Türk Dil Kurumu, 2024 yılının kelimesini 'kalabalık yalnızlık' olarak açıkladı. İletişim çağındayız ve yalnızız. Çünkü yalnızlık, kimseyle birlikte olmamak değil, aynı zamanda kimse tarafından gerçekten anlaşılmamaktır. Günümüzde en çok, gerçekten duyulmanın, görülmenin, anlaşılmanın açlığını yaşıyoruz.
Rabia Yavuz/ Uzman Klinik Psikolog
"Ah, kimselerin vakti yok / Durup ince şeyleri anlamaya"
Gülten Akın
Bir Gassal'ın hikayesini 10 bölümlük bir dizi olarak izledik. Dizi yayınlandığı andan itibaren seyircisinden büyük bir ilgi gördü. Ben de sabırsızlıkla dizinin yayınlanacağı günü bekliyordum. Modern insanın yalnızlık deneyimini, ölümle iç içe yaşayan bir karakter üzerinden derinlemesine inceleyen etkileyici bir yapımla karşılaştım. Dizi, sadece bir mesleği değil, aynı zamanda varoluşun, yalnızlığın ve insan ilişkilerinin karmaşık yapısını da merceğe almış.
Gassallık mesleği, yüksek lisans dönemimde ilk çalışmak istediğim konuydu. Üzerine ne kadar çok az şey düşünülüp yazıldığını görünce çok şaşırmıştım. Akademide neredeyse yok sayılan bu meslek gündelik hayatta da aynı makus talihi yaşıyor. Ölümle ilgili her şey gözlerden uzak olsun ister gibiyiz. Gündelik hayatımızda olmasını istemiyoruz; mezarlıkları şehrin dışına taşıyor, hiç ölmeyecekmiş gibi yaşamak istiyoruz. Ahmet Kural'ın etkileyici oyunculuğuyla hayat verdiği Baki, gassallık mesleğini icra eden bir karakter olarak, toplumun ölüm ve ölümlülüğe dair önyargıları ile karşı karşıya kalıyor. Baki'nin başından geçenler mizahi bir dille işlenerek kimi zaman hüzünlendirirken kimi zaman gülümsetiyor izleyiciyi. Diziye yerleştirilen mizah, öyle keskin bir zekaya sahip ki, ölüm ve ölüme yolculuk gibi ciddi temalarla denge sağlıyor.
'Paketlenme' korkusu
Ölüm ve ölüme yolculuk temasının çevresinde örülü olsa da hikaye, izlerken beni en çok etkileyen Baki karakterinin mesleğine gösterdiği itinalı yaklaşım oldu. Baki, canlılar dünyasını seyreden ölü biri gibidir bir yanıyla. Neşesiz ya da cansız olmakla sık sık itham edilen Baki çevresindeki özensizliklerden dolayı yorgundur aslında. O nedenle "Öldükten sonra beni kim yıkayacak?" sorusu, "Son yolculuğa beni itinayla hazırlayacak kimse var mı?" anlamında ulaştı bana. Baki'nin sözleri bir korkuyu değil esaslı bir itirazı dile getirmektedir. Öldükten sonra cenazesini hayal ederken Baki'nin en çok ürktüğü şey usulünce yıkanmak yerine "paketlenmiş" olmaktı.
Diriler dünyasında her şeyin bu kadar özensiz yaşandığını sürekli gözlemleyen Baki'nin yalnızlığı bize de dokundu. O nedenle izlediğimiz bir gassalın hikayesi miydi emin değilim. Baki'nin yalnızlığını izlerken kendi yalnızlığımıza ağlamadık mı?
Dizinin her sahnesinde yansıtılan itina yoksunluğu, özellikle diyaloglarda oldukça etkileyici bir şekilde resmedilmiş. Baki'nin çevresiyle kurduğu iletişimde yaşadığı yanlış anlaşılmalar ve anlaşılamamalar, dizinin kara mizahının temel taşlarını oluşturuyor. Bu noktada, bana şunu düşündürdü: Konuşuyoruz ama dinlemiyoruz. Gerçekten dinliyor muyuz, anlıyor muyuz, anlaşılıyor muyuz? Yalnızlık, kimseyle birlikte olmamak değil, aynı zamanda kimse tarafından gerçekten anlaşılmamaktır kanaatimce. Günümüzde en çok gerçekten duyulmanın, görülmenin, anlaşılmanın açlığını yaşıyoruz.
Yarayı açan, yarayı sarar mı?
Baki karakteri, dizinin merkezinde yer alan ve yalnızlığı derinlemesine yaşayan kişi. Mesleği, onu toplumdan bir nebze uzaklaştırmış olsa da, asıl yalnızlığını iç dünyasında yaşıyor. Baki'nin babasına yönelttiği "Neden kimsenin hiçbir şeyi olamıyorum?" sorusu, dizinin en çarpıcı sahnelerinden biri. Ancak babasına açtı yarasını. Hayatta kalan tek aile ferdi üstelik onu en yalnız hissettiren de kişi değil miydi? Bu soru, sadece Baki'nin değil, yalnızlığın yakıcılığından payını alan hepimizin ortak sorunu. Baki'nin babasıyla yüzleşmesi, dizinin en keskin ve duygusal anlarından biri bence. Bu yüzleşmeden sonra yasını tutmaya başlayabilir ancak Baki de. Yarayı açanın yarayı sarmasını beklemekten vazgeçtiğinde Baki de değişir bir yanıyla.
