Türkiye'nin AB güvenliğindeki kritik rolü

Zeki Korkutata/ AK Parti Bingöl Milletvekili
14.03.2025

Türkiye'nin içerisinde yer almadığı herhangi bir savunma ve güvenlik mekanizması AB ülkelerini daha da savunmasız bırakacaktır. Bundan dolayı yeni dönemde AB'nin Türkiye'yi de içine alan yeni bir savunma ve güvenlik mekanizmasını inşa etme yolunda önemli adımlar atacağı öngörülmektedir.


Türkiye'nin AB güvenliğindeki kritik rolü

Zeki Korkutata/ AK Parti Bingöl Milletvekili

Son yıllarda küresel güvenlik dengeleri hızla değişirken, Avrupa'nın savunma politikaları da yeni sınamalarla karşı karşıya kalmaktadır. ABD'nin NATO'ya olan bağlılığını sorgulayan söylemleri, Rusya-Ukrayna Savaşı'nın yarattığı tehdit ve AB'nin kendi askeri kapasitesini artırma çabaları, kıtanın gelecekteki güvenlik mimarisini yeniden şekillendirme ihtiyacını doğurmaktadır. Bu süreçte Türkiye, jeostratejik konumu, askeri kapasitesi ve diplomatik etkinliğiyle Avrupa güvenliğinin vazgeçilmez bir aktörü olarak öne çıkmaktadır.

Transatlantik ilişkileri zayıflıyor

7 Mart 2025'te Beyaz Saray'da Rusya-Ukrayna krizine dönük açıklamalarda bulunan Trump AB ülkelerinin savunmasına yönelik bir soru karşısında "Eğer ödeme yapmazsanız sizi savunmayacağız dedim. Bunu 7 yıl önce söyledim ve bu yüzden yüz milyonlarca dolar ödediler. Dediler ki eğer borçlu olsaydık bizi savunur muydunuz? Hayır, savunmazdım dedim." ifadesini kullandı. Trump böylelikle NATO'nun temelini oluşturan 5. ve 6. maddeleri uygulamayacağını açıkça ilan etmiş oldu. Bu maddeler, bir NATO üyesine saldırı durumunda tüm üyelerin ortak savunma yapmasını öngörmektedir. Daha açık bir ifade ile Trump olası bir saldırı durumunda Avrupa ülkelerini yalnız bırakabileceğini ifade etmiştir.

Esasında Trump'ın birinci döneminde de NATO'ya yönelik eleştirileri vardı. Şubat 2024 seçim kampanyası döneminde yaptığı bir açıklamada, tekrar seçilmesi halinde Rusya'yı NATO üyeliğinin faturasını ödemeyen ülkelere saldırmaya teşvik edebileceği uyarısını yapmıştı. Trump açıklamasında bir Avrupalı liderin "Faturamızı ödeyemezsek ve Rusya bize saldırırsa ne yaparsınız?" diye sorduğunu, ona yanıt olarak "Sizi korumaya gelmeyiz. Hatta Rusya'nın dilediğini yapması için onları teşvik ederim" dediğini aktardı. Her ne kadar ABD'nin NATO'dan çekilmesi şimdi gündemde değilse bile herhangi bir saldırı durumunda Washington'un AB ülkelerini savunmaya gelip gelmeyeceği bugün itibariyle tartışmalı hale gelmiş bulunmaktadır. Dolayısıyla Trump'ın açıklamaları ile NATO ve ortak savunma konularında yaşanan ayrışma ve tartışmalar Transatlantik ilişkilerinin gelecek dönemde daha da zayıflayacağına işaret etmektedir.

AB kendi ordusunu kurabilir mi?

II. Dünya Savaşı'nı izleyen dönemde Batı Avrupa ülkeleri bir yandan kendi aralarında bir askeri pakt kurmaya çalışırken diğer yandan SSCB tehdidine karşı ABD ile ortak hareket etmeye eğilimindeydi. 1948'de Fransa ve İngiltere'nin desteğiyle Batı Avrupa ülkeleri Batı Avrupa Birliği'ni (BAP) kurdular. 1949'da ise Washington Antlaşması ile Kuzey Atlantik Paktı Teşkilatı'nın (NATO) kuruluşuna imza attılar. NATO'nun kurulmasından bir yıl sonra Fransızlar Almanlarla birlikte ortak bir Avrupa ordusu kurulmasına dönük Avrupa Savunma Topluluğu projesini öne sürdü. Ortak ordu kurulması yönündeki girişimler 1954'de Fransa parlamentosu tarafından reddedildi.

Soğuk Savaş yıllarında ABD Batı Avrupa ülkelerinin savunma ve güvenliklerini NATO aracılığıyla sağlayan başat aktör oldu. Ancak SSCB'nin çöktüğü 1990'larda Avrupa ülkeleri bir kez daha savunma ve güvenlik alanında ortak hareket edilmesi fikrini canlandırmaya çalıştı. 19 Haziran 1992'de Bonn'da toplanan BAB Bakanlar Konseyi, toplantının ardından, Petersburg Deklarasyonu'nu yayınlamış ve böylece BAB üyesi devletler mevcut askeri üniteleri, askeri konvansiyonel güçlerini BAB otoritesine tahsis etmeyi deklere etmişlerdir.

