Yalan söylemenin suç olup olamayacağını tartışan makalesinde Druzın/Li şu örneği vermekte ve sonunda bir soru yöneltmektedir: "Komşunuz sizi korkutmak için çocuğunuzun öldüğünü söylüyor. Bunu art arda insanlara yapıyor ve bundan sapıkça bir zevk elde ediyor. Komşunuzun bu davranışı suç olabilir mi?"
Cüneyd Altıparmak / Hukukçu
Dünyanın ilk resmi yalanını öğrenmemiz, yalanın söylenmesinden yaklaşık üç bin yıl sonraya tekabül ediyor. Kadeş Savaşı'nda tarumar olan II. Ramses, bir avuç adamıyla Mısır'a geri dönerken yanındakileri "yaşadığımız mağlubiyet hakkında halk arasında en küçük bir dedikodu duyarsam sizin için çok kötü olur" diyerek tehdit eder. Mısır'a dönerler ve beraberindekiler muazzam bir galibiyetten bahsederler halka. Bu "büyük zafer (!)" başta Karnak Tapınağı olmak üzere birçok dini yapıya işlenir. Dayanıklı baskı sistemi ile işlenen bu yazılar sadece Ramses'in sağlığında değil, ondan çok çok yıllar sonra da duvardaki yerini korur. Mısır'daki "Kadeş Destanı", gerçeğinin tam tersidir. Yüzlerce, binlerce yıl geçer Anadolu'da Boğazköy (Hattuşaş) kazıları başlar ve büyük yalan anlaşılır... Tarihi bir olay gibi görünse de yalanın şimdiki etkisi ile karşılattırılınca masum duran bir vaka bile diyebiliriz... "Yalan" olgusu, temelde etik tartışmadır. Ancak belirli bir sınırı aşınca "hukuk" alanına girer. Bu yazımızda, yalanın suç sayılma bahsine değinmeye başlayacağız. Serinin bu ilk yazısında temel tartışmaları vermek istiyoruz.
Manşetlik yalanlar
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine bir eğitim programı için gittiğimde, Fransa'daki 2012 seçimlerinin arifesiydi. Hiç unutmam bir derginin manşeti (mealen) şöyleydi: "En iyi yalanı kim söyleyecek, kim yalanı en iyi şekilde söyleyecek!"... Manşetin altında ise başkan adayları vardı. Kazananın "en iyi yalancı" olarak tescil edileceği bir seçimden söz eden bu manşet, "hoşgörülebilir" sınırları zorluyordu ve fakat kimsenin umurunda bile değildi. Zira manipültatif, ayrımcı, kamu barışına dönük bir yönü bulunmayan, siyasete getirilen ağır eleştiriden ibaretti. Basın anlamında bunun örnekleri çoktur. Ama bilinen ilk örneği 1835'te New York Sun Gazetesi satışları artırmak amacıyla "The Great Moon Hoax" yani "Büyük Ay Aldatmacası" olarak isimlendirilen haberdir. Gazetede "Ünlü İngiliz astronom John Herschel'in Güney Afrika'da teleskop ile yaptığı gözlemlerde Ay'da yaşam olduğuna dair oldukça güçlü kanıtlar elde edildiği altı gün süren bir yazı dizisi halinde yayınlanmıştı". Satışlar bir anda yükseldi... Bunun son somut ve dünyayı etkileyen örneği Bay Trump'ın "you are fake news" çıkışıdır sanırım. Trump'ın CNN muhabirine yönelttiği "yalan habersin" ifadesi yalan haber olgusunu ABD'nin gündeminde "somutlaştırdı" ve birçok tartışmanın fitilini ateşledi...
En yeni yumuşak güç...
