‘Yeni düzen' kurulurken Türkiye nasıl konumlanacak?

Emin İleri/ Yazar
16.10.2024

Netanyahu'nun, Hizbullah'a yönelik gerçekleştirdiği saldırıyı 'Yeni düzen' olarak adlandırıp Lübnan'a kara harekatı başlatmasının ardından Cumhurbaşkanı Erdoğan, İsrail'in vadedilmiş topraklar hezeyanı ve dini bir fanatizm ile gözünü dikeceği yeri işaret etti. Bölge yeni bir statükoya hazırlanıyor ve söz konusu bu ‘yeni düzen'de Türkiye'nin nasıl konumlanacağı merak ediliyor.


‘Yeni düzen' kurulurken Türkiye nasıl konumlanacak?

Emin İleri/ Yazar

"Fransız İhtilali'nin asar-ı garibesinden biri dahi budur ki, bu esnada Yahudi ağzından bir beyanname kaleme alınarak tabı ve neşir ile Kudüs-ü Şerif'te bir Yahudi hükümeti teşkil olunmak üzere her tarafta olan Yahudiler, ittifaka davet olunmuştur. Zehiy tasavvur-u batıl, zehiy hayal-i muhal." Bu pasaj, devlet ve düşünce dünyamızın önemli isimlerden Cevdet Paşa'ya ait.

Siyonistlerin, Fransız İhtilali sonrası Kudüs merkezli bir devlet kurma beyanına "Ne güzel boş bir hayal" diyen Paşamız maalesef yanıldı. Falih Rıfkı Atay'ın tabiriyle; Protestan, Katolik, Anglikan, Ortodoks ve bütün Hristiyanları birbiri ile çarpıştırarak 1914-18 hamursuzunu Hristiyan kanı ile yoğuran Yahudi bankerleri bütün kiliseyi havra menfaati için camiye karşı çevirmeye muvaffak oldu.

Bugün başkenti Kudüs olan İsrail, 7 Ekim 2023'teki Aksa Tufanı operasyonunu gerekçe göstererek Gazze'de tam anlamıyla bir soykırım gerçekleştirdi. Bu soykırım sürecinde hiç kuşkusuz kırılma oluşturan olaylar; Hamas Siyasi Büro lideri İsmail Haniye'nin İran'da suikast sonucu şehit edilmesi ve aralarında İran Devrim Muhafızları Ordusunun komutanlarından Tuğgeneral Abbas Nilfuruşan'ın da bulunduğu bir kısım Hizbullah komutanı ve Hizbullah lideri Hasan Nasrallah'ın Beyrut'ta öldürülmesidir.

Dini fanatizmin varacağı yer

İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, Hizbullah'a yönelik gerçekleştirdikleri saldırıyı "Yeni düzen" olarak adlandırdı ve Lübnan'a kara harekatını da başlattı.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, 1 Ekim'de Meclis'in yeni yasama yılı açılışında yaptığı konuşmada İsrail'in yayılmacı politikasına dikkati çekerek, nihai hedefin Türkiye olduğunu şu sözlerle belirtti: "'Vadedilmiş topraklar' hezeyanıyla hareket eden İsrail yönetiminin, tamamen dini bir fanatizm ile Filistin ve Lübnan'dan sonra gözünü dikeceği yer, açık söylüyorum, bizim vatan topraklarımız olacaktır."

Birileri, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın bu açıklamasını 'iç politikaya yönelik gündelik gündem' olduğunu söylüyor; diyebilirim ki onlar, hamakat ehlinden değilse Yahudi bankerlerin beslemesidir. Batı'nın 1800'lerin başında ortaya koyduğu 'Şark Meselesi' diye adlandırdıkları Osmanlı'nın tümüyle tasfiye edilip topraklarının pay edilmesi planı tamamlanmış değildir. Siyonistlerin 1789'da Fransız İhtilali ile Yahudiler için Filistin'de bir devlet kurma fikri, 1917'de Balfor Deklarasyonu ile bir üst seviyeye çıkmıştır. Sonrası malum.

Aksa Tufanı operasyonundan sonra Netanyahu, 9 Ekim 2023'te yaptığı açıklamada, "Hamas'ın yaşayacağı zor ve feci olacak, harekata girdik ve yeni başlıyoruz. Sizlerden kararlı olmanızı istiyorum çünkü Orta Doğu'yu değiştireceğiz." dedi.

