Vicdan, izan buna nasıl elverir?

Dr. Hülya Bulut / Yazar
7.04.2023

Musevi komşularımızdan Madam Virgini ile onların Pesah Bayramı için mutfağa girer, hamursuz pişirmesini seyrederdim. Hamursuzları da bütün mahalleye ben dağıtırdım. Eminim yaşasaydı fanatik Yahudi yerleşimcilerin, Yahudilerin kutsal Pesah Bayramı'nı bahane ederek Mescid-i Aksa'ya düzenledikleri haberini aynı acıyla izlerdik.


Vicdan, izan buna nasıl elverir?

Dr. Hülya Bulut / Yazar

Doğduğumdan beri Kadıköylüyüm. Lise çağlarımda ve üniversite sonrasındaki bir iki yaz da Burgazadalı. İnsanların çok sesli, çok kültürlü, birbirlerine yaklaşımları sevgi ve anlayış odaklı olan bir çevrede büyüdüm. Hem Kadıköy'ün hem de adanın bazen orta altı, bazen de orta halli insanlarındandık. Allah'a çok şükür aç değildik, açıkta değildik. Gözümüz hep tok, gönlümüz hep zengindi. Bizim için az, çoğun her daim kanıtı idi. Bizim mahallenin mozaiği de öylesine güzel, yardımsever ve öylesine sevgi dolu, saygılı ve düşünceliydi ki...Çok şanslıydım.

İçinde büyüdüğüm mahallede Müslüman, Musevi, Hristiyan...arkadaşlarımız, komşularımız, dostlarımız oldu. İlkokul zamanlarımda her yaz istisnasız Kuran kursuna giderdim. Ramazan ayında bazı günlerde tekne orucu tutardım. O çocuk iftarlarımda en sevdiklerim sıcacık ekmek, tereyağı ve çaydı. Ortaokul zamanlarımda birkaç sınıf arkadaşımla teravih namazlarına giderdik. Teravih dönüşü bizim mahallede açık olan, çok küçük ama çok şirin bir pastaneden de ince bir dilim pasta ile limonataya bayılırdım.

Çok kültürlülük

Monsieur Salamon bizim mahalledeki sinagogun hahamıydı ve apartman komşumuzdu. Aynı zamanda da terziydi. O, bütün konu komşunun derdine derman olmak için didinip duran bizim mahallenin Saloman Amca'sıydı. İyilik meleğimizdi. Liseyi bitirdiğimde okulun mezuniyet törenine gidecektim. Mezuniyet töreni gündüz saatlerindeydi. Babam işini bırakıp gelememişti ama, rica edince Saloman Amca da beni annemle birlikte mezuniyetin olduğu yere bırakmış, kapıda beklemiş ve bizi eve geri getirmişti. Hatta bir gün çok hastalanmıştım, yazık öleceğim diye çok korkmuş da, benim için bolca Tevrat okumuş, dua etmişti.

Pesah Bayramı ikramları

Yine Musevi komşularımızdan Madam Virgini ile, onların Pesah Bayramı için mutfağa girer hamursuz pişirmesini seyrederdim. Kendisi yaşlı ve çocuksuz olduğu için hamursuzları bütün mahalleye kendi ellerimle dağıtırdım. Herkes iyi dileklerle ve dualarla kendilerine gönderilen ikramları alırdı. Madama; 'Ellerinize sağlık, herkes size teşekkür etti ve çok selam söyledi' dediğimde, ne onun yüzündeki mutluluğu anlatabilirim size, ne de benim kalbimdeki sıcaklığı...

Adada Hristiyan komşularımız da oldu. Yaşlı olup yürüyemenlere kilisiye gitmeleri için bazen yardım ederdim. Bazen de kilisenin girişinde mum yakar, dilek diler, onları beklerdim. Hepsi bana dua ederdi, ben de dua alınca o kadar çok mutlu olurdum ki. Hatta Hristiyan komşularımızdan birinin oğluna kendi kendime platonik duygularım bile olmuştu. Yazık, çocukcağızı denk gelirse sadece kapıda penceredeyken görürdüm ama, onu her gördüğümde yüzümün nasıl kızardığını o da görmüştür diye de çok çekinirdim.

