yaşam istikrarsızlaştırılabilirdi. Yine savaşın uzaması bölgenin savaş nedeniyle istikrarsızlaşmasına ve de sosyo-ekonomik olarak halkın baskılanmasına neden olacaktır. Bu durum ABD'nin sözde demokratikleşme sloganıyla yürüttüğü ancak rejim değişikliğini başaramadığı ülkelerin iktidarlarının değiştirecek siyasetin bir parçasıdır.
Piyon ülke Yunanistan
Ukrayna meselesini bir tarafa bırakacak olursak Ukrayna'nın ABD dış politikasının yayılmacı politikalarının taşeron ülkesi olarak üstlendiği rolün simetrisini Yunanistan'ın da üstlendiğini görüyoruz. Rusya-Ukrayna savaşının başlamasıyla Batılı ülkeler Soğuk Savaş tarihinde olduğu gibi Türkiye'den Rusya karşıtı bir siyaset izleme beklentisi içerisine girmişlerdir. Bu beklentilerin karşılanmaması sonrası ise Yunanistan taşeron (piyon) ülke olarak sahaya sürülmüştür. Yunanistan'ın bu rolünün taşeronluk görevinin de tarihi bir simetrisi olduğu gerçektir. Yunanistan Batılı ülkelerin desteği ile Osmanlı devletine karşı başlatılan ayaklanma ile 1829'da bağımsızlığını kazanmış; Birinci Dünya Harbi sonrasında da Büyük Britanya desteği ile Anadolu'yu işgal etmiştir. Aslında konjonktür çok da değişmiş sayılmaz. Geçtiğimiz yüzyılın başında Osmanlı devletini çembere alarak kuşatan emperyalizm bugün aynı şeyi bütün bir coğrafyada yapmaktadır. Bu noktada Anadolu ve Trakya yarımadasının kontrol eden Türkiye'nin rolü bütün kıtanın kuşatmada belirleyici bir role sahiptir. Türkiye'nin jeopolitiği her zamankinden daha önemli hala gelmiştir. Ancak bu kez Türkiye soğuk savaş tarihinin sözde müttefiklerinin yanında değil bölgesinin ve ülkesinin huzurunun yanında olmayı tercih etmiştir. Aslında bu bir tercih değil mecburiyettir. Bu mecburiyet ve NATO üyesi Türkiye'nin Batılı ülkelerin beklentilerini karşılamaması onun da kuşatmanın içerisinde kalmasına neden olmuştur. Bu kuşatmanın taşeron ülkesi ise Yunanistan'dır. Yunanistan son günlerde Adalar denizi üzerinden Türkiye'ye karşı olan agresif söylemlere dayalı diplomatik bir süreç içerisine girmiştir. Aslında bu süreç Miçotakis'in Türkiye'yi doğrudan hedef alan 17 Mayıs 2022'deki ABD Senatosu hitabıyla başlamıştır. Diğer yandan Yunanistan'ın saldırgan dış politikası yeni de değildir. Yunanistan rolünü ABD dış politikasının bölgede izlediği kuşatma siyasetinin konjonktürel değişimlere göre şekillendirmiş veya oynamıştır. Libya ile yapılan MEB anlaşma süreci ve sonrasında ve Doğu Akdeniz'de enerji üzerinden yaşanan gelişmelerin tamamında Yunanistan Türkiye kuşatmasının bir parçası olmuştur. Diğer yandan Türkiye'nin ABD dış politikasının bir ürünü olan vekâlet savaşları ve terör örgütleri ile Kuzey Irak ve Suriye'de yürüttüğü dış politikasını baltalamak ve Türkiye'nin dikkatini dağıtmak için adaları da silahlandırdığı bilinen bir gerçektir. Türk kamuoyu Yunanistan'ın adaları silahlandırmasına karşı büyük tepkiler geliştirmiş ve hatta iktidar bu anlamda ağır eleştirilere maruz kalmıştır. Ancak Türk diplomasisi konjonktür gereği Yunanistan'ın Batı güdümlü tahrik diplomasisine kontrollü bir şekilde karşılık vererek gerilimi izole etmiştir. Bu durum Türkiye'nin Kuzey Suriye ve Kuzey Irak'ta sürdürdüğü dış politikayı ve operasyonları ABD dış politikasının bir isteği olarak baltalamak isteyen Yunan tarafının çabalarını boşa çıkarmıştır. Konjonktürün en müsait olduğu dönemde ise Savunma Bakanı Hulusi Akar'ın ege ordu komutanlığına gerçekleştirdiği bir ziyaret ile Yunanistan'a gerekli mesajı vermiştir.