Ancak 90'lı yıllarda bağımsız bir Avrupa Ordusu kurma çabaları başarısız oldu ve NATO'ya olan bağımlılık sürdü. Özellikle Türkiye'nin aday ülke ilan edildiği Aralık 1999 Helsinki Zirvesi'nde ise, AB liderleri NATO'dan bağımsız uluslararası krizlere müdahale edebilme kapasitesinin oluşturulması yönünde kararlar aldı.

2000'li yıllarda Avrupa Acil Müdahale Gücü oluşturulmasına dönük adımlar atıldı ve bunun için her ülkeye düşen askeri yardım miktarı belirlenmişti. Buna göre, İngiltere 30 bin asker, 72 savaş uçağı 18 savaş gemisiyle, Almanya, Fransa ve İtalya 12'şer bin askerle; İspanya 6 bin askerle ve Lüksemburg 100 askerle bu gücü destekleyecekti. Ancak üye ülkelerin kendi aralarında oluşturmaya çalıştıkları ortak ordu yapısı belli ölçülerde zaten vardı: Belçika, Fransa, Almanya, İspanya ve Lüksemburg'un dahil olduğu "Eurocorps" ile İngiltere-Hollanda ortak deniz gücü. Ancak söz konusu yapılar hem NATO'ya alternatif değildi hem de kapasite ve etkinlik olarak oldukça zayıftı.

Bu bağlamda Trump'ın NATO'ya yönelik çıkışlarının ve Rusya-Ukrayna Savaşı'nın Avrupa'ya yayılması olasılığının, AB ülkelerini askeri alanlarda daha hızlı adım atmaya yönelteceği açıktır.

En büyük güvenlik sınaması

Cumhurbaşkanı Erdoğan 10 Mart'ta Ukrayna'da yaşanan ABD-Avrupa krizi ve NATO bağlamındaki süren tartışmalar üzerine yaptığı açıklamada "Avrupa Birliği'yle ilişkilerimizi ortak çıkarlar temelinde, karşılıklı saygıyı esas alan, tam üyelik hedefine odaklanan bir bakış açısıyla geliştirmek istiyoruz. Avrupa Birliği, yakın zamandaki en büyük güvenlik sınamalarından birini yönetmeye çalışıyor. Avrupalı dostlarımızın yeniden şekillenen dünyada yeni Türkiye'nin rolünü kavramaları, stratejilerini de buna göre belirlemeleri temennimizdir" ifadelerini kullanmıştı.

Nitekim NATO'nun dışında bir Avrupa güvenlik ve savunma kimliğinin geliştirilmesinin güçlüklerinin farkında olan AB ülkeleri Türkiye'nin de içerisinde yer aldığı askeri yapıların kurulması yönünde ciddi bir sınama ile karşı karşıyadır. Zira bunun öncü adımları zaten 2000'lerde atılmıştı. 2000'deki Feira Zirvesi'nde Avrupa Konseyi'nin NATO'nun imkanlarını kullanan bir harekât başlatma kararı alması durumunda AB'ye üye olmayan NATO ülkelerinin de (Türkiye-Norveç ve İzlanda) harekata katılmalarına imkân veren kararlar alındı. 2002 tarihinde de Türkiye BAB'a ortak üye oldu. Türkiye ayrıca 1992'de kurulan ve 1995'de operasyonel kapasiteye kavuşan Avrupa Kolordusuna (Eurocorps) davet edildi. Böylelikle II. Dünya Savaşı sonrası NATO dışında Türkiye ilk kez resmi olarak AB ülkelerinin savunma ve güvenlik mekanizmalarına dahil oldu.

Bu bağlamda Türkiye'nin, AB'nin ortak dış politika ve güvenlik politikalarındaki kurumsal rolü, önemli askeri kapasitesi ve coğrafi konumu, Soğuk Savaş sonrası dönemde AB için vazgeçilmezdir. Diğer bir deyişle Türkiye, NATO, Kafkasya, Orta Asya ve Hazar petrolleri ve gazı için geçiş yolları dahil olmak üzere, Akdeniz ve Ortadoğu'nun güvenlik sistemi içerisinde, Avrupa Kıtası açısından önemli olan hemen her sorunun birleşme noktası üzerinde durmaktadır.