İftar sofralarımıza gayri Müslüm komşularımızı da davet eder, birlikte iftar yapardık. Annem hamur işlerinde nedense çok becerikli değildi ama, gerçekten harika yemekler yapardı. Bizim mahalleli 'Hatice Hanım çorban, pirinç pilavın, cacığın harika!' dediğinde de, anacağzım çok mutlu olurdu. Ben de sevinirdim. Evet, bizim soframız Müslüman sofrasıydı ama hep birlikte avuçlarımızı açar, Allah azze ve celle'ye dua ederdik. Şükrederdik. Dualarımızın nihai cümlesi 'Allah olmayana da versin!' idi. Dün de böyledir, bugün de. Allah ömür verdiği müddetçe de böyle olacaktır Allah'ın izniyle...

Monsieur Aron, da sinagogun Salamon Amca'dan önceki hahamıydı. Gençliğinde kunduracıymış. Tabii, bizim mahalleye geldiğinde o da yaşlanmıştı. Dini konularda pek çok şey anlatır, biz çocukları iyiye, doğruya, güzele yönlendirdi. Sanata, müziğe, edebiyata da çok düşkündü. İstanbul'daki resim galerilerine, müzelere, konserlere ilk bizi o götürürdü. Anlatırdı. Bana çok temel düzeyde olsa da Fransızca öğretmişti. Bir gün de, bizi Karaköy'deki Neve Şalom Sinagogu'na götürmüştü. Oradaki dini töreni izlemiştik. Sonrasında Ayasofya'ya ve Sultan Ahmed Camii'ne gitmiştik hep birlikte.

Neve Şalom ve Mescid-i Aksa

Sonra bir gün televizyondaki haberlerde Neve Şalom Sinagogu'na yapılan baskını görünce, nutkumuz tutuldu. Şok olduk. Sanırım 1986 yılıydı. Ben henüz 10 yaşındaydım. Hep birlikte ne kadar da üzülmüştük. Tarif edecek kelimeleri bulamıyorum gerçekten. Tıpkı, yine bu mübarek Ramazan ayında da İsrail polisinin Mescid-i Aksa'ya baskın düzenlemesinde olduğu gibi.

'Fanatik Yahudi yerleşimciler, Yahudilerin kutsal Pesah Bayramı nedeniyle Mescid-i Aksa'ya baskın düzenledi. Burada kurban kesme çağrıları üzerine teravih namazının ardından bir grup Filistinli Mescid-i Aksa içindeki Kıble Meclisi'ne sığındı.' yönündeki haberleri de aynı şaşkınlık, hayret, üzüntü, acı gibi....hep iç içe geçmiş duygularla okuduk, dinledik, izledik. Ne yazık ki, bu son derece hüzünlü duygularımız yıllardır aynı şekilde tekrar edip durmakta.

Kadıköy, Kadıköy olalı böyle zulüm görmedi

Ve geçenlerde Kadıköy'de yapılan sokak röportajında bir kadının Erdoğan için söyledikleri... Ettiği beddualar...Gördüğümde gözlerime, duyduğumda kulaklarıma inanmadım! Nasıl da utandım, nasıl da yerin dibine girdim bir Kadıköylü olarak. Şu mübarek Ramazan ayında üzüntüm, utancım kat be kat arttı. Allah affetsin ne diyeyim. Sebi sübyan çoluk çocuktan tutun da, torun, evlat, soy, sop....ve nihayetinde Erdoğan'ın şahsına söylenenler. Nasıl bir akıl fikir tutulması, nasıl bir gönül kararması, nasıl da kör olmuş bir kalbin yansıması!

Oysa ki biz sohbetlerimizde, iftar sofralarımızda, namazlarımızda ilk önce ümmet-i Muhammed için sonrasında vatanımızın milletimizin dirliği, birliği, bütünlüğü için dua eden bir kültürde yetişmiş insanlarız. Nasıl oldu da yüzyıllardır bu toprakların tüm dinlerini, tüm bakış açılarını bir arada kardeşçe yaşatan ruhuna bu kadar yabancılaştık? Nasıl oldu da insan olmanın onurundan ve yüzyıllara damgasını vurmuş kültürümüzün terbiyesinden, şerefinden ve nezaketinden bu kadar uzaklaştık? Nasıl oldu da Yaratan'dan ötürü yaratılanı sevmekten bu kadar vazgeçtik?