Yalnızlık, dizinin en temel teması bana kalırsa. Her insan, kendi ölümlülüğüyle yalnız yüzleşir. Yalnız doğmasak bile yalnız öleceğimizi biliriz. Baki'nin yalnızlıkla meselesi, belki de bu dizinin hepimize bu kadar çok dokunmuş olmasıyla yakından alakalı.
Kimimiz için yalnızlık; derin bir acı kimimiz için bir tür huzur ve içsel keşif alanıdır. Ancak en acısı, başkalarının yanında yalnız hissetmektir. İnsan türü olarak yeryüzünde her zamankinden daha kalabalık olmamıza rağmen, aynı zamanda bir o kadar da yalnızız. Yalnızlık Bakanlığı gibi kavramların ortaya çıkması, aslında toplumda yalnızlık hissinin ne kadar yaygınlaştığının bir göstergesi. Bir diğeri ise 2024 yılının kelimesi olarak "Kalabalık Yalnızlık" kavramının seçilmiş olması. İletişim çağında olduğumuz söylenirken nasıl bu kadar yalnız hissedebiliyoruz? Yanımız yöremiz insanlarla dolu ama hep beraber yalnızlık çekiyoruz. Eksik olan ne? Kanaatimce itinadır yoksunluğunu çektiğimiz. Bu sözcük hayattan uzaklaştığından beri işlerimiz de ilişkilerimiz de yeşermiyor.
İtina; özen göstermek, titizlikle işlemek, dikkatin içine duygu katmak, kıymet bilmek, hürmet etmektir. TDK'ya göre, itina göstermek herhangi bir durum hakkında özenli davranmak ve mümkün olduğu kadar en iyi hale getirmektir. İtina sözcüğü benim için azizdir, mübarektir zira ulaştığı her şeyi bereketlendirir. İtina kendini vermek, kendinden vermektir. Hayatımızdaki telafisi ise zor kayıplardır bu sözcüğün. Büyük pişmanlıklar bırakır arkasında. Baki'nin kızıyla konuşan ama onu dinlemeyen anneye söylediği sözleri hatırlayalım: Acı çeken ruhtur, beden değil. Ölüler üzülmez, ölüler ağlamaz. Yakınlarına daha çok üzülürüm ben. Ölünün yakınları hüzünlülerdir ama daha çok pişmandırlar. Mevtayla daha çok konuşmadıkları, daha çok görüşmedikleri, onu daha çok mutlu edemedikleri için pişmandırlar.
Her konuşma bir sözcükle başlar. Kendimizi başkalarına açmanın en yaygın yoludur dudaklarımızdan dökülen kelimeler. Lakin iletişimin başladığı değil de bittiği yer dinlenilip dinlenmediğimiz yerdir. İki taraflı olan bu ilişkinin birçok hali vardır. İletişimi başlatan sözü söyleyen olsa da dinleyendir asıl ona canı veren. Örneğin, can kulağıyla dinlemekten bahsettiğimizde iletişimin iki yönünün de ne kadar can alıcı olduğunu söylemiş oluruz. Oysa birinin sözlerini işitip de kulak asmadığımızda ve sadece ne söyleyeceğimize odaklandığımızda orada diyalogtan değil monologtan yani tek kişilik bir gösteriden bahsederiz.
Biraz durma, biraz itina
Oysa sohbet etmek öyle midir? Bizimle sohbet eden birisini can kulağıyla dinlediğimizde ona itina ile yaklaştığımızı göstermiş oluruz. O zaman söz şifa verir, yaraları sağaltır. Aksi halde işitilmeyen sözler duvarlar örer aramızda. Dizide dinlemenin sukunetine değil de konuşmanın şehvetine kendini kaptıranların Baki'nin yalnızlığını nasıl da derinleştirdiğini görmemek mümkün değildir.
Hız ve haz çağı denen bu zamanlarda dünyanın ve insanların yorduğu insanların, böyle ince ve derin, samimi ve sıcak hikayelere ihtiyacı var. Hayatı yaşamanın en güzel yollarından biri, elimizde olana tüm dikkatimizi ve özenimizi vererek var olabilmektir. Biraz durabilmek, bu dünyadan geçerken itinayla etrafımıza bakabilmek. İtinanın eksikliği hayatı fakirleştirir, varlığı ise bize hem işimizle hem eşimizle, hem dostumuzla, hem çevremizle sahici bağlar kurmamızı sağlar. Ölen annesinin yasını tutmaya başlayan Baki'nin ilk iş olarak bahçesini özenle düzenlemesi gibi. Baki'yi derinlere çağıran çiçek gibi.
O türkü ne diyordu: Belki derdimize çare bir çiçek.
Çiçek gibi baktığımız her yer bir gün yeşerecek, çiçeklenecek.