Modern zamanlardaki işlevine bakıldığında, ideoloji, vahiy ile irtibatı olmayan beşeri düşünce formu, kapalı devre bir düşünce sistemi ve merhum Cemil Meriç’in deyişiyle, “İdraklerimize giydirilen deli gömlekleri” olarak görülür. Bu “gömlekler” vasıtasıyla, en azından son üç yüz yıldır, bireyin ve toplumun zihin dünyası belirli bir istikamette yönlendirilmektedir.
Celal Tahir / Yazar
Vekâlet savaşları bugünün değil, herhalde son üç asrın meselesidir. Ve bu noktada bu çağda ‘özne’nin, ‘hakiki özne’ olmaktan ziyade, aşağıda izaha çalışacağımız sebeplerden, iradesi dâhilinde veya iradesi haricinde, bazen de, kısmen iradesi dâhilinde kısmen de iradesi haricinde belirli bir rolü oynayan, bir tür “imal edilmiş özne” olduğunu anlamak önemlidir. Peki, bu nasıl mümkün olmaktadır? Burada bazı hususlara değinmek gereklidir.
Çünkü olduk olmadık yerde birilerinin ben komplo teorisi yapmıyorum veya komplocu bakış açısı ile bakmayalım gibi ifadeler kullanmaları çok anlamlı değildir. Sorulması ve yanıtlanması gereken dünyanın bir takım senaryoları gerçekleştirilmesine nasıl olup da uygun hale geldiğidir. Hatta hangi güç odağının hangi komployu organize ettiği de ikinci dereceden bir meseledir. Çünkü bizatihi bu güç odakları da, bu çağın sebebi olmaktan ziyade sonucudurlar. Her şeyin ilahi plan dâhilinde cereyan ettiğini bilenler için bunu anlamak gayet kolaydır. “Ortada oynanan oyunun” tarihi-maddi zemininin mantıki izahı bağlamında evvela şu hususlara işaret edilebilir:
Hayali özne
1- Adı Aydınlanma olmakla birlikte, modernite, hakikatin yerine insanı, vahyin yerine rasyonel aklı merkeze alır. Bunun sonucu, göklerle olan irtibatın zayıflamasıdır. Netice, Nûr’dan tedrici ve izafi bir uzaklaşma, zulmete çekilmedir, karanlığın artmasıdır
2- Bu sebepten, hakiki özne denilebilecek güçler, çoğunlukla ve büyük ölçüde karanlıkta, yani perde arkasındadır.
3- Ayrıca dünyanın egemen mahfillerinin prensibinin kaostan düzene olması da burada anlam kazanmaktadır. Herhangi bir ülkede veya bölgede veya bir bütün olarak dünyada düzen kuruluyor derken bunun bilinen ve anlaşılan manada düzen olmadığı/olamayacağıdır. Kaosun amirlerinin hakiki manada bir nizam oluşturmaları, mümkün değildir. Her ne kadar sinarşi iddiasında olsalar da, anarşi ortaya çıkarmaları yani fitnenin ateşleyicileri olmaları kaçınılmazdır.
4- Hakiki öznenin perde arkasında olması ise onun tercihi olmaktan ziyade, izah etmeye çalıştığımız gibi içinde bulunduğumuz çağın özelliği ile irtibatlıdır. Karanlığın arttığı bu çağda bunun öznesi de karanlıkta olmak durumundadır, bir nevi zorundadır.
5- Görünürdeki öznenin ise, iradesi dâhilinde veya iradesi haricinde, bazen de, kısmen iradesi dâhilinde kısmen de iradesi haricinde belirli bir rolü oynayan, bir tür ‘imal edilmiş’ ‘özne’ olduğunu anlamak önemlidir. Buna ‘hayali özne’ demek de, mümkündür.
6- Bunu mümkün kılan, öncelikle özne’nin ideolojik karakteridir. İdeoloji, vahiy ile irtibatı olmayan beşeri düşünce formu, kapalı devre bir düşünce sistemidir. Bu, bu tür yapıları zihnî açıdan bir cendereye sokmaktadır. İdeolojilerin modern dünyada, büyüsel bir işlevi olduğu söylenebilir. Çünkü ideolojilerin marifeti ile birey ve toplumlarda, hakikaten acayip bir zihin yapısı, çarpık ve garip bir dünya algısı/kavrayışı görülmektedir. Uç örneklerde bu durum bireylerin ve hatta toplulukların ‘mankurtlaşması’ halini dahi alabilmektedir. Dine dayalı ideolojilerde durum biraz farklıdır ve ayrıca ele alınması gerekir. Yine de onlar da -bir ölçüde- aynı bağlamda değerlendirilebilir.