Silahların güçlü olduğu dönemde, caydırıcılık ekseni, bir atışta en fazla insan öldüren silahın kimde olduğu ile ölçülüyordu. Nazi Almanya'sının bakiyesi bilim insanları o günün iki gücü arasında taksim edildi desek yeridir: ABD ve Rusya. Hatta dünyayı büyük yok oluştan kurtaran şeyin, iki ülkedeki bilim adamlarının birbirlerine sızdırdığı bilgiler olduğu söylenir. Böylece "mutlak güç", "mutlak tehdit" dengesi sağlanmıştı. Oppenheimer'ın ürettiği atom bombasına karşı Rusya'nın muadil güce kavuşması sert güç kullanımı yerine diplomasiyi, ülkelerin toplumları üzerinde etki etmeyi, toplumsal yönlendirme araçlarını kullanmayı gündeme getirdi. Artık "hard power" yeterli değildi, "soft power" da gerekiyordu. Vietnam'da mağlubiyeti kola kutuları ile telafi edilebiliyordu: "fly pan am/ drink coca cola"... 1980'lerde Joseph Nye, tarafından ortaya atılan "yumuşak güç" kavramı askeri gücü kullanmanın ötesinde, "yapılması gerekenleri yapmak ve başkalarını kontrol etmek için kullanılabilecek güç" olarak açıklanıyordu... Artık "kontrol etmek" kavramı bir sosyolojiyi yönlendirmek, düşünce biçimine etki etmek olarak ele alınıyordu. Böylesi daha az masraflı ve kolaydı. Hem de askeri güç kullanımına zemin hazırlıyor ve işi kolaylaştırıyordu. Günler geçti. Bu kavram yeni yerini "internet" dediğimiz küresel ağda buldu. Sonra buna sosyal medya ekledi. Etkisi çarpanlara büyüyen, kat be kat artabilen bir aşamaydı bu.
ABD'nin yaptığı!
Heinrich Honsell ABD'nin hukuk kültürünü değerlendiren makalesinde şöyle der: "...küreselleşmenin ne kadar hızlı olduğu göz önünde bulundurulduğunda karşılaştırılmalı hukuka olan ilgisizliği akıl almıyor. Karşılaştırmalı hukukun getirilerine, hukuk birliğinin sağlanmasının yanında, karşılaştırmalı hukukla kendi hukuk düzenini eleştirebilme kabiliyetin öğrenilmesi de dahil edilebilir. Amerikan hukukçuların karakteristik özelliklerinden birisi de aralarında eleştiri yapanlara seyrek rastlanılmasıdır. Bu tutumun genel ve gülünç olan nedeni, Amerikan hukukunun üstün olduğu değer yargısına dayanmaktadır..." Bu değerlendirmenin temel yansımasını sosyal medya kurallarının tüm dünyaya kabul ettirilmesi sürecinde görüyoruz. Adına ifade özgürlüğü denilen ve fakat kendi ülkesindeki seçimleri etkileyince "hukuka aykırı" olduğu için soruşturma başlatılan ama bir başka ülkede iktidar değişikliğine gitmesi için "yapay zemin" oluşturulmasına bir beis görülmeyen "iki yüzlü" bir "ifade özgürlüğü" hamiliği! Bunu yaparken "hukuki olduğunu kabul" etmekten ziyade dayatan "üstenci" bu yaklaşım toplumları yönlendirme noktasında da aynı meyandan meseleye bakılıyor. Elindeki internet tabanlı bu aparat, bir anda yaşam tarzı dayatan, onun baktığı gibi bakmamızı sağlayan bir zemin hazırlıyor topluma... Kendi menfaatleri için yalanın mubah olabileceği bir etik sistem! Ve biz burada doğruyu arıyoruz...
Yalan söylemek suç olabilir mi?
Yalan söylemenin yanlış bir davranış olduğunu ileri süren, uzun süredir var olan (kadim) güçlü ahlâkî bir ilke vardır. Yalan söylemenin suç olup olamayacağını tartışan makalesinde Druzın/Li şu örneği vermekte ve sonunda bir soru yöneltmektedir: "Bir sitede ikamet ettiğinizi düşünün. Komşunuz bir gün kapınızı çalar ve size küçük çocuğunuzun birinci katta asansöre sıkışarak öldüğünü söyler. Komşunuzun tarif ettiği kâbusun adeta kurmaca bir iş olduğunu fark etmek üzere korkuyla sıkışmış, çılgın bir panik halinde ve kalbiniz göğüs kafesinize vurarak alt kata koşturursunuz. Çocuğunuz iyidir. Komşunuz size söylediği şey, sizi korkutmak için tasarlanmış bir yalandır. Diyelim ki komşunuz bunu art arda insanlara yapıyor ve bundan sapıkça bir zevk elde ediyor" "...soru basit bir şekilde şudur: Komşunuzun bu davranışı suç olabilir mi?"