Netanyahu'nun bu açıklaması, Türkiye'nin NATO'ya nota vermesine sebep olan ABD Ulusal Savaş Akademisi'nden emekli Albay Ralph Peters'in 2006'da çizdiği harita ile New York Times'da 28 Eylül 2013'te yayımlanan ve Robin Wright imzasını taşıyan makalede 5 ülkenin nasıl 14 ülkeye bölüneceği haritasını akıllara getirdi.

Zaten mevcut Orta Doğu haritası da Osmanlı'nın savaşı kaybedip bölgeden çekilmesiyle birlikte Fransız diplomat François Georges-Picot ve İngiliz diplomat Mark Sykes'ın kendi aralarında yaptığı gizli toplantılar ve sonrasında imzalanan Sykes-Pikot anlaşmasıyla çizilmiş ve dayatılmıştı.

Sykes-Pikot sonrası Orta Doğu'da Türkiye dahil tüm ülkelerde Batı'nın belirlediği bir politik sistem oluşturuldu. Genel olarak Sünni-Müslüman olan coğrafya, bunun tam zıddı olan rejimlerle idare edildi. Birinci, İkinci Körfez Savaşı ve Arap Baharı süreci de Sünni aksın tümüyle darmadağın olmasına yönelik girişimlerdi. Bu girişimler aynı zamanda İsrail'in gerçekleştirmek istediği politik hedefleri için engellerin ortadan kaldırılmasıydı. Bunun uzun vadeli bir politika olduğunu bugün Gazze'de yaşanan soykırım sürecinde ve Lübnan'a sıçrayan işgalle görüyoruz.

Sünni aksı zayıflatma stratejisi

Orta Doğu'da Sünni aksın zayıf bir şekilde devam etmesi gerektiğini kendine hedef belirleyen üç ülke var: İsrail (ABD + Avrupa), İran ve Rusya. Bu iddianın sahibi, Şimon Peres'e zamanında dış politikada danışmanlık yapan, İsrail'de 2010-13'te milletvekili olan, yazar ve stratejist Einat Wilf. Avustralya Stratejik Politika Enstitüsü tarafından yayınlanan "Ortadoğu'da hegemonya savaşı" raporunda konuyu detaylıca ele alan Wilf, raporun tanıtımı için yazdığı metinin ilk pasajında meramını çok açık ifade ediyor: "Gelecek on yıllar boyunca Orta Doğu'nun hikayesi, özellikle Arap dünyasında Sünni İslam'ın hegemonya kurma çabası ve Sünni olmayan Müslümanlar ile gayrimüslimlerin, Sünni Arapları ve hatta genel olarak Sünni Müslüman dünyayı birleştirebilecek herhangi bir Sünni Müslüman gücün ortaya çıkışını engellemek için gösterecekleri çabaların hikayesidir."

İsrail, İran ve Rusya, Orta Doğu'nun bu bölünmüş halini devam ettirmek için başka bir devletin hele hele Sünni bir devletin bölgeyi birleştirme çabasına karşı başta askeri olmak üzere, ekonomik, siyasi müdahaleler ve başkaca güç unsurlarını da devreye sokarak engel olmaya çalışıyor. Bu üç devlet, Sünni bir aksın güç kazanmaması için ilgili ülkelerde dini, mezhepsel ve ideolojik azınlık gruplarını kullanıyor. Bunun en can alıcı örneği ise Suriye. Libya'da durum pek farklı değil. ABD işgal kuvvetlerini Irak'tan çekmesi sonrası buraya yerleşen güç İran oldu. Bugün İsrail işgaline maruz kalan Lübnan da bu ülkelerden biri.

İsrail yani ABD ve Avrupa ile İran ve Rusya'nın Orta Doğu'da oluşturdukları bu statüko devam ettiği müddetçe Netanyahu'nun dile getirdiği o değişiklik gerçekleşir, Erdoğan'ın dediği gibi de sıra Türkiye'ye gelir. Zaten İsrail Maliye Bakanı Bezalel Smotrich, Yahudi devletinin sınırlarını Şam'a kadar olduğunu açıkladı. Ama bu şimdilik olan sınır.