7- Kurgulanmaya müsait bir iktisadi sistem olan kapitalizmin ve ulus-devletin ve ulusçuluğun/milliyetçiliğin ortaya çıkışı ve toplumsal hayatı belirlemeye başlaması da, kurguların hayata geçmesinin zeminidir.
8- Bu zeminle birlikte, görünürdeki ‘hayali özne’, iradesi dâhilinde veya iradesi haricinde, bazen de, kısmen iradesi dâhilinde kısmen de iradesi haricinde, çoğunlukla ve büyük ölçüde karanlıkta, yani perde arkasında olan, ‘hakiki özne’nin, plan ve projelerinin hayata geçmesinin vasıtasıdır. Hayali özne’nin, bu vasıta olma durumunun dışına çıkması için, sadece durumun idrakine varması da, yeterli değildir. Şartların ne derece buna müsaade edeceği de, elbette önemlidir.
İdeolojiler ve modernite
Burada mühim olan, modern zamanlarda zihniyet dünyalarını büyük ölçüde belirleyerek yönlendiren ideolojiler olmasıdır. Tıpkı milliyetçilik ve ulus-devlet gibi genel olarak ideolojinin, terim ve kavram olarak tedavüle girmesi Fransız İhtilali iledir. Yani ortada bir eşzamanlılık söz konusudur. Demek ki Fransız devrimi ile birlikte modern değerler, toplumsal yaşamın bütün düzeylerine giderek sirayet eder, egemen hale gelir. Bunun neticesi de, genel olarak toplumların ve bireyin, tarihin daha önceki çağlarında olmadığı gibi ve olmadığı kadar, yönlendirilmeye açık hale gelmesi olur. Modern zamanlardaki işlevine bakıldığında, ideoloji, vahiy ile irtibatı olmayan beşeri düşünce formu, kapalı devre bir düşünce sistemi ve merhum Cemil Meriç’in deyişiyle, “İdraklerimize giydirilen deli gömlekleri” olarak görülür. Bu “gömlekler” vasıtasıyla, en azından son üç yüz yıldır, bireyin ve toplumun zihin dünyası belirli bir istikamette yönlendirilmektedir. İdeoloji, bireyin zihin işleyişini ve bir bütün olarak insanlığın zihniyet dünyasını, belirli kalıplara sokmakta, düşünce ve davranışlarını şekillendirmektedir. Bu yönüyle de ideolojiler, dinlerin yerine ikame edilen, biçim itibarı ile dinlerin taklidi olan beşeri düşünce sistemleridir Modernitenin diğer kavramları gibi, ideolojinin de tanımı zordur, belirsizdir. Kargaşa modernitenin karakteristik özelliğidir. Kavramlar dünyasındaki belirsizlik, bir neticeye bağlanamayan tartışmalar, modernitenin zihniyet dünyasındaki yansımasını gösterir. Bu kavramların dejenere olması, yani soysuzlaşmasıdır.
İdeoloji bireyin zihin işleyişini ve bir bütün olarak insanlığın zihniyet dünyasını, belirli kalıplara sokmakta, düşünce ve davranışlarını şekillendirmektedir. Bu yönüyle de ideolojiler, dinlerin yerine ikame edilen, metot ve biçim itibarı ile dinlerin taklidi olan beşeri düşünce sistemleridir. Marks daha kendi sağlığında, takipçilerinin tutumlarına bakarak “ben Marksist değilim” der. Bunu ideolojiyi “yanlış bilinç” olarak değerlendirmesi ile beraber düşünmek mümkündür. (Yine de Marks’ın düşüncesi, bir ideolojidir) Marksizm’in bir ideoloji halini alması ve bunun yerleşmesi, daha ziyade Lenin ile olur. Zaten sonrasında ideoloji Marksizm-Leninizm şeklinde bilinir. Herbert Marcuse Sovyetler Birliği’nde Marksizm-Leninizm’in “Büyü ‘nün ilkel topluluklardaki işlevine benzer bir işlevi” olduğunu söyler. Bunu bir adım ileriye taşıyıp, genel olarak ideolojilerin modern dünyada, büyüsel bir işlevi olduğunu söylemek mümkündür. Çünkü ideolojilerin marifeti ile birey ve toplumlarda, hakikaten acayip bir zihin yapısı, çarpık ve garip bir dünya algısı/kavrayışı görülmektedir. Uç örneklerde bu durum bireylerin ve hatta toplulukların ‘mankurtlaşması’ halini dahi alabilmektedir. Dine dayalı ideolojilerde durum biraz farklıdır ve ayrıca ele alınması gerekir. Yine de onlar da aynı bağlamda değerlendirilebilir.