Bu minimal ölçekteki olay-soru ikilisini biraz büyütelim: Bir ülke, bir şirket veya bir grup insan ülkenizdeki olayları ve gerçekleri farklı bir şekilde yansıtıyor, buna inanan kimseler siyasi tercihlerini değiştiriyor, gösteriler düzenliyor, nefret etmeye veya "başarısız" olduğunu düşündükleri için hükümeti devirmeye kalkışıyor... Bu ülke, şirket veya grup bunu hep yapıyor ve böylece ülkenin ve insanların kaderini tayin edip bundan çeşitli menfaatler sağlıyor diyelim...
Şimdi soruyu tekrar soralım: Bu kimselerin bu davranışı suç olabilir mi?
Ağırlık noktası
Yukarıdaki komşunun yalanına dair soru olay anında veya hemen sonrasında yöneltilse cevap mutlaka "ceza almalı" şeklinde olacakken araya vakit girince davranışın çirkinliği ve ahlaki olmadığı konusunda tereddüt edilmese de "cezayı hak etmiyor olabilir" biçiminde bir cevaba dönüşebilecektir... Bu da meseleye sadece "yalan söylemek fiili" üzerinden bakılamayacağını gösterir. Dini kaynakların "yalan söyleme!" öğretisinin hukukta birçok yansıması vardır: Dolandırıcılık, iftira, suç uydurma, suç delillerini yok etme, gizleme, yalan tanıklık, sahtecilik vb. suçların unsurlarından biri veya birkaçı "yalan" dediğimiz olguya dayanır. Bu anlamda yalanı içeren durumları suç sayma yaklaşımı yeni değildir... A.Isenberg yalanı "bir kimsenin kendi inanmadığı bir şeye başka birinin inanmasını sağlama kastıyla yaptığı bir beyan" olarak tanımlar. Kant ise "bütün koşullar altında mutlak yanlış olan, asılsız iddiadır" der yalan için. Deontolojik bu tanımları çoğaltmak mümkündür. Bu halde her yalanın suç olamayacağı, suç olarak kabul edilmeyeceği açık. Yine sadece yalan söylemenin bir ahlaki eksiklik olarak kabul edilmesi noktası da net. O zaman "ağırlık noktasını" bulmak için şu soruyu sormak gerekir: Bu çağda hangi yalanlar topluma zarar vermektedir?
Koyu yalan
Doktrinde bir yalanın suç olup olmayacağı konusu tartışmalıdır. Ancak artık genel eğilim özellikle "sosyal medya devrimi" sonrası "açık ihlal alanına dönüşme noktalarının" önünün caydırıcı biçimde kapatılması gerektiği yönünde. Özellikle dünyada artık ifade özgürlüğünün sınırları dışında kalan kamu barışı, nefret, ayrımcılık, iç güvenlik ve korku panik oluşturma durumlarını "haksız fiil" değil suç olarak kabul etme eğilimi var. Bu yalanlara, basit olan veya kamusal anlamda değeri olmayan yalanlardan ayırmak için "koyu yalanlar" diyebiliriz. Bu yalan türü, ifadenin gerçeğe aykırı bir bilgi olmasının yanında birtakım unsurları ve niyetleri de taşımakta. Bu durumu özetleyen Druzin/Li makalelerinde şöyle demektedirler: "...ağır bir zarara yol açan pek fena yalan söyleme suçunun actus reus'u, yalanın fiilî zararın ortaya çıkmasına sebebiyet verecek türden yazılı veya sözlü iletişim yoluyla nakledilmesidir. Kusur (mens rea) ise failin (dikkatsizlik ve özensizlik niteliğinde olmayan) ağır zarar sonucunu makul derecede öngörebilmesini içeren özel kasttır..."