Dört kritik rol

Türkiye'nin Avrupa güvenliğindeki dört kritik rolü şöyle sıralanabilir:

Birincisi, Avrupa güvenliğinin, Suriye, Irak ve Filistin'i de içine alan Ortadoğu'da çıkan karışıklıklardan olumsuz etkilenme durumu ile ilgilidir. Nitekim Suriye krizi, AB'nin güvenliğinin Ortadoğu'da yaşanan çatışma ve istikrarsızlıklardan bağımsız olmadığını göstermiştir. Suriye İç Savaşı'ndan kaynaklı yaşanan göçmen krizi AB ülkelerinde siyasal iktidarların değişmesine yol açmıştır. Dolayısıyla, Türkiye'nin askeri imkân ve olanaklarıyla işbirliği içinde olunması Batı ittifakının güvenlik ve istikrarı açısından oldukça önemlidir.

İkincisi, SSCB'nin dağılması sonrası bölgede ortaya çıkan istikrarsızlık ve çatışma alanları bağlamında değerlendirilebilir. Özellikle Rusya-Ukrayna Savaşı doğrudan AB ülkelerinin güvenliğini tehdit edecek düzeyde yayılma özelliği taşımaktadır. Türkiye olmadan AB ülkelerinin Kafkasya ve Orta Asya'nın güvenlik ve istikrarına katkı sağlama kapasitesi düşüktür ve bu bölgeden gelebilecek tehditleri tek başına bertaraf edebilmesi oldukça güçtür. Türkiye, AB'nin irrasyonel politikalar yürütmesini engelleyebilir ve bölgenin istikrar ve güvenliğine olumlu katkılar sağlayabilir.

Türkiye'nin jeo-stratejik ağırlığının üçüncü boyutu ise Güney Doğu Avrupa ve Balkanlardaki rolü ile ilgilidir. Bu bölge 1990'larda Avrupa'nın güvenlik ve istikrarı açısından en ciddi sorunlara kaynaklık etmiştir. Türkiye'nin Balkanlar'daki rolü, 1992-95 Bosna krizi ve 1998-99 Kosova krizinde ön plana çıktı. Türkiye her iki krizde de büyük insani yardım sağladı, birliklerini NATO ve BM komutası altında göreve gönderdi ve birçok mülteciye ev sahipliği yaptı. Ayrıca Türkiye, NATO'nun Bosna'nın Stabilizasyon Gücü'ne 1300 asker ve 26 polis memuru ile katkıda bulundu ve Kosova'daki KFOR'da da 940 subayla görev aldı.

Bununla beraber Türkiye'nin Balkanlardaki ekonomik ve tarihi/kültürel geri planı da göz ardı edilebilecek düzeyde değildir. Dolayısıyla Balkanların güvenliği ile ilgili planlarda hem askeri hem de ekonomik maliyet düşünüldüğünde Türkiye'nin Avrupa güvenliğine sunacağı katkı çok daha büyük olacaktır. Türkiye, AB'nin Balkan politikasına askeri, siyasi ve iktisadi katkıda bulunma potansiyeline sahiptir.

Dördüncü husus ise Türkiye'nin, Avrupa'nın enerji koridoru üzerindeki tartışmasız konumudur. Nitekim yıllardır Ortadoğu petrolünün taşınması ve güvenliğinde Türkiye'nin önemi bilinmektedir. SSCB'nin dağılmasından sonra ortaya çıkan enerji kaynaklarının–doğalgaz ve petrolün- güvenli ve istikrarlı bir şekilde Batı pazarlarına açılması konusundaki rolü yadsınamaz.

Dolayısıyla Trump'ın son dönemde NATO ve AB'nin savunmasına dönük söylemleri dikkate alındığında, AB ülkelerinin, Türkiye'yi de içine alan yeni bir güvenlik ve savunma anlayışına yönelmelerinin de ötesinde tam üyelik süreçlerinde yeni adımlar atması beklenmektedir. Türkiye'nin AB'ye tam üyelik sürecinin başarı ile sonuçlanması bir yandan Balkanlar, Orta Asya ve Kafyasya ile Ortadoğu ülkelerinin istikrarına, ekonomik gelişmişliğine ve refahına katkı sağlayacak diğer yandan da AB'nin güvenlik ve istikrar arayışına cevap vermiş olacaktır.

Türkiye'nin içerisinde yer almadığı herhangi bir savunma ve güvenlik mekanizması AB ülkelerini daha da savunmasız bırakacaktır. Bundan dolayı yeni dönemde AB'nin Türkiye'yi de içine alan yeni bir savunma ve güvenlik mekanizmasını inşa etme yolunda önemli adımlar atacağı öngörülmektedir.

Ayrıca ABD-Çin ticaret savaşı ve Rusya'nın yaptırımlarla izole edilmesi, Avrupa için yeni ekonomik ortaklar arayışını hızlandırmaktadır. Türkiye'nin dinamik ekonomisi ve Avrupa ile entegre sanayi yapısı, AB'ye yeni ticaret fırsatları da sunabilir.

Türkiye'nin AB'ye sunabileceği katkılar, sadece ekonomi ve güvenlik alanlarında değildir. Türkiye-AB ortaklığı, dünya siyasetinde yeni dengeler oluşturabilecek bir güç merkezi haline gelebilir.