Türkiye'de infaz hukukunda umut hakkının uygulanması yani ağırlaştırılmış müebbet ve müebbet hapis cezaları için bu hakkın tatbik edilme zorunluluğu açısından bir yasal düzenleme yoktur. Bu minvaldeki AİHM kararları sebebiyle Türkiye'nin “yeniden yargılama” yapması da gerekmemektedir. Bu bağlamda Konseyin veya Mahkemenin Türkiye'yi düzenlemeye davet etmesi durumunun “gündeme gelmesi” dışında bir durum da bulunmamaktadır.
Cüneyd Altıparmak/ Hukukçu
Her "gündemin" bir hukuki yönü var. Sayın Devlet Bahçeli'nin konuşmasından sonra gelişen durumun merkezinde de "umut hakkı" meselesi var. Bugün bu kavramın ne olduğuna, tartışmaya göre nasıl şekillenebileceğine dair bir hukuki analiz sunmak istiyorum. Zira neyin önerildiğini, kavramın içeriğini bilmeden fikir ileri sürmek pek doğru değil. Bunun için genişçe bu konunun kaynağını, uygulamadaki durumunu ve güncel tartışmalarını iyi bilmek gerekiyor.
Umut nedir?
Umut, bir kimsenin yaşadığı olaylar ve içinde bulunduğu koşullarla ilgili olumlu sonuçlar beklentisi temelinde iyimser olmasını ifade eden bir zihin halidir. Bu bir hak olarak ifade edilince konu hukukun ilgi alanına girer. Korunması gereken bu zihin halinin hukukun çeşitli alanlarında bir hak veya benzeri nitelikle karşımıza çıktığını görebiliriz.
İdare hukukundaki "haklı beklenti" kavramının da temelinde bir "iyimser beklenti" olduğunu söyleyebiliriz. Nitekim haklı beklenti "ilgililerin idarenin beyanlarından, uzun süreli uygulamalarından", hizmetin olağan seyrinden veya özellikle mevcut hukuki düzenlemelere güvenden doğar. Muhataplar, girdikleri "hukuka uygun" beklentilerinden doğan bir umut içinde hissederler kendilerini. Yani "öngörülemez" bir durumla karşılaşılmayacağına dair beklentinin zedelenmemesini ihata eder "haklı beklenti"... Birçok yeni tarihli kararda bu kavrama değinildiğini görürüz.
Güven meselesi
Borçlar Kanunu ve Ticaret Kanunu güvenden doğan "umut" durumunun -istisnai hallerde- bir sorumluluk doğuracağını kurala bağlamıştır. (TTK m.209, TBK m.36-44 vb.) Hukuki ilişkide güven meselesinin en temel yorum dayanağı ise şüphesiz Medeni Kanundan kaynaklanır. Kanunun 2. maddesindeki atıfla hakim karar verirken durumun doğurduğu "güven" halini de gözetebilecektir. Bu "hakkaniyet ilkesinin" gereğidir. Meslektaşlarım bilirler, "eylemli biçimde" bir kimsede oluşturulan güvenin doğurduğu umut, "culpa in contrahendo" sorumluluğu olarak metinlerde karşımıza çıkar. Bu kavramın da akademik metinlerde ve son yargı kararlarında sıkça kullanılmaya başladığını görüyoruz.
Tüm bu çerçeveden sonra gelelim asıl meseleye. Umut hakkı denince aklımıza "infaz" düzenlemeleri gelir ilk olarak. Buna göre bir kimsenin hüküm giydikten sonra bir gün tahliye edilebilme ümidini taşıması gerekir. Bu anlamda umut hakkı, müebbet hapis cezası verilmiş bir kimse üzerinden tartışılır. Zira diğer hapis cezalarından neticede "matematiksel" olarak bir nihayet öngörülmüştür. Buna göre bu kavram; "bir mahkûmun" -cezası ne olursa olsun- belirli bir süre sonra infaz durumunun gözetilerek tekrar topluma karışma ve rehabilitasyon aşamasına gelebilme olanağının olması durumunu ihtiva eder.
Herkes yararlanamaz!
Umut hakkı her hükümlüyü içermez. Şartları taşıyanlar için geçerli olabilecek bir haktır. Bu hakkı elde edebilmek için ilk şart cezaevinde infazını kurallara uygun tamamlamış olmaktır. Bu konuda üç önemli karar vardır. Bunlar 2013 yılındaki Vinter ve diğerleri / Birleşik Krallık kararı ile 2014 yılındaki Öcalan (No.2) ve 2015'teki Gurban/Türkiye kararlarıdır. AİHM'in başka kararları da bulunmasına karşın, bu kararlar okunduğunda meseleye bakış açısını anlamak mümkündür. Zira Room/Belçika kararında Büyük Daire hakimi (2019) Nussberger şöyle bir çerçeveden bahsetmektedir: "Hiç kimse işkenceye veya insanlık dışı ya da aşağılayıcı muamele veya cezaya tabi tutulamaz" şeklindeki "3. madde, insan onurunu koruyan mutlak bir haktır. Tutukluların durumuyla ilgili iki içtihat çizgisi vardır: Bir yanda 'insani cezaevi koşulları' ile ilgili içtihat (Mursic/Hırvatistan kararı) diğer yanda 'umut hakkı' ile ilgili içtihat (Vinter kararı)..."
