Akıncı, Alka, Anka, Hisar, Siper, Sungur… gibi adlarla teknolojik ürünü kendi külliyatından hareketle çok güzel kodlayan dikkat, aynı düşünüş ve kodlama biçimini kendi göğüne set çekerken de yapabilir. Bu setin adının “korugan” (koruyucu) olması Türkiye Yüzyılı'na ve kendi ekosistemimize çok yakışacaktır.
Abdurrahim Karadeniz/ Yazar
Ülkemizde üretilen, geliştirilen hava araçları, hava savunma sitemleri farklı coğrafyalarda savaşların seyrini, odağını değiştiriyor. Dolayısıyla olası savaşların stratejileri, araç gereçleri de değişiyor. Bu değişimin merkezinde yeni bir ruh ve dinamizmle Türkiye bulunuyor. Ulaştığımız düzeyi milletçe heyecanla, coşkuyla karşılıyoruz. Süreç hakikaten çok hızlı ilerliyor. Şimdilerde ülkemizin tamamını kapsayacak yepyeni bir hava savunma sistemi kurma evresine ulaştığımızı gazetelerin "Türkiye gökyüzüne set çekiyor" başlığıyla verdiği haberlerden öğreniyoruz.
Haberlerden Türkiye'nin yeni koruyucusu olarak gösterilen Çelik Kubbe'nin, ülkemizin tamamını hava saldırılarına karşı koruyacak sistem olduğu ifade edilerek bu bileşimde; hava savunma füze sistemi SUNGUR (Doğana benzeyen, yırtıcı, avcı kuş), hava savunma füze ailesi HİSAR (Çevrili yer, korugan) , uzun menzilli bölge hava savunma sistemi SİPER (Korunulacak, arkasına, altına veya içine girerek saklanılacak yer) ile lazer sistemiyle geliştirilmiş ALKA‟ın (Bitirici, yok edici) yer alacağı (Akşam, 15/09/2024) belirtiliyor.
Son yıllarda fen bilimleriyle mühendislik alanında ulaşılan düzeye, sosyal bilimlerle sosyal bilimciler ne yazık ki ayak uyduramıyor. Oysa bir uygarlık her alanda, yekpare bir atılım veyahut çöküş yaşar. Bu bağlamında Mimar Sinan (ö. 1588) ile Bâkî Efendi'nin (ö. 1600) vb... aynı çağda, aynı şehirde yaşaması tesadüf değildir.
Yunanlar, Romalılar ve Araplar dilin, uygarlığın vazgeçilmez bir öncülü olduğuna inanırken (Kültür Mitleri, William F. McCants, İthaki, s. 13, İst. 2012) günümüz "Batı"sı da aynı bilinçle gerçekliği okuyor.
Osmanlı'nın sonunu getiren Mondoros Mütarekesi'nin Agamemnon (Truva Savaşı'nda Yunanlıların genel komutanı, mitolojik kahraman) adını koydukları bir gemicikte imzalanması da bu yüzden asla tesadüf sayılamaz. Elbette uygarlıkların kaynağı ve öncülü dildir. Bu durumda teknolojik buluşlar, icatlar, atılım ve gelişim göstergesi aygıt, edevat ve ürünler pek tabi doğduğu kültürün kodunu taşır/taşımalıdır. Çünkü üretilen, teknolojik de olsa süregelen bir dizi kültürel kodun mamulüdür ve üretildiği kültürü arkalar; tüketiciyi kendini var eden dizgeye bağlar.
Tam da burada Osmanlı'nın son döneminde muhafazakârların "Batı'nın bilimini ve tekniğini alalım..." tezinin açmazını düşünelim. Zihinsel, teknolojik bir emek ve çabayla yeni doğan her şey işleyişi, simgesi, sembolü ve adıyla doğduğu bağlamın yeni bir uzantısı, güncel bir formudur. O şey, kendini var kılan dinamizmin, enerjinin yani kültürün geleceğe atılımıdır. Türkçenin binlerce yıllık birikimi; bilgiyle, deneyimle, marifetle dolu muazzam bir arşivi sayısız gence, yaşlıya, savaşçıya, komutana, ocakçıya, çobana, şaire, yazara, erene, evliyaya ruhsal, zihinsel, sanatsal ve bilimsel geniş bir külliyat sunar. Akıncı, Alka, Anka, Hisar, Siper, Sungur... gibi adlarla teknolojik ürünü kendi külliyatından hareketle çok güzel kodlayan dikkat, aynı düşünüş ve kodlama biçimini kendi göğüne set çekerken de yapabilir. Yapmalı.