2014 ve sonrası süreçte adaları silahlandıran Yunanistan'ın son olarak Dedeağaç'ı ABD askeri üslerini yerleştirerek Türkiye'ye karşı daha büyük bir adım atmıştır. Bu durum aslında 2001 yılında başlayan kuşatmanın Türk kamuoyu tarafından da kabul edilmesine vesile olması bakımından önemlidir. Yunanistan'ın topraklarında ABD askeri varlığını barındırması onun aynı zamanda taşeron ülke olarak kendi rolünü de resmi olarak kabul etmesi anlamına gelmektedir. Her ne kadar bu askeri yığınağın Rusya için yapıldığı beyan edilse de bu durum gerçekçi değildir. Polonya ve Çekya'ya 2008 yılında kurulan hava savunma ve radar sistemlerinin Rusya için değil İran için kurulduğu yalanı ile aynı minvaldedir. Burada hedef Türkiye'dir. Kaldı ki 2016 yılında Bulgaristan'a ABD'nin yaptığı askeri sevkiyatlar da unutulmamalıdır. Son günlerde Yunan dış politikasının saldırganlığının nedeni bu olurken maksat Yunanistan'ın Türkiye'yi muhtemel bir savaşta yenmesi değildir. Zaten böyle bir şey de muhtemel değildir. Ancak ABD'nin maksadı Ukrayna'da olduğu gibi alan olarak sınırları belirli bir savaş ile uzun süreli bir istikrarsızlık yaratmak ve özellikle rejimlerini değiştiremediği ülkelerin iç siyasi yaşantısını bozmaktır. Kaldı ki dünyanın pandemi sonrası sosyo-ekonomik anlamda son derece zor bir dönemden geçtiği, korumacı ekonomik yaklaşımlar nedeniyle küresel ticarette yaşanan daralmaların olduğu, Çin'in artık ucuz mal üreten ülke olmayı reddettiği, Rusya-Ukrayna savaşının ve iklim değişikliğinin gıda fiyatlarına olan etkisi gibi bilgiler ışığında zaten bunalımda olan ülkelerin daha da derin buhranlar yaşaması muhtemeldir. Bu durum kuşatma çemberinin siyasi askeri ekonomik ve diplomatik baskısına maruz kalan ülkelerin toplumlarının olaylara bakış açısını değiştirecek ve vatandaşların tahammül seviyesini düşürecektir. Sonunda istenilen olacak ve insanlar sokağa inecektir.
Çatışma zemini
Özellikle Yunanistan'ın adalar denizin uzun yıllardır iddia ettiği sözde haklar, hava ve deniz alanlarda yaşanan dalaşmalar bu kuşatmada sürecinin etkin birer araçları olacaktır. Bu nedenle Yunanistan gerek söylemler temelinde gerekse sahada saldırgan ve tahrik diplomasisini daha artıracaktır. Türkiye siyasi, askeri, diplomatik ve ekonomik temelde gelişecek olan uzun soluklu bir kriz sürecine hazırlıklı olmalıdır. Burada uzun yıllar sürecek bir çatışma zemini oluşturma çabası gözden kaçmamalıdır. Türk dış politikasının çok yönlü mekanizmalar gerçekleştirdiği böylesi tarihi öneme sahip bir dönemde yapılması gerekenler daha da önemlidir. Suriye, Irak, Karabağ, Libya, Afganistan ve Katar gibi ülkelerde askeri varlığın korunması, Doğu Akdeniz'de enerji sahalarında yaşanan mücadele, çözülmesi gereken ekonomik meseleler, Rusya-Ukrayna savaşının doğurduğu yeni durum, Yunanistan'ın taşeron ülke olarak kuşatmaya etkin dahiliyeti gibi meselelerin tamamı aslında bütüncül bir bakış açısıyla ele alınmalı ve tüm değerlendirmeler bu kapsamda yapılmalıdır. Yunan tarafının tahrikleri gerilimin mümkün olduğunca silahsız yollarla izole edilmek suretiyle tek taraflı kalınması sağlanmalıdır. Ne Yunanistan'ın Ukrayna olmasına müsaade edilmeli ne de Rusya gibi olunmalı. Bu süreç imkanlar dâhilinde tüm sınırlar zorlanarak silahsız bir şekilde çözüme kavuşturulmalı. Ülke iç yaşamındaki istikrar ise tarihte hiçbir zaman olmadığı kadar önemlidir. Bu istikrarın korunması bahse konu konjonktür içerisinde başarıyı getirecek en önemli araçtır.