25 yıl meselesi
Bilindiği gibi ülkemizde bir kimsenin aldığı ceza ne olursa olsun hapiste geçireceği azami süreler düzenlenmiştir. Ülkemizden ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasında bu süre 36 yıldır. Müebbet ve süreli hapis cezaları için ise süre en fazla 30 yıl olarak belirlenmiştir. Ancak Vinter kararında AİHM, müebbet hapis cezasının infaz üst sınırının 25 yıl olduğu Birleşik Krallığa dair bir durumu ele almıştır. AİHM, m.3 uyarınca başvurucunun haklarının korunabilmesi için "salıverilme ve gözden geçirme şartlarının" olması gerektiğine karar vermiştir. Yani mahkeme müebbet hapis cezası alan başvurucunun infazından belirli bir süre sonra "salıverilebilir" olup olmadığı yönünde "bir değerlendirmeye" tabi tutulmasının gerektiğini belirtmiştir.
Öcalan (2) kararı
Bu kararda mahkeme "müebbet hapis cezası" verilmesinin başlı başına "3.maddeye" aykırı olmadığını belirtmekte ancak farklı olarak özetle şu beş tespiti yapmaktadır:
1. "...Mahkeme başvuranın ilk önce ölüm cezasına çarptırıldığını ve bunun sebebinin de, birçok kişinin ölümüne sebebiyet veren yasa dışı bir silahlı terör örgütü kurmak ve yönetmek gibi ciddi şekilde ağır suçların olduğunu hatırlatmaktadır. Ölüm cezasının kaldıran bir yasanın çıkmasının ve bu çeşit daha önceden verilmiş cezaları kaldırarak yerine ağırlaştırılmış müebbet hapis cezaları getiren yasanın ardından başvuranın cezası da yeni kuralları uygulayan Ağır Ceza Mahkemesi kararıyla ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çevrilmiştir..." (p.208)
2. "...Bütün bunlardan, Türkiye'de yürürlükte olan kanunların, devletin güvenliğine karşı işlediği suçlardan dolayı ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çarptırılan başvurana, bu niteliği dolayısıyla, cezasını çekmekte iken belli bir zaman sonra cezalandırmaya ilişkin meşru birtakım gerekçelerle serbest bırakılmayı isteme hakkı vermediği sonucu çıkmaktadır..." (p.209)
3. "...Hükümetin, başvuranın ciddi şekilde ağır terör suçlarının faili olması sebebiyle şartlı tahliye imkânı olmaksızın ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çarptırıldığı şeklindeki iddiasıyla ilgili olarak Mahkeme, Sözleşmenin 3. maddesinin hiçbir istisna tanımadığını ve kesin ifadelerle aşağılayıcı ve insanlık dışı cezaları yasakladığını hatırlatmak ister..." (p.212)
4. "...bu tespitler ışığında Mahkeme, başvurana verilen müebbet hapis cezasının Sözleşmenin 3. maddesi anlamında indirilebilir bir ceza olarak nitelenemeyeceğini değerlendirmektedir..." (p.213)
5. "...Bununla birlikte Mahkeme, bu ihlal tespitinin başvurana derhal tahliye imkânı tanıdığı şeklinde anlaşılmaması gerektiğini değerlendirmektedir. Ulusal makamlara düşen, kabul edilecek yasal düzenlemeler çerçevesinde ve Mahkeme tarafından ... kurallara uygun olarak, belli bir asgari sürenin geçmesinden sonra başvuranın[cezaevinde]tutulmasının gerek cezalandırmaya ve caydırıcılığa ilişkin zorunluluklar bakımından şartların tam olarak karşılanmamış olması, gerekse ilgilinin [cezaevinde] tutulmaya devam etmesinin tehlikelilik sebebiyle olması gerekçeleri ile halen açıklanıp açıklanamayacağını denetlemektir."
Türkiye anılan AİHM içtihatları kapsamında bir tahliye zorunluluğu altında değildir. Ama "tahliye edilebilirlik" yönünden değerlendirme yapma yükümlülüğü altındadır. Bunu yaparken de kişinin salıverilmesi halinde oluşacak durumları da değerlendirme çerçevesinde tutabilecektir. Yine Türkiye, müebbet cezaları 25 yıla düşürme gibi bir zorunluluk altında da değildir.
Normatif durum
Türkiye'de infaz hukukunda umut hakkının uygulanması yani ağırlaştırılmış müebbet ve müebbet hapis cezaları için bu hakkın tatbik edilme zorunluluğu açısından bir yasal düzenleme yoktur. Bu yasal düzenlemenin olması halinde bir kişinin değil aynı minvalde olan tüm kimselerin de istifade edeceği açıktır. Bu minvaldeki AİHM kararları sebebiyle Türkiye'nin "yeniden yargılama" yapması da gerekmemektedir. Zira iddia infaz uygulamasına veya bir karara değil, bir mevzuat düzenlemesine dayalıdır. Bu bağlamda Konseyin veya Mahkemenin Türkiye'yi düzenlemeye davet etmesi durumunun "gündeme gelmesi" veya bu durumun tekrar etmesi dışında bir durum da bulunmamaktadır.
Ayrıca umut hakkı tahliye önermez. Potansiyel bir tahliye umudu tesis eder ki buna dair "net bir metin" Meclis gündeminde değildir!
@cuneyd6parmak