ABD'li firmalar Çinli şirketlerle rekabette eski dönemlere kıyasla teknoloji üstünlüğüne sahip değiller. Bu nedenle gümrük duvarları yükseliyor ve ticaret savaşları olarak adlandırılan süreç küresel ekonomiyi etkisi altına almaya hazırlanıyor.
Dr. Deniz İstikbal/ Medipol Üniversitesi
Ocak 2018'de Çin-ABD arasında başlayan ve ardından küresel hale gelen gümrük vergilerini yükseltme olgusu günümüzde tekrar tartışılıyor. Trump'ın yeniden başkan seçilmesiyle Meksika, Kanada ve Çin'e ek gümrük vergileri getireceğini açıklaması, gündemin en sıcak başlıklarından. Seçim döneminde ifade edildiği şekilde Trump 2.0 olarak isimlendirilen süreç başlıyor. Genel hatlarıyla ticaret savaşları olarak isimlendirilen önlemler, ürünlerin ülkeye girişinde ek vergilere tabi tutulmasını kapsıyor. Benzer şekilde yurtdışından gelen yabancı firmalar engelleyici önlemlere maruz kalabiliyor. Örneğin AB üyeleri olan Fransa, İtalya ve Almanya Çinli firmaların kendi ülkelerinin şirket alım-satım veya ortak olma girişimlerine yasak getirdiler. Hükümetin onayı veya izni olmadan Çinlilerin kritik görülen sektörlerde faaliyet göstermesine de engeller kondu. Çin ile problemli olan ilişkiler yeni ticaret antlaşmalarıyla çözümlenmeye çalışılırken siyasi öncelikler sebebiyle sonuca ulaşılamadı.
Rekabette gelinen noktayı gösteriyor
AB'nin ortaya koyduğu tavır Çinli firmalarla rekabette gelinen noktayı göstermesi açısından önem taşıyor. 1980'lerde Çin'e yatırım yapan ve teknoloji transferi sağlayan AB ülkeleri artık Çinli firmalarla rekabette istenilen başarıyı göstermiyor. Benzer bir durum ABD'de de mevcut. ABD'li firmalar Çinli şirketlerle rekabette eski dönemlere kıyasla teknoloji üstünlüğüne sahip değiller. Bu nedenle gümrük duvarları yükseliyor ve ticaret savaşları olarak adlandırılan süreç küresel ekonomiyi etkisi altına almaya hazırlanıyor.
Trump'ın ardından iktidara gelen Biden yönetimi Çin'e karşı uygulanan tarife uygulamalarına son vermezken ek önlemlere başvurdu. Ancak alınan bütün önlemlere rağmen Çin'e karşı olan dış ticaret açığı istenilen düzeye geri çekilemedi. Örneğin 2018'de 418 milyar dolar olan dış ticaret açığı 2023'te 280 milyar dolara geriledi. Mevcut düşme eğilimi küresel ekonomide yavaşlama sonrası gerçekleşirken 2018-2023 döneminde ABD Çin'e karşı 2 trilyon dolarlık dış ticaret açığı verdi. 805 milyar dolarlık ihracata karşın 2,8 trilyon dolardan fazla ithalat gerçekleştirildi. Gelecek yıllarda ABD Başkanı Trump'ın uygulayacağı ek gümrük vergileri ve tarifelerin ise dış ticareti dengelemeye ne kadar yardımcı olacağı bir tartışma konusu. En temel mesele Çinli firmalarla rekabet gücünü artırmaktan geçiyor. Fakat küresel düzeyde Çin'e karşı böylesine bir rekabet gücüne sahip ülke sayısı fazla değil. Japonya ve Güney Kore, Çin'e karşı dış ticaret fazlası veren ülkelerin başında geliyor. Avusturalya, Brezilya ve Güney Afrika da benzer şekilde Çin'e karşı dış ticaret fazlası veren ülkeler arasında yer alıyorlar. Fakat bu ülkeler daha çok hammadde ve enerji ihracatı gerçekleştirerek mevcut dış ticaret fazlasına ulaşıyor.
