15 Temmuz hem Türk demokrasisi hem de uluslararası ilişkiler açısından önemli bir dönüm noktasıdır. Darbeler ve vesayet dönemi kapanmıştır. Toplum öğrenilmiş çaresizliğini yırtıp atmıştır. Türkiye, kazandığı deneyimle, kurduğu altyapılarla, savunma sanayiinde millileşmeyle, soft power iletişim gücüyle, Batı'ya ve Doğu'ya, Kuzey'e ve Güney'e yani dünyanın dört bir yanına örnek model teşkil etmektedir.
Dr. Hülya Bulut/ Yazar
Birkaç günlük tatil sonrası İstanbul'a dönüp de bu yazıyı kaleme almaya başladığımda, TRT World, Al Jazeera International, BBC News, MSNBC, CNN International, Fox gibi TV kanalları ABD'de Donald Trump'a yapılan suikast girişimini flaş haber olarak veriyordu. Şöyle bir düşündüm de, Donald Trump, geleneksel siyaset ve bürokrasi entelejansına uymadığı Amerikan'ın deyim yerindeyse ele avuca sığmayan ilginç bir profili. 2016-2020 yılları arasında dört yıl boyunca ABD'nin devlet başkanlığını yürüten ve 2020 seçimlerinde yine aday olan Trump, kazanmasına rağmen 'Amerikan derin devletinin' sonuçlarla oynayarak bu seçimleri kendisine kaybettirdiğini iddia etmişti.
Nitekim, Demokratların 'Amerikan demokrasisine vurulmuş en büyük darbe' olarak nitelendirdiği, Cumhuriyetçilerin ise tasvip etmemelerine rağmen olayın büyütülmesiyle Trump'a karşı bir komploya dönüştürüldüğüne inanılan 6 Ocak 2021 tarihli Amerikan Kongre Baskını, bu yönüyle sadece Demokratlar ve Cumhuriyetçiler arasındaki gerilimi tırmandırarak Amerikan toplumundaki bölünmeyi derinleştirmekle kalmamış, aynı zamanda Trump'çıların bu haksızlığa dair bir isyanı olarak da hafızalara kazınmıştı.
ABD ve suikastler
Kongre Baskını bağlamında söylemek gerekir ki, her ne kadar ABD'yi kuran İngilizler, Fransızlar, Hollandalılar, Almanlar ve İspanyollar olsa da, ABD bu güçlü dokusal bağlara rağmen, asla bir Avrupa değildir. Her zaman derinlerinde ve gerektiğinde açık seçik bir şekilde son derece sert ve vahşi ilişkiler ağıyla yürüyen ABD, siyaset hayatında da her daim komplolar, suikastler, iç savaş ve çatışmalar barındırır. En azından bazı düşük yoğunluklu kesimler için refah adası olarak görülen ABD, gerçek anlamda bir demokrasi ve huzur adası değildir ve hiçbir zaman da olmamıştır.
Düşünsenize, ABD siyasi geçmişinde 19 başkana suikast yapılmıştı ve bunlardan 4'ü; Abraham Lincoln(1865), James Garfield (1885), William McKinley (1901), John F. Kennedy (1963) yaşamını yitirmişti. Çok fazla yazılıp çizilmese de, bugün İsrail'in hem İngiltere'yi, hem de ABD'yi istediği gibi yönetebiliyor ve Gazze'deki soykırıma destek alabiliyor olmasından da anlaşılacağı üzere, bu suikastler serisinin sonucunda 22 Kasım 1963'te Dallas'ta öldürülen John F. Kennedy suikastinde de Siyonizminin ayak izlerini bulmak mümkün. Çünkü, Kennedy İsrail'in nükleer silah sahibi olmasını desteklemediği gibi AIPAC'in (The American Israel Public Affairs Committee) bir yabancı teşkilat statüsünde kalmasını istiyordu. Sonuçta, Kennedy Siyonizme çıkarttığı bu engellerin bedelini canıyla öderken, Siyonizm ise karşılaştığı bu iki engeli aşarak bugünkü pervasız Gazze soykırımına kadar gelebildi.
Demokrasimizin Kanadı kırıktı
ABD, ne iç siyasetinde ne de uluslararası ilişkilerinde temiz bir ülke değildir. Özellikle soğuk savaşla beraber Güney Amerika, Afrika ve Ortadoğu başta olmak üzere dünyanın hemen her bölgesinde yüzlerce kere askeri darbe yapmış, kendisine kukla olabilecek yönetimleri başa geçirmiş ve vahşi emperyalizmi her fırsatta kendi çıkarı için uygulamaktan çekinmemiştir. Dolayısıyla Türkiye ile de uğraşmaktan vazgeçmemiştir.
Türkiye'nin darbeler geçmişi yüz yılı aşmış bir tarihe sahiptir. İttihat ve Terakki döneminde baş gösteren darbeler tarihi günümüze yaklaştıkça 27 Mayıs 1960 darbesiyle devam etmiştir. Darbeler Türkiye'de bütün çirkin yüzünü göstermiş, hatta ülkeye on yıl hizmet etmiş bir başbakanı darağacına yollayacak kadar pervasızlaşabilmiştir.
Tabii, Türkiye'nin kendi milli ekonomisinin, askeri yapılanmasının, özgün siyaset gücünün düşük olduğu dönemlerde darbelere direnmenin veya başkaldırmanın mümkünatı ne yazık ki olmamıştır. Darbeler adeta bir gelenek gibi, her on yılda bir tekrar edercesine Türk toplumuna ve demokrasisine musallat olmuş, 1970 muhtırası, 1980 darbesi, 28 Şubat 1997 post modern darbesi ile yıllara sair şekilde yaşanagelmiştir. ABD merkezli darbelerin Türkiye gibi ülkelerde silahlı kuvvetler tarafından yapılması ve gerek toplumun gerekse karar vericilerin alkışları ile şahlanması bir olgu olarak darbeleri 'normalleştirmiştir'. Dolayısıyla, maalesef, Türk demokrasisinin kanadı kırıktır! Ta ki, 2002 yılında yapılan seçimlerde iktidarın pek de beklenmedik bir şekilde değişmesine kadar...