Peki, Batı'nın Orta Doğu'daki jandarması İsrail ile İran ve Rusya'nın bu çabasına karşı Sünni aks ne yapabilir ve bu duruma kim önderlik edecek? Wilf, raporda Orta Doğu'yu birleştirebilecek Sünni devletleri sırasıyla, Türkiye, Suudi Arabistan ve Mısır olabileceğini belirtiyor. Suudi Arabistan, İslamiyet'in doğup yeşerdiği, Mekke ve Medine gibi şehirleri içinde barındıran, ilk İslam devletinin merkezi. Mısır, Eyyûbî ve Memlük devletlerinin mirasçısı ve Osmanlı devralana kadar Halifeliğin taşıyıcılığını yaptı.

Son İslam İmparatorluğu Osmanlı'nın devamı olan Türkiye ise Yavuz Sultan Selim Han döneminden 1918'e kadar tüm bir Orta Doğu'yu tek bir devlet çatısı altında yönetmiş olması, bölgedeki en büyük ekonomilerden birine sahip olması, güçlü ordusu, yüzyılı aşkın demokrasi deneyimi, imparatorluk hinterlandı hasebiyle birçok ülkedeki güç unsurlarıyla Sünni dünyaya liderlik edebilecek en büyük potansiyele sahip.

Türkiye'nin halihazırda Orta Doğu'da Sünni bloktaki müttefikleri Katar ve Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi ile Suriye'deki muhalifler bulunuyor. Ancak bunlar bölge liderliği için yeterli değil. Türkiye'nin liderlik potansiyelini kuvveden fiile geçirmesi için yeni bir Yavuz Sultan Selim Han'a ve yeni İdris-i Bitlisi'ye (bugünkü tabirle söylersem, onun Doğu Siyaseti danışmanı) ihtiyacı var.

Hatırlayayım; Osmanlı, Kürdistan'ı işgal etmedi. Kürtler, Sünnilik temelinde gönüllü olarak Devlet-i Aliyye'ye dahil oldu. Bu durum İstiklal Harbi sürecinde de devam etti. Birilerinin dediği gibi Kürtler o tarihte ulus devlet trenini kaçırmadı. Batı'nın sunduğu treni reddedip, Halife etrafında Türklerle birlikte Türkiye trenine bindi. Bu trenin zaman içinde çeşitli vagonlarında oluşan basit arızalar, iyi bir ustanın müdahalesiyle tamiri mümkün.

Türkiye'nin Orta Doğu'da Sünni bloka liderlik etmesi için de 'yumuşak karnı' olmaması lazım. Yani Kürt meselesini kalıcı ve adil bir şekilde çözme kavuşturmalıdır. Bu sadece Türkiye'deki Kürtlerle değil Irak ve Suriye Kürtlerini de içine alan bir çözüm olmalıdır.

İç cephenin tahkimi

Erdoğan 30 Ağustos Zafer Bayramı konuşmasında, zafere gidilen süreçte önce iç cephenin tahkimi sağlandığını hatırlatarak, "Bugün yaşadığımız hadiselere baktığımızda bir millet için iç cephenin ne kadar mühim olduğunu çok daha net görebiliyoruz. Bunun için tek yapmamız gereken iç cephemizi sağlam tutmaktır" dedi. Erdoğan, sonraki konuşmalarında da "İç cephe" vurgusunu yaptı ve nihayet 1 Ekim Meclis açılışı konuşmasında Türkiye'ye yönelik tehlikeleri bertaraf etmek için iç cephenin neden tahkim edilmesi gerektiğini açıkladı. Sonrasında MHP lideri Devlet Bahçeli'nin DEM Parti grubuna yönelik uzattığı barış eli devletin yeni bir paradigma ortaya koyduğunun açık delili oldu.

Peki bu iç cephe nasıl tahkim edilecek? Dünyanın ve haliyle Orta Doğu'nun yeni bir statükoya hazırlandığı bu dönemde Türkiye de ikinci yüzyılın şafağında bir yol ayrımında. Türkiye bundan sonra yoluna klasik bir 'ulus devlet' olarak mı devam edecek yoksa imparatorluk kökleri üzerinden yeni bir hüviyet mi alacak?

Yani Türkiye, sadece yeni bir millet tanımı yapmakla kalmamalı dost ve düşman tanımını da yeniden belirlemeli.

[email protected]