Ve neticede ideolojilerin marifeti ile birey ve toplumlarda, hakikaten acayip bir zihin yapısı, çarpık ve garip bir dünya algısı/kavrayışı görülmektedir. İdeolojiler ve ideolojik yapı, kişilerde ve gruplarda aklı önemli ölçüde devreden çıkarır. Aklın yerine, öfke, kin, hırs gibi şuuraltı ögelerin ciddi ölçüde denetiminde olanlar, her türlü yönlendirilmeye de müsait hale gelirler. İşte son üç asırda çeşitli toplumsal süreçlerde ve devrimlerde bu rol almış olan ideolojik grupların partilerin örgütlerin bireyler üzerinde özel bir etkisi tahribatı mevcuttur. Bu özel etki ve tahribat şeklindeki etki bir tür karşı-inisiyasyonun bireyler üzerindeki tahribatıdır. İdeolojilerin modern dünyada bireyler üzerindeki tahribatı özel olarak birde bu açıdan incelenmelidir.
İdeolojiler ve tersine evrim
Kapalı bir devre bir düşünce formu, vahiyle irtibatı kopmuş veya zayıflamış beşeri düşünce biçimi olarak tarif ettiğimiz ideolojinin ete kemiğe bürünmüş bir nevi toplumsal hayat içerisinde mücessem şekli olan bu ideolojik örgütler, dinlerin ya da inisiyatik organizasyonların kişilerin üzerinde bıraktığı etkinin aksi bir etki bırakırlar. İnisiyatik örgütler kişileri tekâmül ettirirken ideolojik örgütler bir nevi karanlık alana çekmektedirler. Bu örgütlerin yaşadığı ve/veya bu örgütlerde yaşanan süreçler taklit olduğundan sahte-inisiyatik, kullandıkları usul ve neticeleri itibarıyla karşı-inisiyatik özellikler gösterdikleri söylenebilir. Bu noktada modern dünyayı tahkik ve bu yönlerini isabetle teşhis etmiş olan Rene Guenon’a özellikle müracaat edilmelidir. Bu ideolojik yapılar, dinî ve inisiyatik örgütlerin taklitleri olması hasebiyle ilk başlangıçta yani örgüte partiye yeni katılan bir bireyin üzerindeki başlangıçta bir tür sahte pozitif etki gösterirler. Birey başlangıçta olağan üstü iyi bir insandır. Neredeyse insan olamayacak melek özellikleri gösteren bir birey durumundadır. Zaten bu tür yapılar ister solcu-sosyalist, ister faşist, ister milliyetçi, ister fundamentalist, ister İslamcı olsun kişilerden normalde bir insanın gerçekleştiremeyeceği, takat güç yetiremeyeceği güç çaba gayret istemektedirler. Başlangıçta buna cevap vermeye çalışan birey olağanüstü bir çabayla kendisini geliştirmeye çalışır. Bir tür olmadığı ve muhtemelen olamayacağı bir hale girdiği ve girebileceğini varsayar. Bu usul yahut karşı-usul negatif usul diyebileceğimiz usul kişide yaradılışta saklı olan imkânları inkişaf ettirmek tekâmül ettirmek, türlü usullerle bu tekâmülü gerçekleştirmek şeklinde bir metodu-usulü olan inisiyatik tarikatların tam aksi bir usuldür. Normalde bir insanın gerçekleştiremeyeceği işleri, gerçekleştirmesi, olmayacağı bir ‘hal’e ulaşması beklenen kişi, -dinlerin taklidi olarak yeryüzüne yayılmış ideolojilerin şekillendirdiği bu örgütlerin partilerin mensubu olmuş, bunlara bir nevi intisap etmiş olan bu kişiler- inisiyatik organizasyonların tekâmül sürecinin karşıtını yaşarlar. Bunu neticesi olarak tersine bir evrim zuhur eder. Kişideki potansiyeller kişinin karanlık yanına tabi olmuştur/ olmaktadır. Ve bu tersine evrimin neticesinde kişi olağanın dışına çıkar. Olağanın dışına ama üzerine değil altına iner. Çünkü burada kişi -şu yahut bu ölçüde - karanlık tarafın denetimine ve eğitimine tabi olmuştur. Kişinin potansiyeli kişinin karanlık yanına tabi olmuştur/ olmaktadır.İşte bu, kişinin yaşadığı tersine evrimdir. Bu durumda kişiler normal hallerinin dışına çıkıp, olağan dışı işler yapabilirler. Yıldız Savaşları filminde anlatılan hikâye de bir açıdan budur. “Ortada oynanan oyunun” tarihi-maddi zemininin mantıki izahına, bir de bu açılardan bakılmalıdır.