Türkiye 2002 yılında bugün daha net bir şekilde görüleceği üzere siyasal, sosyal ve ekonomik anlamda yeni bir döneme girmiştir. Erdoğan liderliğinde yapılanan bu yeni dönemde gerek askeri, gerek bürokratik olsun temelde bütün vesayetler tek tek ortadan kaldırılmıştır. Bu vesayetler arasında şüphesiz ki FETÖ'nün ülkede kurmaya çalıştığı tahakküm de söz konusudur. Bugün net olarak anlaşılmaktadır ki, FETÖ Türkiye'de ve dünyanın diğer ülkelerinde yaptığı faaliyetler itibarıyla bir CIA aparatıdır. CIA'nın da ABD çıkarlarından bile önce İsrail'in çıkarlarını koruduğu düşünülecek olursa, FETÖ de, adeta Epstein vakasında olduğu gibi bir MOSSAD organizasyondur.
Bugün 15 Temmuz
Bugün 15 Temmuz. Türk toplumunun ilk defa seçilmiş iktidarı ile el ele vererek, dış güçlerin satın aldığı iç güçlerle birlikte yaptığı bir darbeye karşı Osmanlı tokadı attığı bir gün! Bu, Türk demokrasisinin zaferidir. Bu, sanayide yerli-milliliğin, silahlı kuvvetlerde bağımsızlaşmanın, toplumda öğrenilmiş çaresizliğin yırtılıp atılmasıdır. Evet Türkiye halen ekonomide normalleşme sürecindedir, uluslararası ilişkilerde zaman zaman zorlu süreçleri göğüslemektedir. Ama artık dikkatli ve tarafsız gözlerin de teyit ettiği kadarıyla Türkiye'de hükümetler sandıktan çıkacak ve sandıktan çıkan bu hükümetler öncelikli olarak Türkiye'nin çıkarları çerçevesinde özgün ve bağımsız politikaları yaşama geçirecektir.
Bolivya ve Venezuela
ABD, adım adım gerileyip güç kaybederken Türkiye güçleniyor. Türkiye, nasıl 15 Temmuz 2016 tarihindeki darbe girişimini ulusal birlikle (burada MHP ile Genel Başkanı Devlet Bahçeli'nin milli tutumuna dikkat çekmek gerekir) bertaraf etmeyi başardıysa, artık bu gelişmelerden güç alan başka ülkeler de ABD'ye direnmeyi öğreniyor. Çok büyük petrol ve gaz rezervleri barındıran Venezuela ABD'nin darbesine direndiği gibi zorla ülkeye monte edilen ve Batı'nın desteklediği alternatif devlet başkanı savsatasıyla da mücadele etmeyi başarabildi.
Günümüzün önemli teknolojilerinden elektrikli araçlarda kullanılan lityum kaynaklarının önemli bir kısmının Bolivya'da olduğu zaten biliniyordu. Bolivya'nın artık bu kaynakları ucuza kullandırmak istememesi, yine ABD açısından bir darbe gerekçesiydi. Nitekim, o darbe yapıldı ve geçtiğimiz haftalarda yaşayıp gördüğümüz üzere Bolivya da, 15 Temmuz Türkiye'sini örnek alarak Amerikan darbesinin üstesinden gelmeyi başarabildi.
Orta Afrika'da yaşanan benzer gelişmeler de dünyada emperyalizme karşı yeni bir uyanışın ve direnişin olduğunu söylüyor. Mali, Nijer ve Burkina Faso üçlüsünün Fransa sömürge düzenini nasıl yıktığını ve Fransa'nın bütün aparatlarını söküp attığını yaşayarak gördük. Aslında, hem 15 Temmuz 2016 direnişinin dünyaya sunduğu emsal model, hem de Türkiye'nin bu yeni coğrafyalarda yürüttüğü doğru uluslararası ilişkiler dünyaya yepyeni fırsat koridorları yaratmaya devam ediyor. Bütün bir kıta Afrika'sı göz önünde bulundurulduğunda, Türkiye'nin büyükelçilikleri ve diğer ilgili tüm kurum ve kuruluşları ile eşitler diplomasisi kurmasının ne kadar önemli bir model teşkil ettiği bir kere daha anlaşılıyor.
15 Temmuz dönüm noktası
Sonuç olarak,15 Temmuz hem Türk demokrasisi hem de uluslararası ilişkiler açısından önemli bir dönüm noktasıdır. Darbeler ve vesayet dönemi kapanmıştır. Türkiye, kazandığı deneyimle, kurduğu altyapılarla, soft power iletişim gücüyle, Batı'ya ve Doğu'ya, Kuzey'e ve Güney'e yani dünyanın dört bir yanına örnek model teşkil etmektedir. Öyle ki Türkiye; artık dünyanın her tarafı ile iletişim kurabilecek, ticaret ve yatırım yapabilecek, uluslararası işbirliklerinde ve organizasyonlarda söz sahibi olabilecek, yeri geldiğinde savaşan ve çatışan tarafları barıştırabilecek, yeri geldiğinde dünya kamuoyunun dikkatini çekecek ve onların faaliyetlerine yön verebilecek özgüvene ve taraflar nezdinde özgül ağırlığa sahip bir liderlik modeli ile küresel çapta örnek bir ülkedir.