Çin Rüyası
Güney Kore ve Japonya diğer ülkelerin aksine Çin'e karşı imalat sanayii ürünleri ihraç ediyor. Benzer şekilde bu ürünleri kısmi de olsa ithal ediyorlar. Kuzey Amerika ve Avrupa ülkelerine kıyasla teknoloji merkezli dönüşüm çalışmaları Japonya ve Güney Kore'de daha başarılı oldu. Dördüncü Sanayi Devrimi olarak isimlendirilen sürece hızla uyum sağlayan Japonya ve Güney Kore, üretim tesislerini dönüştürmeye başladı. Gelişmiş Batılı ülkeler Japonya ve Güney Kore kadar hızlı hareket edemeseler de benzer atılımları bu aktörler de yapıyorlar. Fakat Çin, 2008 Küresel Finans Krizinden sonra hızla Batılı ülkeleri iktisadi büyüklük olarak yakaladı ve geçti. Yeni nesil altyapı yatırımlarıyla ülkeyi yeniden inşa eden Çin Komünist Partisi (ÇKP) 20 trilyon dolarlık bir üretim merkezi yarattı. 7 trilyon doları aşan dış ticareti ve dünyanın en büyük döviz rezervlerine (3,2 trilyon dolar) sahip ülkesi Çin, yurt dışına 2,5 trilyon dolar yatırım yaptı. Enerji, ulaşım, altyapı ve imalat sanayii gibi alanları kapsayan yatırımlara projeler eşlik etti. Günümüzde Çinli firmalar dünya genelinde 2 trilyon doları aşan proje yürütüyor. Çin bankaları küresel düzeyde krediler verirken merkezi hükümet insani yardım faaliyetlerini global bir marka haline getirmeye çalışıyor. Chinese Dream (Çin Rüyası) olarak isimlendirilen global markalaşma çalışması az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeleri Çin ile iyi ilişkilere teşvik ediyor.
Batılı ülkeler tarafından Çin yatırım, proje ve kredilerine karşı birçok eleştiri getiriliyor. Bu eleştirilerin başında borç tuzağı geliyor. Batılı aktörlere göre Çin, yatırım yapılan veya kredi verilen ülkelerde ödemelerde zorlanma halinde projenin işletim hakkının devrini istiyor. Mozambik, Sri Lanka ve Tacikistan gibi örneklerden hareketle Çin'in uygulamalarını borç tuzağı olarak değerlendirmek mümkün. Fakat Çin yatırım, kredi ve yardımlarına kıyasla Batılı ülkeler finansal kaynaklarını kullanmıyor veya Çin'e karşı alternatifler yaratamıyorlar. Benzer şekilde Çin Yeni İpek Yolu Projesiyle ülkelerin altyapılarına neredeyse 1 trilyon dolarlık yatırım gerçekleştirdi. Batı dünyasından eleştiri dışında Çin'e alternatif herhangi bir girişim olmadı veya yankı uyandırmadı. IMF ve Dünya Bankası gibi, Batılı liberal düzenin finansal kurumları ise Çinliler yurtdışına yatırım yaparken gerekli vizyoner dönüşümü sağlayamadı. Benzer durum Batılı ülkeler için de geçerli. Küresel ekonomide Çin öne çıkarken Batılı ülkeler eleştiri, engelleme veya gümrük vergilerini artırma dışında işlevsel politikaları gündeme yeterince alamadı. Alınan politikalar ise Çinli firmaların daha fazla kuvvetlenmesine ve Batı dışı aktörlerin Asya'nın yeni güç merkezine doğru yönlenmesine sebebiyet verdi. Son dönemde BRICS öncülüğünde başlayan, Şanghay İşbirliği Örgütüyle daha fazla görünür hale gelen gelişmeler bu pencereden bakıldığında Doğu-Batı arasındaki rekabette kimin önde olduğuna işaret olarak yorumlanabilir.
Doğu- Batı gerilimi arasında kalanlar
Yeni Ticaret Savaşları: Trump 2.0 olarak analiz edilmeye çalışılan süreç gelişmiş ülkelerden ziyade az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelere tehdit oluşturuyor. Üretim ve ihracat merkezli refah seviyesini artırmaya çalışan ve Batılı ülkelere mal satan birçok aktör yaşanılacak tarife uygulamalarından negatif etkilenebilir. Ayrıca Çin ile iş birliği içerisinde birçok ülke Pekin ile ilişkilerini gözden geçirmesi için zorlanabilir. Çin ile rekabet halinde olan veya problem yaşayan ülkeler için ise mevcut süreç yeni fırsatlar barındırabilir. Filipinler, Vietnam, Malezya ve Tayvan yaşanılacak Batı-Doğu geriliminden iktisadi olarak karlı çıkabilirler. Özellikle Güney Çin Denizi'nde yaşanan anlaşmazlıklar ABD'nin çatışmaya dahil olmasıyla ASEAN ülkeleri lehine çözülebilir.
İktisattan ticarete, diplomasiden dış politikaya kadar birçok olguyu etkileme potansiyeli bulunan yeni ticaret savaşlarının bir diğer ayağını fiyat artışları oluşturuyor. 2021'den sonra kendini hissettiren enerji, tedarik ve gıda krizleri henüz bitmiş değil. FED ve Avrupa Merkez Bankası da salgın nedeniyle ortaya çıkan enflasyonu tam anlamıyla dizginlemiş değiller. Böylesine bir süreçte çatışmaların sürmesi ve tedarik merkezli sorunlar ABD'nin uygulayacağı politikalarda dereceyi etkileyebilir. Sonuç olarak küresel ekonomi için yeni bir evreye geçiliyor. Ancak bu evre 2008 Finansal Krizi sonrası yükselen tarifelerin bir sonucu olarak okunmalı ve Batılı firmaların rekabet üstünlüğünü yitirdiği şeklinde değerlendirilmeli.