Güvenli bölge oluşturmayı hedefleyen Fırat Kalkanı Operasyonu ile Türkiye, askeri gücüyle Özgür Suriye Ordusu unsurlarına destek olarak sahada daha etkin biçimde var olmayı hedeflemektedir. Suriye’de kendisine yakın grupların da etki alanlarını genişletmesi orta ve uzun vadede Ankara’nın elini güçlendirecektir.
Yrd. Doç. Dr. İsmail Numan Telci / Sakarya Üniversitesi Ortadoğu Enstitüsü
Suriye iç savaşı şüphesiz Türkiye’nin dış politikasındaki en ciddi meselelerden birisi. Öyle ki son birkaç yıldır Suriye konusu Türkiye’nin birçok ülke ile olan ilişkisini belirleyen nokta. Özellikle İran ile yaşanan rekabet, Suudi Arabistan’la yürütülen işbirliği ve en önemlisi Türkiye’nin Rusya ile olan ilişkisinde Suriye politikasının ve bu ülkede yaşananların büyük etkisi bulunmaktadır. Benzer şekilde son dönemde Suriye’deki gelişmeler Türkiye-ABD ilişkilerini de ciddi anlamda etkilemektedir.
Olayların ilk döneminde Suriye konusunda birlikte hareket eden Türkiye ve ABD giderek ayrı noktalara düşmüş ve son olarak Suriye’nin kuzeyinde yaşananlar nedeniyle ciddi bir ayrışma yaşamışlardır. Türkiye’nin terör örgütü olarak ilan ettiği ve PKK’nın Suriye kolu olarak tanımladığı PYD’nin ABD tarafından bir müttefik olarak tanımlanması ve açık biçimde desteklenmesi Ankara-Washington hattında ciddi gerilimlere neden olmuştur. Türkiye, ABD tarafını en üst düzeyde defalarca uyarmış ve PYD’ye verilen desteğin sonlandırılmasını istemiştir. Bu çağrılara kulak tıkayan Obama yönetimi, Kuzey Suriye politikasında değişikliğe gitmeyerek PYD’yi desteklemeye devam etmiş ve bölgedeki en önemli müttefiklerinden olan Türkiye ile olan ilişkilerini riske etmiştir.
Türkiye’nin Cerablus’ta başlattığı Fırat Kalkanı Operasyonu 15 Temmuz’da yaşanan darbe girişiminin sonrasında yaşananlar bağlamında değerlendirildiğinde Ankara ile Washington arasındaki ilişkilerin yakın dönemde yeni bir testten geçeceği belirtilmelidir. Nitekim Türkiye’nin Cerablus’a başlattığı operasyonun arkasında bir yönüyle ABD’ye duyulan tepki yatmakta ve operasyon Washington’un Suriye’nin kuzeyinde yürüttüğü politikalara verilen cevap niteliği taşımaktadır. Her ne kadar Türkiye Cerablus’u DAEŞ’ten temizleme argümanını öne sürüyorsa da, operasyonun arkasındaki asıl amaç Suriye’nin kuzeyinde bir PYD koridoru oluşturulmasına her ne pahasına olursa olsun izin verilmeyeceğinin hem ABD’ye hem de Salih Müslim liderliğindeki PYD’ye göstermektir.
ABD’ye rağmen müdahale
Açıkça dile getirilmese de altı çizilmesi gereken bir husus Fırat Kalkanı Operasyonu’nun her şeyden önce ABD’ye rağmen/karşı yapılan bir harekat olduğudur. Türkiye’nin operasyonuna neden olan unsurların başında ABD’nin açık biçimde desteklediği PYD’nin Suriye’nin kuzeyindeki ilerlemesi gelmektedir. Bu ilerlemeden ciddi anlamda rahatsız olan Türkiye, Suriye’de operasyon yapmak üzere niyetlenen her ülkenin yaptığı gibi DAEŞ’le mücadele çerçevesinde bu ülkedeki operasyonuna başlamıştır. Her ne kadar ilk etapta Türkiye’nin DAEŞ’i hedeflediği belirtiliyorsa da, Ankara’nın gerçek motivasyonu ABD öncülüğünde Suriye’nin kuzeyinde gerçekleştirilmek istenen PYD koridorunun engellenmesidir.
Türkiye’yi bu anlamda daha fazla “kışkırtan” gelişme ise 15 Temmuz’da yaşanan askeri darbe girişimi olmuştur. Darbe girişimi sürecindeki rolü nedeniyle ABD’ye duyulan büyük tepki bir anlamda operasyon için Türkiye’ye meşru bir zemin sağlamıştır. Nitekim ABD Başkan Yardımcısı Biden’ın Türkiye ziyaretindeki “suçüstü yakalanan zanlı” edasındaki tavır ve açıklamaları ABD yönetiminin Ankara’ya dış politikada manevra yapması için bir alan açmak durumunda kaldığı şeklinde yorumlanabilir. Bu anlamda “fırsatçı” bir tutum takınan Türkiye ise önce Rusya ile yakınlaşarak ABD’yi daha fazla endişelendirmiş ve Fırat Kalkanı Operasyonu’nun başlangıcını da Biden’ın ziyaretine denk getirerek duyduğu memnuniyetsizliği göstermiştir.