Zannedilmesin ki, tüm bu söylenenler sadece Erdoğan'a söylendiğinde dikkat çekiyor. Bilakis hiç kimse, kendine yakın veya uzak görsün hiç fark etmez, bir başkası için asla böylesine çirkin ve hadsiz bir şekilde sövüp saymamalı, beddua etmemeli. Medyanın bu çirkinlikte, bu sığlıkta, bu insafsızlıkta oynadığı negatif rolü görmüyor değilim elbette. Ama, Batı'nın insan insanın kurdudur anlayışı yerine, Doğu'nun insan insanın yurdudur anlayışını tekrar hissetmemizin gerekli olduğunu düşünüyorum. Kim bilir, belki o zaman üstüne basılan seccadelerimizi de kendimize küstürmemiş oluruz.

Dünyada Erdoğan

The London School of Economics'teki ekonomi ve siyaset bilimine yönelik akademik bir çalışmanın yanısıra Loughborough Universitesi'nde tamamladığım MBA nedeniyle İngiltere'de yaşadığım yaklaşık üç yıl boyunca pek çok ülkeden arkadaş edindim:

Japonya'dan tutun da Venezüella'ya kadar, Rusya'dan tutun da Güney Afrika'ya kadar, Mauritius'dan Kolombiya'ya, Pakistan'dan Brezilya'ya, Bangladeş'ten Avusturya'ya, Amerika'dan Çin'e, Fransa'dan Libya'ya, Almanya'dan Hindistan'a, İtalya'dan Ürdün'e, İsrail'den Özbekistan'a, İspanya'dan Endonezya'ya, Belçika'dan Lübnan'a kadar...

Çok kültürlülük açısından İngiltere'de de mahalledeki, adadaki gibi şanslıydım yine. Ama beni en çok etkileyen ne olmuştu size söyleyeyim mi? Bunca ülkeden eğitim için İngiltere'ye gelmiş ve arkadaş olduğumuz pek çok öğrencinin, akademisyenin, hukukçunun, doktorun, sanatçının, ekonomistin Erdoğan'ı tanıyor olması!

Üstelik, çoğunluğun oyu ile uzun yıllardır iktidarda olması sebebiyle Erdoğan'ın kendilerini çok etkilediğini de defalarca duydum her birinden. Bu uzun dönemli iktidarın sırrını bana sorduklarında bir Türk vatandaşı olarak verdiğim cevap şuydu: Erdoğan çalışkan, güvenilir, inançlı, inançlara saygılı, istikrarlı, şeffaf bir yapıya sahip. Türk halkının yüzünü asla öne eğdirmedi ve kimsenin karşısında boynunu büktürmedi.

Dikkat ettim de, durum ve koşullar ne olursa olsun Pakistanlı, Libyalı, Endonezyalı, Lübnanlı, Bangladeşli... arkadaşlarım bana Erdoğan ile ilgili olarak neredeyse hiç soru sormuyorlardı. Bu defa ben onlara 'siz neden diğerleri gibi merak edip de, bana Erdoğan'u sormuyorsunuz?' dediğimde aldığım cevap ilginçti. Dediler ki: 'Erdoğan, bizim için tesbihlerimizin imamesi gibidir. Nesini soralım ki? Biz ona kefiliz!'

Gerek yurt dışında çok tanınan, bilinen, izlenen bir lider olması, gerekse İslam coğrafyasının Erdoğan'ı kendi tesbihlerinin imamesi gibi görmesi, ona kefil olması beni de o kadar çok mutlu etmiştir ki...Tıpkı Madam Virgini'nin Pesah Bayramında pişirdiği hamursuzları dağıttığımda ve tüm mahallelinin selamlarını ona ilettiğinde kalbimin ısınması gibi. Tıpkı, Hristiyan komşularımızı kiliseye getirip götürürken onlardan aldığım duanın beni sevindirmesi gibi. Tıpkı iftardaki çorba, pilav ve cacıkta herkesin methettiği Hatice Hanım'ın annem olmasından duyduğum mutluluk gibi. Erdoğan'ın Türkiye'nin lideri olması gerçekten çok gurur verici.

[email protected]