Dil denen şey, birtakım dilbilgisi kurallarıyla söz dağarcığından ibaret değildir. Âdeta insan tinin billurlaştığı yerdir. Dil, kültürün ruhunu vücuda getiren araçtır. Düşüncenin dönüm noktasıdır, tinsel olasılıkların oluşturduğu bir ekosistemdir. (Yol Bilenler, Wade Davis, s. 12, Kolektif Kitap, İst. 2020)
Türkiye gökyüzüne set çekecekse bu sistemin, setin adının kendi ekosistemimizde aranması gerekir. Bu itibarla Türkçe konuşan herkesi yüzlerce yıl derinden etkilemiş, pek çok varyantı bulunan Oğuz Kağan Destanı'nda Oğuz, Uygurlara kağan olduktan sonra bir toy verir ve o toyda şöyle der:
men sin-lerge boldum kagan, / Ben sizlere kağan oldum
alalıng ya dakı kalkan, / Alalım yay dahi kalkan
damga biz-ge bolsun buyan, / Nişan olsun bize buyan,
kök böri bolsun-gıl uran; / Gökbörü uluması savaş çığlığız (olsun)
demür çıdalar bol orman, / Demir kargıları bol orman
av yirde yürüsün kulan, / Avlar yerlerde yürüsün
dakı daluy, dakı müren, / Daha deniz daha ırmak
kün duğ bol-gıl, kök kurıkan / Güneş bayrak(ı-mız), gökyüzü çadır(ı-mız) olsun. (Oğuz Kağan Destanı, W. Bang/G. R. Rahmeti, s. 16/17, İst. 1936)
Son iki dizeyle Türk cihan hâkimiyetinin ifade edildiği bu metinde "gökyüzü çadırımız olsun" ifadesindeki koruyucu/çadır anlamına gelen kurıkan kelimesi, korugan biçimiyle hâlen (özellikle) ordu literatürümüzde terim olarak kullanılır. Aynı metinde yine Oğuz'un kurtla karşılaşmasının anlatıldığı bölümde de kurıkan kelimesi çadır anlamıyla kullanılır:
"Kırık kündün song muz day degen dağnung adakığa keldi. Kurıkanın düşkirdi, Ģük bolup uyup durdı. Çang irde boldukda oğuz kağanung kurıkanığa kün deg bir çaruk kirdi. Ol çarukdın kök dülüklüg, kök calluğ bedik bir irkek böri çıkdı. Ogul böri oğuz kağanğa söz birip durur irdi. Dakı dedi, kim: ay ay, oğuz, urum üsdige sen adlar bola sen: ay ay, oğuz, dapukunglarğa men yürür bola men dep dedi. (Kırk gün sonra Muz Tağ adında bir dağın eteğine geldi. Çadırını kurdurdu ve sessizce uyudu. Tan ağarınca Oğuz Kağan'ın çadırına güneş gibi bir ışık girdi. O ışıktan gök tüylü ve gök yeleli büyük bir erkek kurt çıktı. Bu kurt Oğuz Kağan'a hitap etti ve; Ey Oğuz sen Urum üzerine yürümek istiyorsun: Ey Oğuz, ben senin önünde yürümek istiyorum dedi.) " (Türk Anlatı Geleneğinde Kahraman, Mitoloji ve İktidar İlişkisi, Evrim Ölçer Özünel, Doktora Tezi, Yök Tez, 2010)
Gökyüzüne set çekeceksek bu setin/sistemin adının "Demir Kubbe'yi çağrıştıran "Gök Kubbe", "Çelik Kubbe" gibi kelimelerle değil Akıncı, Alka, Anka, Hisar, Siper, Sungur adları dizgesinin tamamlayıcı adı olarak "Korugan" olması:
a) Kültürel mirasımız,
b) Tarihî derinliğimiz,
c) Korugan'ın tek kelime olması,
d) Kelimenin anlam çevreni
ve
e) Kelimenin özgünlüğü... bakımından daha münasip olacaktır.
Eğer gökyüzüne set çekeceksek bu setin adının "korugan" (koruyucu) olması Türkiye Yüzyılı'na ve kendi ekosistemimize çok yakışacaktır.