Suriye’nin geleceği
Operasyonu Ankara’nın önceki hamlelerinden farklı kılan özelliklerinden birisi Türkiye’nin Suriye konusunda artık daha etkin bir rol oynayacağının tüm bölgesel ve küresel aktörlere açık biçimde gösterilmesidir. Bununla birlikte Türkiye, 15 Temmuz’daki darbe girişiminin ardından yaşanan kaotik durumun sona erdiğini ve Suriye konusunda yeniden masaya oturduğunu tüm taraflara da göstermek istemiştir. Türkiye’nin bu niyeti ve kararlılığının farkında olan bu aktörler Ankara’nın operasyonu karşısında herhangi bir tepki göstermemiştir.
Böyle bir ortamda, Rusya, İran ve ABD gibi ülkelerin Suriye’de gerek doğrudan gerekse de dolaylı olarak “de facto” durumlar yaratarak etkin olduklarını uzun bir süredir tecrübe eden Türkiye, Cerablus’ta gerçekleştirdiği Fırat Kalkanı Operasyonu’yla kendisi için yeni bir stratejiyi de devreye sokmak istemektedir.
Bu stratejinin bir boyutunu Türkiye’nin kendisine yönelik Suriye’den gelebilecek tehditleri bertaraf edebilmek amacıyla gereken hamleleri yapmak oluştururken, diğer boyutunu hayati öneme sahip hatları ve güzergahları kontrol altına alarak Şam yönetimi karşıtı ılımlı muhalif grupların ilerleme kaydetmelerine önayak olmak oluşturmaktadır. Bu stratejiyi uygularken Ankara sahada etkin olan aktörler aracılığıyla ilerlemeler kaydederek kısa vadede bir güvenli bölge kurulması planını da canlı tutmak istemektedir.
Suriye’de perde arkası aktörlerden olan Türkiye, Fırat Kalkanı operasyonu ile ilk kez doğrudan bu derece angaje olmuş ve siyasi çözüm öncesinde sahada ilerleme kaydetmeyi hedeflemiştir. Bu durum kısa vadeli sonuçlar doğuracağı gibi, çatışma halinin uzaması durumunda da Türkiye’yi Suriye denkleminin içerisinde daha yoğun biçimde tutacak bir durum ortaya çıkaracaktır. Bununla birlikte operasyonların uzamasıyla Ankara’nın uzun dönemden bu yana dillendirdiği “güvenli bölge” argümanı daha açık biçimde gündeme gelecek ve gerek duyulduğu takdirde fiili olarak devreye sokulabilecektir. Türkiye’nin Rusya ile belli noktalarda uzlaştığı ve ABD’nin de Ankara’ya bu anlamda taviz vereceği düşünüldüğünde güvenli bölge ihtimalinin önümüzdeki dönemde daha fazla gündeme geleceği söylenebilir.
Güvenli bölgenin önemi
Güvenli bölgeyi bu anlamda önemli kılan başlıca üç nedenden bahsedilebilir. Öncelikli olarak Türkiye, Fırat’ın doğusundaki PYD yönetimindeki kantonların Batı’daki Afrin kantonuyla birleşerek uzun bir hat oluşturmasını engellemeyi amaçlamaktadır. İkinci neden Türkiye’nin, Suriye’deki iç savaşın kendi toprakları içerisine etkilerini kesin olarak sonlandırmayı istemesidir. Bunu yaparken de bir taraftan şiddet olaylarının artmasına paralel olarak gerçekleşebilecek olası mülteci akışını yavaşlatmak ve Türkiye içerisindeki Suriyelilerden ülkelerine dönmek isteyenlere bu imkanı mümkün kılmayı hedeflemektedir. Son neden de Suriye’de PYD ya da DAEŞ’ten kaçarak Türkiye’ye sığınan insanların geri dönmeleri durumunda bu bölgelerin güvenliğinin sağlanmasının gerekliliğidir. Bu anlamda nihai olarak güvenli bölge oluşturmayı hedefleyen Fırat Kalkanı operasyonu ile Türkiye kendi askeri gücünü işlevselleştirerek Özgür Suriye Ordusu unsurlarına destek olarak sahada daha etkin biçimde var olmayı hedeflemektedir. Suriye’de kendisine yakın grupların da etki alanlarını genişletmesi orta ve uzun vadede Ankara’nın elini güçlendirecektir.
Türkiye’nin Rusya, ABD ve İran yönetimleri nezdinde Suriye’deki krizin çözümü konusunda sürdürdüğü diplomatik temasların sıklaştığı bir dönemde Fırat Kalkanı Operasyonu’nu başlatması, Ankara’nın askeri girişimlerin siyasi kazanımlara dönüşmesi için yürüttüğü stratejik bir hamle olarak okunmalıdır. Türkiye bir taraftan sık sık dile getirdiği Suriye’nin toprak bütünlüğünün korunması gerektiği argümanının gereklerini yerine getirmek için diplomatik temaslarını sürdürürken, diğer taraftan da Suriye içerisinde mücadele eden kendisine yakın olan aktörleri destekleyerek Esed sonrası Suriye’sinde etkin olabilmenin hesaplarını yapmaktadır.
Fırat Kalkanı Operasyonu, Türkiye’nin de artık Suriye’ye müdahil olan diğer dış aktörler gibi doğrudan angaje olduğu bir paradigmayı benimsediğinin göstergesidir. Bu bağlamda değerlendirildiğinde Türkiye’nin Cerablus’a yönelik başlayan ve daha geniş bir coğrafyaya yayılacağı öngörülen askeri harekatının, önümüzdeki dönemde Suriye’de çizilecek bir siyasi yol haritasında Ankara’ya daha fazla söz hakkı verilmesini sağlayacağı söylenebilir.